1604
* TAED
57
Cengiz GÖKŞEN – Rukiye GÖKŞEN
kahramanken bir şekilde dağa dönüşmüş, ana ve ata kabul edilen varlıklardır. Bunun yanında
eski Türklerde her boyun veya oymağın bir dağı vardır. Bu dağlar, hayatın devamlılığını
sağlayan suların kaynağı olması ve canlılara beslenme ve barınma gibi imkânlar
sağlamalarından dolayı da kutsanmışlardır (Bayat, 2007, s. 222-247; Sönmez, 2008, s. 190-191;
Ögel, 1995, s. 423-464; Duymaz-Şahin, 2008, 117-118). Kutsanan dağlar, yüksek, gösterişli,
başları karlı ve dumanlı, ağaçsız dağlardır. Dağlara, daha doğrusu, tabiatla ilgili bazı unsurlara
inanç merkezli bakışın somut yansımaları İslamiyet öncesi ve sonrası arasında geçiş dönemi
eseri olarak kabul edilen Dede Korkut Hikâyeleri’nde görülür (Ergin, 1997).
Ögel’e göre, Dede Korkut’ta dağlar, bir dağ gibi değil; hisler ve duygular ile yoğrulmuş,
kişilik kazanmış, birer varlık olarak karşımıza çıkar. Oğuzlar dağlarla konuşur, dağlara dua,
beddua ederler, yaşlanmalarından, yıkılmalarından korkar, esenlik ve şifa dilenir, geçit
vermelerini ister, üzerlerine yemin eder, selam verirler. Dağları çeşit çeşit tanıtmalar ile
tanıtırlar. Onlarla konuşurlar, ses (işit) vermelerini isterler (Ögel, 1995, s. 441). Böylece onlar
bir kişilik kazanırlar. Dağlar artık mistik ve manevi düşüncelerden ve fonksiyonlarından arınıp,
daha çok benzetme unsuru olarak öne çıkarlar.
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde, yerleştikleri çevrelerdeki bazı dağları ve tepeleri kült
hâline getirmişler, buraları tıpkı Orta Asya’da olduğu gibi, ancak bu defa İslami bir görünüm
altında, mübarek mekânlar olarak telakki etmişler, özellikle Bektaşi ve Alevi zümreler, bu
yerleri büyük bir önemle takdis etmeye başlamışlardır (Ocak, ?, s. 401-402). Türkler,
Anadolu’ya göçleri sırasında Orta Asya’da kullandıkları adları, pek çok yükseltiye tekrar vermiş
ve buralarda birer kült oluşturmuşlardır. Pek çok tepeye, yükseltiye bir evliya mezarı konarak
buralar âdeta kişileştirilmiştir. Bu mekânlar, kurban kesilen, dua edilen, kutsalla irtibata geçilen
doğal tapınaklar halini almıştır. Diğer bir ifade ile Türklerin kutsal dağlarla ilgili düşüncelerini
Anadolu’da tekrar canlandırdıklarını ve buraları yaşanabilir mekânlar haline getirdiklerini
söylemek mümkündür (Duymaz - Şahin, 2008, s. 117-118). Bu durumun yansıması olarak sözlü
ürünlerden olan türkülerde dağlar, birçok fonksiyonu olan sembolik bir unsur olarak karşımıza
çıkar.
“Dağ”ın Türkülere Mitik Bir Öge Olarak Yansıması
TAED
57* 1605
Türkülerde Dağ Sembolü
1
Sembol, Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe Sözlük’te, “Duyularla ifade
edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret, remiz, rumuz, timsal, simge” (TDK, 2005,
s. 1727) şeklinde tanımlanmıştır.
Türk kültüründe ve türkülerde dağlar sembolik manada birçok fonksiyonda karşımıza
çıkar. Ancak bunlar içinde en önemlisinin dağların kudret ve irade sahibi bir varlık gibi
algılanma olgusuna bağlı olarak mitik bazı özellikleri imlemesi olduğu söylenebilir.
Duygu ve düşüncelerin çeşitli sembollerle anlatımı öteden beri toplumlarda yaygın
biçimde görülen bir durumdur. Türklerde de konargöçer yaşam biçiminin hâkim olduğu
günlerden beri sembollerin yaygın biçimde kullanıldığı görülür. Örneğin 24 Oğuz boyunun her
birini temsil eden damgaları vardır. Bu tür temsil sembollerinin yanında duygu ve düşüncelerin
anlatımı sırasında da kullanılan sembolik ifadeler vardır. Dağ, halkın dilinde en yalın hâli ve en
basit ifadesiyle bir teşbih unsuru olarak kullanılsa bile güçtür, kuvvettir, sağlamlıktır,
dayanıklılıktır, mukavemettir.
Vural-Vural’ın da belirttiği gibi, motif ve semboller, ait oldukları bütün hakkında
önemli ipuçları sunarlar. Türküler için de durum böyledir. Türkülerde yer alan motif ve
sembollerin saptanarak yorumlanması, bölgenin kültürel değerleri hakkında önem arz eder
(Vural-Vural, 2013, s. 647). Bu bağlamda, dağların türkülerde, yukarıda belirtmeye çalıştığımız
Türk kültüründeki dağ algısıyla örtüşen bir yapıya sahip olduğu görülür.
Birçok türküde dağlar “yüce” veya “ulu” sözcüğüyle tavsif edilmektedir. Bazı türküler
doğrudan “yüce dağlar” şeklinde başlamaktadır. Bu durumun çok rastlanan bir olgu olduğu, bu
vesile ile arkaik manada dağların kutsallıklarının imlendiği, aynı zamanda böyle bir ifadenin
altında dağların kutsal varlıklar olarak kabul edilme arketipinin yattığı, “yüce” kelimesinin hem
saygı hem de kutsiyet atfetmek için özellikle kullanıldığı söylenebilir. Bunun yanında dağlar,
zor zamanlarda koruyuculuğuna sığınılan, canlıları besleyen, büyüten, barındıran, yoldaş,
arkadaş, sırdaş, haber verici, dert ortağı, kendisiyle konuşulan, dertleşilen, bazen de yol kesici
ve insanları sevdiklerinden ayıran, eşine, dostuna, anasına, babasına kavuşmasını engelleyen bir
varlıktır. Yani dağ birçok türküde coğrafi bir yer adından ziyade canlı bir varlık olarak
karşımıza çıkar. Gürbüz-Şahin’in belirttiği gibi, türkülerin birçoğunda geçen “dağlar” kelimesi
1
Sivas, Erzincan, Erzurum türkülerinde dağ sözcüğünün fazla geçtiği hemen dikkat çekmektedir. Bu durum, adı
geçen şehirlerin etrafının dağlarla çevrili olması yanında, başka bölgelerden buralara gidip gelirken birçok dağ
geçidinden geçilmek zorunda kalınmasından kaynaklanması kuvvetle muhtemeldir.