NƏZƏRİ VƏ TƏTBİQİ DİLÇİLİK MƏSƏLƏLƏRİ
___________________________________________________
__________________________________________________________________________________
«Tədqiqlər», 2008, №1, səh.70
celerimizdeki cümleleri gerçeklikle bağdaştırmamıza benzer.
Dilimiz, dünyaya uyumsuz bir şekilde
olsa bile, yine de bir bağ ol-
malıdır. Dil ile dünya arasında bir bağlantı olmasaydı, bir şeyleri anladığımızı,
ne düşünebilirdik ne de söyleyebilirdik. Bu nedenle bizler dünya akışına eşlik
ediyoruz. Bazı kuramların, deneyleri yapılarak, dil ve düşüncenin birbirinden
farklı köklerden geldiğini gösterir. Bundan böyle iki işlevin hayvanlarda farklı
doğrultuda geliştiğini, maymunların alet kullanmasında düşüncenin dil öncesi
geliştiğinin işaretidir. Bundan başka da insan seslerine benzer sesler çıkarması,
iletişim kurmadaki içgüdüsel tepkiler olduğu savunulmuştur. İnsanlar açısın-
dan da bu deneylerin, dil öncesi süreçlerin varlığını kanıtlaması dikkat çek-
mektedir. Ayrıca da hayvanların alet kullanabilmeleri
toplumsal iletişimde
bulunabilmeleri, dil ve düşüncenin farklı şekillerde ele alınması gerektiğini
akla getirir.
Dil bir düşünceyi aktarmasına rağmen düşünce dilden önce gelişmiştir.
Örneğin konuşamayan bir 6–7 aylık bebeğin duyguları ve düşünceleri yoktur
diyemeyiz. Ancak dili olmadığından meramını aktaramaz. İletişimini sağlaya-
maz. Dille düşünce arasında bir ortaklığın varlığından söz edilebilir. Söz
(konuşma) toplumsal olayların, değerlerin etkisiyle belirlenir. Düşünce sınır-
larının daralması, konuşmadaki sözcüklerin bulunamaması ya da sıralanama-
masına bağlarız. Buna göre de düşünme ve dil denir.
Dil ile düşünce arasındaki ilişkiler bir çok açıdan ele alınabilir. Bazıları,
düşüncenin önceliği ilkesinden incelemişler ve düşünceyi dilden ayrı tutmuş-
lar. Kelimelere baş vurulmadan düşünülebileceğini kabullenmişlerdir. Psiko-
lojiyi ilgilendiren yönüyle bölerek incelemişlerdir. Dilbilimciler ise, çeşitli dil-
lerin düşünceyi nasıl ifade ettiğini inceleyerek psikolojik cihetten ele alma-
mışlardır. İnsanoğlu bir düşünceyi kelimelerle anlatmaya başlamasından sonra
düşünce ile dil arasında
kurulan ilişkileri ele alarak, birleşik bir düşünceyle ele
alabilir. İnsan düşünme sırasında (safhasında) iken, dil’le temasa geçer. Henüz
düşünürken dil tarafından tutuklanır. Heldegger, “dil varlığın meskenidir.”
Diyor. Meskendeki düşünce ve karar merkezinin direktiflerini kullanan aracı-
dır. Varoluşumuzu, düşüncelerimizi, hayallerimizi, umutlarımızı biz insanlar
dil’de dile getiririz. Düşüncenin basit bir aracı olan dil, bir vasıta olarak dü-
şünüyor. “İnsanlar
bir şeyler düşünürler, sonra da bunu herhangi bir dil aracı-
lığı ile ifade ederler. Ama esas mesele, dil olmadan, dil’e başvurmadan düşü-
nemezler. Dil insan beynini düşünmeye sevk eder. Ama istek arzu veya psiko-
lojik vaziyetler dil ve düşünceyi bir aktiviteye sürükler. Öyleyse dil varlığa
NƏZƏRİ VƏ TƏTBİQİ DİLÇİLİK MƏSƏLƏLƏRİ
___________________________________________________
__________________________________________________________________________________
«Tədqiqlər», 2008, №1, səh.71
mâna vermemizi etkileyen bir vasıtadır da diyebiliriz. Aklımıza şöyle bir soru
gelebilir. Hiç mi düşünce dili kullanmaz (yönlendirmez)?
Elbette insan zihni
Lineer bir bakış açısıyla bunu cevaplayamaz. Elbette ki, düşünce de dili
yönlendirir. Örneğin; Dil mi düşünceyi belirler, düşüncemi dili belirler? Eğer
buna lineer bir cevap verirsek cevap veremeyiz. Sonunda varılan nokta,
herkesin vardığı noktadır. İkisi de birbirini yönlendirir. Yani birbirini tamam-
lar. Bu mevzuda, Dilcilerimizden Sayın Dücane Cündüoğlu,
düşüncelerini
şöyle ortaya koyar; “Bir toplumun sahip olduğu dil, o toplumun sadece kendisi
aracılığıyla konuştuğu dil değil, aynı zamanda kendisi aracılığıyla düşündüğü
dil’dir. Bu nedenle dil’i basit bir ifade aracı olarak görmek veya insanoğlunun
önce düşünüp sonra dilediğince sözcüklerin aracılığına başvurduğunu sanmak,
–hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki– her şeyden önce dil’in mahiyetini ve
yapısını anlamamak demektir.
Çünkü düşünme ediminin kendisi, dil’den
bağımsız bir surette gerçekleşmez; aksine düşünme, daha başlangıcı itibariyle
dil vasatında gerçekleşir, dil’in kendisiyle kurulur, hatta belirlenir.
Bu bakımdan daha düşünme safhasında iken dil’le ilişkiye gireriz, öyle
ki henüz düşünürken dil tarafından tutuklanır ve ister istemez dil’in sınırları
içerisinde düşünüp anlamaya başlarız. O halde bilmek gerekir ki bir toplumun
gerçekliği kavrama
biçimini, bilincinin derinliklerinde yer edinip kök salmış
eğilimleri, refleksleri, arzu ve tutkuları, hâsılı bir yığını, yığın olmaktan
çıkarıp toplum haline getiren mukavim unsurları o toplumun dilinin sınırları
dışında aramaya kalkışmak, hiç kuşkusuz beyhûde bir çaba olacaktır.
*
Bir varlığın tarifinde ya da tasvirinde, varlık ile dil arasındaki
münasebetin, dilsel gerçekliğin varlık kategorileri içerisindeki yerinin açıklık
kazanması gerekmektedir. Düşünme ile dilin birlikteki gerçekleri bize bir ol-
gunun düşünce ve dil gerçeğini yansıtan sonuçtur. Düşünme; felsefe, psikoloji,
mantık gibi konuları zorlar ve kararlarından sonra da dili devreye koyar. Örne-
ğin, İmamı Gazali’nin İlcâm’ul–Avâm adlı eserindeki varlığın mertebelerine
(merâtib’ul– vucûd’a) ilişkin açıklamalarına baş vuracağız.
İmamı Gazâli, adı geçen eserinde “her şeyin varlığı dört mertebededir”
der.
1– Hariçteki varlığı (vücûd fi’l–a yân)
2– Zihindeki varlığı (vücûd fi’l– ezhân)
3– Dildeki varlığı (vücûd fi’l – lisan)
4– Yazıdaki varlığı (vücûd fi’l – beyaz’il mektub)
*
Cündüoğlu, Anlamın Tarihi Kur’an Tetkikleri–4 Kitabevi 114 İstanbul.