41
***
P.S. Mustafa İslamoğlu Azərbaycana ziyarətindən sonra
səfər təəssüratlarını qələmə almış və Türkiyədə nəşr olunan
“Yeni Şafak” qəzetində çap etdirmişdir. Məqalənin “Elm və
Sənət Məclisi” kitabının oxucuları üçün də maraqlı olacağını
nəzərə alaraq, olduğu kimi çap edirik.
CAN AZERBAYCAN
(Mustafa İslamoğlu, “Yeni Şafak”, 02.11.2007)
Müslüman fatihlerin İstanbul önlerine ulaşmadan çok ön-
ce Hazar-Kafkas bölgesine ulaştığını söylersem, İslam ile Ha-
zar-Kafkas halklarının tanışmasının ne kadar erken döneme
denk geldiğini ifade etmiş olurum herhalde.
Geçtiğimiz günlerde işte o toprakların bir parçası olan
Azerbaycan'daydık. Sevinç ve hüzün aynı anda yaşanır mı? Biz
Azerbaycan seferimiz boyunca bu iki duyguyu bir arada yaşa-
dık. Bazen sevinç baskın geldi, bazen hüzün. Ne var ki, sevin-
cimiz de hüznümüz de O'nun içindi.
Komünizmin Batı Avrupa'da icad edilip başka coğrafya-
larda uygulanmasında bir hinlik görmüyor musunuz? Ben gö-
rüyorum. Komünizm, bir ideolojiyi inşa projesi olmaktan daha
çok kadim ve yerleşik kimlikleri imha projesiydi. Nitekim pro-
je ideolojik inşa analmında tam bir fiyaskoyla neticelenirken
kimliği imha analmında başarılı (!) olmuştur.
Azerbaycan'da da görülen bu. Uçağımız ülke nüfusunun
yarısını barındıran 4 milyon nüfuslu Bakü üzerinde turlarken
gözlerim minare arıyor ama bulamıyor. İndiğimde öğreniyo-
rum ülkenin yarısını barındıran şehirde minareli cami sayısının
bir elin parmaklarını geçmediğini.
Minare deyip de geçmeyin. Minareler şehrin şahadetna-
meleridir. Şehrin Müslüman kimliğini bize minareler söyler.
Onlar mimarinin kelime-i şahadetidirler. Fakat sur içindeki
avuç içi kadar bir alanda kurulu olan Eski Bakü'de 20'yi aşkın
43
mek gibi bir komiklik yapmasına rağmen böyle.
Azerbaycan halkı kimliğini arıyor. Sovyet doneminde ta-
mamen mankurtlaştırılan bir zümre bizde olduğu gibi orda da
var. Onlar neyi kaybettiklerinin farkında bile değiller. Onların
derdi belli: Ver yiyeyim, ört yatayım. Fakat iyi yetişmiş seçkin
ve dindar bir zümre oluşuyor Azerbaycan'da.
Konferans Verdi-
ğim üniversitenin (Xəzər Universitəsi – red.) başta konferan-
sın sunuculuğunu yapma nezaketi gösteren rektörü Hamlet
Bey olmak üzere salonda bulunan hocaları ile özel sohbette
bu izlenimim pekişiyor.
İlk şaşkınlığımı, eserlerimden birinin Azeri lehçesine
çevrilmiş baskısını oturacağım koltuğun üzerinde bulduğumda
yaşıyorum. Biraz sonra bu işin iki kahramanı çıkıp geliyorlar:
Yegane Mirzayova ve Gülşen Gaffarova. İkisi de üniversitede
hocalık yapan genç ve cevval iki hanım. Gözleri çakmak çak-
mak. İlk görüşmede ayaküstü sadece sözleriyle değil, kıyafetle-
riyle, gözleriyle, yüzleriyle ve dahi özleriyle öyle çok şey söy-
lüyorlar ki, size «Allahu Ekber» demek düşüyor. İslam'ın insa-
nı dönüştürücü gücünün ihtişamını bir kez daha görüyorsunuz.
Ondan sonra böyle onlarca genç kadın ve erkekle karşılaşıyo-
ruz. Hepsi de iyi yetişmiş insanlar. Manevi Saflığa Davet Ce-
miyeti başkanı ve felsefe doktoru Elşen Mustafaoğlu, Premier
Hotel'in sahibi nezaket abidesi Samir Hasanov, devlet TV'sinin
şöhretli bir spikeriyken tesettürünü makam ve şöhrete tercih
eden Solmaz Hanım, Azerbaycan'ın aydınlık geleceğini muştu-
layan güzel insanlar. Fakir, Solmaz Hanım'ın bir saatlik radyo
röportajı boyunca mani olamadığı gözyaşlarını, imanı kundak-
lanmış Azerbaycan için kabule karin bir dua olarak okumuştur.
İkinci şaşkınlığımı, Azerbaycan Cuma imamı ve Şii Müs-
lümanların sayılan âlimi (ülkenin % 70'i Şii/Ehl-i
Beyt mezhebi
mensubu) Hacı İlgar İbrahimoğlu'nun elinde makalelerimden
oluşan bir tomar çıktıyı görünce yaşıyorum. Hacı Bey, hutbele-
rinde ve yazılarında kullandığı yazılarım için helallik ve izin is-
tiyor.