Бакы дювлят университети илащиййат факцлтясинин



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/73
tarix14.07.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#55525
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   73

Mustafa Altundağ 
 
70 
melekler de, insanlar gibi, ancak işin zahirini bilebilirler. Bütün bunlardan 
anlaşılır ki şefaatçilerin  şefaati, kendilerinde iman alameti bulunan ve 
özellikle az da olsa amel işlemiş cehennemlikler hakkında gerçekleşecektir. 
Cenâb-ı Hak ise kelime-i tevhidi dile getirmenin dışında bir ameli olmayan, 
bu yüzden şefaatçilerin tanıyamadıkları kimseleri dahi azaptan kurtaracaktır. 
Yani cehennemden ehl-i tevhidin dışında kimse çıkacak değildir.
74
  
Dolayısıyla, peygamberler, melekler ve müminler kalplerinde zerre 
miktarı iman taşıyan bütün cehennemlikleri oradan çıkaracak, geriye ehl-i 
küfür kalacak ve Allah da onlara şefaat edecek değildir. Kâfirler hangi 
özellikleri ile şefaati hak edeceklerdir?! Kaldı ki, yukarıda belirttiğimiz gibi, 
hadislerde Cenâb-ı Hakk’ın cehennem halkının tamamını değil bir kısmını 
çıkaracağı tasrih ediliyor. Ki bunlarla ehl-i tevhidin kastedildiğini söz 
konusu hadislerin yanında başka rivayetler de desteklemektedir.  
Öte yandan Mekke döneminde inen Zümer sûresinin 53. âyeti Cenâb-ı 
Hakk’ın rahmetinden ümit kesmemek gerektiğini, Allah’ın bütün günahları 
bağışlayacağını açıklamaktadır. Musa Bigiyef’in dediği gibi âyette sözü 
edilen ilâhi mağfiret, öbür dünyada kâfirlere yönelik olarak da işleyecek 
midir?
75
 Öncelikle belirtilmelidir ki, siyâkı da dikkate alındığında âyet, 
insanları dünyada en kısa sürede tövbe etmeye çağırmakta, ilâhi mağfiretin 
şirk ve inkâr da dahil bütün günahları -tövbe ve inâbe ile- silecek genişlikte 
olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla âyetin öbür dünyadaki af ve mağfiret 
ile bir alakası yoktur. Âyet mutlak olsa bile Medîne döneminde inmiş olan 
Nisâ sûresinin 48 ve 116. âyetleri Allah’ın kendisine şirk koşulmasını 
(inkârı) aslâ bağışlamayacağını açıkça ifade etmektedir. Küfür üzere ölenleri 
Allah’ın asla bağışlamayacağına, tövbelerini kabul etmeyeceğine dair 
âyetlere daha önce yer verilmişti (bk. A/5). 
Burada değinilmesi gereken bir husus kalmaktadır. O da, Mâide 
sûresinin 118. âyetinde zikredildiği üzere Hz. Îsâ’nın,  şirke düşen ümmeti 
hakkında Allah’ın huzurunda “Eğer onlara azap edersen şüphesiz onlar 
senin kullarındır. Eğer onları affedersen, hiç kuşku yok sen hem izzet hem 
hikmet sahibisin” diyecek olmasıdır. Musa Bigiyef, âyetten, Hz. İsâ’nın, 
                                                 
74
 bk. İbn Receb el-Hanbelî, et-Tahvîf mine’n-nâr ve’t-ta’rîf bi hâli dâri’l-bevâr
İskenderiye, ts., s. 286. 
75
 bk. İlâhî Adalet, s. 303-305. 


Kur’an’da müşkil bir mesele: Cehennem azabının ebediliği 
 
71 
müşrik kavmi için kıyâmet günü bağışlanma duası yapacağı yönünde bir 
anlam çıkarmıştır.
76
 
