Böyle bir yöneliş, çoğu zaman bu gibi kimselerin belirgin bir
özelliği olan "ısırmak için açılan bir ağız" ile simgelenebilir.
Çoğunlukla başkalarını "yaralayacak" ya da kıracak şekilde
eleştirilerde bulunmaları bir kelime oyunu değildir. Tavırları,
düşmanlık ve başkalarını kullanma gibi iki özelliğin karışımı ile
belirlenmiştir. Onlar için herkes bir sömürü objesidir ve yararlılık
derecesine göre değerlendirilmektedir. Alıcı tipi belirleyen güven
ve iyimserliğin yerini, burada şüphe, küçümseyici bir alaycılık,
haset ve kıskançlık almıştır. Yalnızca başkalarından alabilecek-
leri şeylerden tatmin duydukları için, başkalarının sahip olduğu
şeyleri abartırlar, kendilerininkileri ise küçümserler.
(c) Biriktiriri Yöneliş
Alıcı ve sömürücü tipler, elde etmek istedikleri şeyleri dış
dünyadan beklemek bakımından birbirlerine benzedikleri halde,
biriktirici yöneliş onlardan adamakıllı farklıdır. Bu yönelişteki
insanlar dış dünyadan yeni bir şey alabileceklerine pek
inanmazlar; ancak biriktirdikleri ve tutumlu davranıp artırabil-
dikleri zaman kendilerini güvenli hissederler; harcamayı ise tehli-
keli bir şey olarak görürler. Kendi etraflarına sanki koruyucu bir
duvar örmüşlerdir ve başlıca amaçları bu kale duvarlarının içine
mümkün olduğu kadar çok şey yığmak ve dışarıya mümkün
olduğu kadar az şey çıkarmaktır. Cimrilikieri para ve maddî
şeylerle ilgili olduğu kadar, duygular ve düşüncelerle de ilgilidir.
Sevgi, tam anlamı ile, bir sahip olmadır; kendilerinden bir şeyler
verecek yerde, "sevilen" kişiye sahip olarak sevgiye ulaşmaya
çalışırlar. Biriktirici tipten olan bir kimse insanlara, hattâ
hatıralara karşı çoğu zaman özel bir bağlılık gösterir. Duygusai
oluşları yüzünden, geçmişi bir altın çağ olarak görürler; geçmişe
* Yazar burada, ingilizcede "ısırmak" anlamına gelen "bite" kelimesi ile "acı,
keskin, yaralayıcı" anlamına gelen "bitina" kelimesi arasındaki ilişkiye dikkati
çekmek istemiştir. (Çevirenin notu.)
87
tutunurlar, geçip gitmiş duygularının ve yaşantılarının hatırala-
rına gömülürler. Her şeyi bilirler, ama hiçbir şey ortaya koya-
mazlar ve yaratıcı bir şekilde düşünemezler.
İnsan bu gibi kimseleri de yüz ifadelerinden ve hareket-
lerinden tanıyabilir. Ağızları sıkı sıkıya kapanmıştır; hareketleri
her şeyden el-çekme tavırlarına uygundur. Alıcı tipten olan bir
kimsenin el hareketleri davet edici ve sanki yuvarlakmış gibi
göründüğü, sömürücü tipin el hareketleri ise saldırgan ve sanki
karşısındakine batacakmış gibi sivri olduğu halde, biriktirici tipin
el hareketleri kendisiyle dış dünya arasındaki sınırları belirtmek
istermiş gibi köşelidir. Bu yönelişteki başka bir ayırt edici nitelik
de ukalaca bir düzenliliktir. Biriktirici tip, nesnelerde, düşünce-
lerde ve duygularda düzenli olmak ister, ama tıpkı hatıralarda
olduğu gibi, bu düzenlilik katı, yani esnekliği olmayan ve hiçbir
olumlu sonuç vermeyen bir düzenliliktir. Eşyaların yerinden
oynamasına, yerli yerinde olmamasına katlanamaz ve onları
otomatik olarak tekrar yerine koyar. Ona dış dünya, kale duvar-
ları ile çevirdiği dünyasına zorla girecekmiş gibi gelir; böyle bir
zorla girme tehlikesini önleyebilmek için, dış dünyada her ne
varsa yerli yerine koyarak ve yerli yerinde tutarak dış dünyaya
egemen olmak ister: Onun için düzenliliğin anlamı budur, içten
gelen bir zorlama ile titiz oluşu, dış dünya ile teması kesmek
ihtiyacının başka bir ifadesidir. Kendi sınırlarının dışında kalan
şeylerin tehlikeli ve "kirli" olduğunu hisseder. Kendisini tehdit
eden temasları, tıpkı kirli şeylerle ya da kirli insanlarla temas
ettikten sonra yıkanmayı tavsiye eden dinsel bir kurala
benzeyen zorlayıcı bir yıkanma ile yok etmek ister. Her şeyi
yalnızca yerli yerine koyma zorunluluğunu duymakla kalmaz,
aynı zamanda her şeyin uygun bir zamanı olmasını da ister;
saplantıya varan bir dakiklik, biriktirici tipin ayırt edici niteliğidir;
bu da dış dünyaya egemen olmanın başka bir yoludur. Bir insan
dış dünyayı, kale duvarları ile çevrilmiş kendi dünyası için bir
ı
127
tehlike olarak görüyorsa, inatçılık akla uygun bir tepki olacaktır.
Her şeye her zaman "hayır" demek, dış dünyanın kendi dünya-
sına zorla girme tehlikesine karşı gösterilen otomatik bir savun-
madır; bulunduğu yere sımsıkı tutunmak, oradan itilme tehlike-
sine karşı başvurulan bir çaredir. Bu gibi kimseler yalnızca belli
bir miktar kuvvetleri, enerjileri ya da düşünce yetenekleri oldu-
ğunu hissetme eğilimini gösterirler ve onları kullanacak olur-
larsa, bu birikimlerinin azalacağını ya da tükeneceğini ve hiçbir
zaman tekrar yerine konamayacağını sanırlar. Bütün canlı var-
lıkların kendi kendini yenileme gücünde olduğunu, etkinlik gös-
termenin ve kendi güçlerini kullanmanın kuvveti artırdığını,
hareketsizliğin ise felce uğrattığını anlayamazlar, onlar için,
ölüm ve yıkıcılık hayattan ve gelişmeden daha gerçektir. Yarat-
ma eylemi işittikleri, ama inanmadıkları bir mucizedir. En çok
değer verdikleri şeyler düzen ve güvendir; ilkeleri şudur: "Güne-
şin altında yeni bir şey yoktur." İnsanlarla sıkı fıkı olmak, iç içe
yaşamak onlar için bir tehlikedir; onlara güvenlik veren şey, ya
başkalarından uzak durmak, ya da bir tek kişiye sahip olmaktır.
Bıriktirici tip kuşkucudur ve gerçekte şu anlama gelen, kendine
özgü bir adalet anlayışı vardır: "Benimki benim, seninki senin."
(d) Pazarlama Yönelişi
Pazarlama yönelişi, ancak çağdaş dönemin belirgin bir
özelliği olarak ortaya çıkmıştır. Bu yönelişin özel niteliğini anla-
yabilmek için -yalnızca bu yönelişe benzemesi bakımından de-
ğil, aynı zamanda böyle bir karakter yönelişinin çağdaş insanda
gelişmesinin temeli ve ilk şartı olarak da- pazarın çağdaş top-
lumdaki ekonomik fonksiyonunu göz önünde bulundurmak zo-
rundayız.
Değiş-tokuş, en eski ekonomik mekanizmalardan biridir.
Şu var ki, geleneksel yere! pazar, çağdaş kapitalizmde gelişmiş
olan pazardan çok farklıdır. Yerel bir pazarda alışveriş yapmak,
89
öteberi değiştirmek, insanlarla buluşma fırsatı yara maktaydı.
Üreticiler ve alıcılar birbirlerini tanıyorlardı; oldukça küçük grup-
lardı bunlar; istek az çok biliniyordu, böylece üretici bu özel iste-
ği karşılayacak şeyleri üretebiliyordu.
Çağdaş pazar
8
artık bir buluşma yeri değil, kişisel olmayan,
soyut isteklerle belirlenmiş bir mekanizmadır. Burada belli bir
alıcı çevresi için değil de, böyle bir pazar için mal üretilmektedir;
kaderi, sürüm ve istek yasalarına bağlıdır; üretilen malın satılıp
satılmayacağını ve fiyatını belirleyen şey budur. Bir çift ayakka-
bının kullanım değerine olursa olsun, sürüm istekten daha fazla
olduğu zaman, bazı ayakkabılar ekonomik bir ölüme mahkûm
olacaklardır; ya da hiç üretilmeyebileceklerdir. Üretilen malların
alım-satım değeri söz konusu olduğu sürece, pazarın kurulduğu
gün bir "kıyamet günü" yargılanma ve hesaplaşma günü halini
almıştır.
Okuyucu, pazarın bu şekilde açıklanmasının, sorunu aşırı
derecede basitleştirmek olduğunu söyleyerek itiraz edebilir.
Üretici, isteği önceden kestirmeye çalışabilir; hattâ tekelcilik
şartları altında, isteği bir dereceye kadar denetleyebilir. Bununla
birlikte, pazarın düzenleyici fonksiyonu, öteden beri şehir orta
sınıfının karakter gelişmesi üzerinde ve bu sınıfın sosyal ve
kültürel etkisiyle halkın tümü üzerinde derin bir etkide bulunacak
kadar kuvvetli olmuştur ve hâlâ kuvvetlidir. Değerin pazarla ilgili
bir kavram oluşu, kullanım değeri üzerinde değil de alım-satım
değeri üzerinde durulması, başka insanların değerini, özellikle
insanın kendine vermiş olduğu değeri aynı şekilde yorumlamaya
yol açmıştır. Bir insanın kendini bir mal olarak görmesinden ve
8
Çağdaş pazarın tarihini ve fonksiyonunu incelemek için, K.Polanyi'nin The
Great Transformation (Nevv York: Rinehart and Company, 1944) adlı eserine
bakınız.
ı
127
Dostları ilə paylaş: |