2
bir Tanrı düşüncesini büyük ölçüde beslemiş oldu. Newton’un şaşırtıcı bir şekilde
dindar biri olması bile, onun kurduğu paradigmanın sonuçlarını değiştiremedi.
Tanrı’nın büyük bir sanatla kurduğu ve şimdi nedenselliğin işlettiği bu dakik kâinat
saatinin haberini veren Newton’dan sonra gelen halefleri, yedinci günü bilim feneriyle
aydınlattıktan sonra ilk altı gün için de kolları sıvamışlardı. Eğer bilim kâinatın ilk
yaratılışını nedensellikle açıklarsa Tanrı’ya gerek kalmayacak ve kendi ifadeleriyle
“Tanrı’yı evrenden kovmuş” olacaklardı.
Bununla birlikte, Hıristiyanlığın yapısal zaaflarına karşı gelişen bu tepkisellik, bilim
yoluyla kısa vadede kazanılan zaferlerle bir hayli ivme kazanacak ve son tahlilde din
olgusunun genelde reddine kadar varacaktı. Böylelikle referans noktasını yitiren bir
mensubiyet talebi ciddi bir parçalanma yaşayacaktı. Ortak paydaların kaybedilmiş
olması yabancılaşma ve çatışmayı doğuracaktı. Her şey anlamını yitirmeye, insanlar
yabancılaşmaya ve yabancısı oldukları şeylere düşman olmaya başlayacaklardı. şte
egemenlik fikri, böylesi bir kopuşun sonucuydu. nsanların tabiat üzerinde egemenlik
kurma arayışları ekolojik yıkımlara ve bu egemenlik, insanlar arası ilişkilere
sıçradığında ise büyük çaplı gerilimlere neden olacaktı. Bencil insanlarla ulus devletler
türeyecek, Darwin’in öngörülerinden hareketle çok sayıda insan ya da kurum kendi
hayatını devam ettirmek üzere başka hayatlara son vermenin mücadelesini verecekti.
Esasen, Kartezyen paradigmanın deterministik olması, yani “nedenlere” güç atfetmesi,
“egemenlik kurma” düşüncesiyle çok yakından ilişkiliydi. Tanrı’nın “öldürülmesi,”
Tanrı’ya atfedilen tasarrufların “nedenlere” aktarılmasını gerektirecek ve nedenlere
hükmedenin sonuçlara hükmedebileceği anlayışıyla amansız bir “mücadele”
yaşanacaktı. Güneşin battığı yerin son birkaç yüzyıllık geçmişi, aşağı-yukarı böylesi
gerilimlerle şekillenecekti.
1
Görünen o ki, modern dünyayı sarsan krizden yeryüzündeki hiçbir şey kurtulamıyor.
Sorunun evrensel boyutlara ulaştığı şu anda, sadece bir uygarlık krizinden bahsetmek
yeterli değildir. Karanlık her geçen gün biraz daha koyulaşmakta, rahatsız edici bir
endişe hissi, her geçen gün daha fazla insan tarafından paylaşılmaktadır
2
ve modern
insanın mutlak kudretine duyulan iman zayıflamaktadır. Çünkü “modern deneyim”in
1
Mucahit Bilici, “Sunuş”, Fritjof Capra, Kainata Mensup Olmak, Çev.Mücahit Bilici, nsan Yayınları,
stanbul, 1996, s.9-10
2
Roger De Pasguier, Birlik Medeniyetinin Kökleri, Çev. Hakan Yurdakul, nsan Yayınları, stanbul,
1995,s.7
3
başarısız olduğunu her geçen gün daha çok sayıda insan farketmeye başlıyor. E. F.
Schumacher’in deyimiyle, ilk hızını “Kartezyen devrim” denilen olgudan almıştı, bu
deneyim. Amansız mantığı ile Kartezyen devrim, insanı, onun insanlığını idame ettiren
yüksek düzeylerden ayırdı. nsanoğlu göklerin (mâverâ) kapılarını kendisine kapattı ve
muazzam enerji ve hüner ile kendini yeryüzüne (mâsivâ) hapsetmeye çalıştı. Şimdi ise
yeryüzünün ancak bir geçiş mevkii olduğunu, dolayısıyla göklere erişmeyi reddetmenin
cehenneme gönülsüz bir alçalma manasına geldiğini keşfediyor
3
.
Ancak, bütün yapay referanslarına rağmen, insanoğlu, fıtraten yaratıcısını aramaya
devam edecekti. En ilkel toplumlarda bile, dinin “şu veya bu formda, ama mutlaka”
mevcut olması ve akıllıca olmayan bir akılcılıkla kendini tanımlayan bir dünyada
Hıristiyanlığın bütün akıldışılığına rağmen hala yaşıyor olması dinin kaçınılmaz ve fıtri
oluşunu ortaya koyuyordu
4
.
Kilisesiz yaşamak mümkün olabilir belki, ama dinsiz, yani bütün zevk ve acısı, heyecan ve
memnunluğu, incelik ve kabalığı, vesairesi ile “olağan hayat” düzeyinin fevkindeki yüksek
düzeylerle temas kurmanın ve onlara doğru gelişmenin sistemli çalışması içinde olmaksızın
yaşamak mümkün değildir. Bu yüzden modern dünyanın dinsiz yaşama deneyimi
başarısızlıkla sonuçlanmıştır
5
.
nsaniyet, aşkın olana esaslı ve son derece önemli bir özlem duyduğundan, dünyevi ve
yatay düzlemde kendisini gerçekleştirecek ya da burada bulunmasını haklı gösterecek
hiçbir şey bulamaz. nsan diğer varlıklardan farklı olarak, “Mutlak” olana ulaşmak gibi
temel bir gereksinim duyar. Kendisine bunca bol bir şekilde sunulan tüm nisbi şeylerin
onu daima aç bırakmasının ya da ağzına acı bir tat vermesinin nedeni de budur
6
.
Modern uygarlık insana lazım olan şey haricinde her şeyi vermekte ve insanı ruhtan
yoksun bırakmaktadır. Başka hiçbir zaman insan bu kadar çok alternatife sahip
olmamıştır ve başka hiçbir zaman insan yaşamaktan bu kadar çok sıkılmamıştır. nsan
tüm bu eşya bolluğu içinde şaşkın, dağılmış, parçalara ayrılmış, ancak ruh huzuruna
kavuşamamıştır.
Modern insan kendini bulmaktan acizdir, itaat edemez. Bu acziyet ise onun mevcut
ş
artlara ve özellikle dini geleneklerden-dolayısıyla Tanrı’dan- gelen kural koyucu
3
E.F. Schumacher, Aklı Karışıklar çin Kılavuz, Çev. Mustafa Özel, z Yayıncılık, stanbul, 1992, s.168-
169.
4
Capra, a.g.e. s.10
5
Schumacher, a.g.e. s.169.
6
Pasquier, a.g.e.s.10