Müfessirler, müşrik (kâfir) olarak ölenler için istiğfarın câiz olmadığını 
dikkate alarak âyete değişik yorumlar yapmışlardır. Bunların en makulü 
şudur: Hz. İsa bu sözü, hesap verme makamında işi “Büyük Mahkeme”nin 
hâkimi yüce Allah’a, O’nun meşîetine havâle etme, vereceği her türlü hükme 
rızâ beyanı ve bir de O’na karşı edebin bir gereği olarak dile getirecektir. 
Yoksa o bu sözüyle ümmetinden müşrik olanlar hakkında  şefaat dileyecek 
değildir. Nitekim sözünün sonunda “Sen izzet ve hüküm hikmet sahibisin” 
ifadesinin yer alması da bu yorumu teyit etmektedir; şefaat dileği olsaydı 
Allah’ın mağfiret ve rahmet sıfatını vurgulardı. Sonra dünyada iken inkârcı 
kavmine “Bilinmeli ki her kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cennet yüzü 
göstermeyecek ve onun varacağı yer cehennem olacaktır. Zâlimlerin 
yardımcıları da olmayacaktır” (Mâide 5/72) diyen Hz. Îsâ’nın öbür dünyada 
onlar için şefaat talebinde bulunacak olması beklenen bir şey değildir. Şefaat 
talebinde bulunacağı farz edilse bile, üzerinde durduğumuz Mâide’nin 188. 
âyetinden sonra gelen ve Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Îsâ’ya cevabını içeren âyet 
inkârcıların bağışlanmayacağı yönünde ilâhî bir beyân niteliğindedir. 
Hz.  İsa’nın sözüne benzer bir ifadeyi zamanında Hz. İbrâhim dile 
getirmişti: “Rabbim! Onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına 
sebep oldu. Bundan böyle kim bana uyarsa o bendendir; kim de bana karşı 
gelirse artık sen çok bağışlayan, çok esirgeyensin” (İbrahim 14/36). Hz. 
Îsâ’nın sözü hakkında söylenenler bunun için de geçerlidir. Ayrıca, yanık ve 
yumuşak huylu olan Hz. İbrahim’in müşrik olan babası için –babası sağ 
iken- istiğfarda bulunduğunu, ancak onun bir Allah düşmanı olduğu açıklık 
kazanınca bundan hemen vazgeçtiğini biliyoruz (Tevbe 9/114). Zâten Tevbe 
sûresinin 113. âyeti, yakın akrabadan da olsa şirk (inkâr) üzere ölen kimseler 
için bağışlanma duasında bulunmayı yasaklamaktadır. Bundan da anlaşılır ki 
Hz. İbrâhim’in istiğfarı, babası ve inkârcı kavmi hayatta iken ve iman etme 
ümidi ile kayıtlıydı.  İnkâr üzeri öldüklerinde veya iman etmeyecekleri 
vahiyle bildirildikten sonra artık bundan vazgeçmiştir.
77
 
                                                 
76
 bk. İlâhî Adalet, s. 311-316. 
77
 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 2629. 


Mustafa Altundağ 
 
72 
Bütün bu açıklamalara rağmen, yavrusu ateşe atılan bir annenin ona 
yönelik merhametinden kat kat daha büyük rahmetin sahibi olan Cenâb-ı Hak, 
ahirette nasıl olur da kâfirleri ebedî azapta bırakır? denebilir. Öncelikle 
belirtilmelidir ki, Allah, insanlara dünyada iken hak yolu bildirmiş,  şirk ve 
inkâra düşenleri asla bağışlamayacağını, onları sonsuz azap ile 
cezalandıracağını Kur’an’da tekrar tekrar vurgulamıştır. İnkâr suçuna böyle bir 
cezayı uygun görmüş, inkârcılar da bunu bile bile imana yanaşmamışlardır. O, 
insanlara zulmetmez, cezalandırırken adaleti devre dışı  bırakmaz. Onun 
yasasına göre sonsuz azabı hak eden kâfirin kendisidir. Allah’ın rahmetini, 
zaaflarla dolu insanın merhametiyle kıyaslamak doğru olmaz. Rivâyetlerine 
Kütüb-ü sitte’de yer verilen Ebû İmrân el-Cevnî’nin izahına göre Allah nazar 
ettiği kimseye mutlaka rahmet eder. Şayet O, inkârcı cehennemliklere de nazar 
edecek olsa rahmeti onları da kuşatırdı. Ne var ki onlara nazar etmemeye 
hükmetmiştir.
78
 Ebû İmrân el-Cevnî’nin bu izahı, kanaatimizce, meselenin 
özünü ortaya koymaktadır. Çünkü Kur’an, Cenâb-ı Hakk’ın inkârcılara 
kıyamet günü nazar etmeyeceğini (rahmet gözüyle bakmayacağını) 
açıklamıştır (Âl-i İmrân 3/77). Ayrıca inkârcıların cehennemde ebedî 
kalacaklarını, azaplarının hafifletilmeyeceğini bildiren bir kısım âyetlerde “ve 
lâ hüm yunzarûn” kaydı da yer alır
79
 ki, bir kısım müfessirler bunu, onların 
ilâhî nazardan mahrum kalacakları tarzında anlamışlardır. Allah’a hesap 
vereceklerini dünyada unutanları Allah’ın da kıyâmet günü unutacağını yani 
cehenneme terk edip bütün istek ve feryatlarını cevapsız bırakacağını bildiren 
âyetleri
80
 de burada dikkate almak gerekir.  
Uhrevî cezâyı inkârcılar için ebedi görmeyenlerin gerekçelerinden biri de 
şudur: Bazı hadislerde belirtildiğine göre
81
 cennete girecek olanlar işledikleri 
ameller sebebiyle değil Allah’ın rahmet ve ihsanı sayesinde bu nimete nail 
olacaklardır. Buna göre cehennem ehlinin de ilâhî bir lutfa mazhar olmaları 
beklenir.
82
 
                                                 
78
 İbn Receb el-Hanbelî, et-Tahvîf mine’n-nâr, s. 220. 
79
 meselâ bk. Bakara 2/162; Âl-i İmrân 3/88; Nahl 16/85. 
80
 A’râf 7/51; Secde 32/14; ayrıca bk. Tevbe 9/ 67. 
81
 Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 451, 482; III, 362; Buhârî, Rikâk 18; Müslim 
Manâfikûn 71. 
82
 bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Azap”, DİA, IV, 307. 


Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   73




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə