EHL-İ BİD'ATTA TEKFİR
Ehl-i bid'atm tekfir anlayışına geçmeden önce, bu -tabirin neyi ifade ettiğini anlamak faydalı olur. Türk-çemizde ehl-i kıble tabiriyle beş vakit namaza devam eden kişiler anlaşılır. Fakat. kelâmcılar ve fıkıhçılar ehl-i İslâm veya ehl-i kıble tabirleri konusunda değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Mu'tezileden el-Ka'bî'ye (v. 319/931) göre «Hz. Peygamberin nübüvvetinin ve getirdiği şeylerin doğru ve gerçek olduğunu söyleyenler» ehl-i İslâm diye anılırlar. Bu görüş, Isfahan ya-hûdilerinden olan 'îsevilerın, Rasûlüllahın peygamberliğini ve getirdiği şeylerin hak olduğunu söyledikleri, fakat onun araplara gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ettikleri için, hiç bir kimse tarafından ehl-i İslâm'ın bir grubu olarak nitele ndirümed iği şeklinde bir itirazla karşılaşmıştı.89
Kerrâmiye mezhebine göre de İslâm ümmeti ve ehl-i kıble tabiriyle kelime-i şehâdeti söyleyen herkes kastedilir. Ehl-i sünnet kelâmcıları ve fıkıhçılan ise; «Ehl-i Kıble sözü, Kâ'be'ye doğru namaz kılmanın farzıyyetini kabul eden mânâsını taşır.» demişlerdir.90 Alî el-Kâri Cv. 1014/1606) de ehl-i kıbleden maksadın, âlemin hadis olması, cesetlerin tekrar diriltilmesi, Allah'ın hem külliyâtı hem de cüz'iyyâtı bilmesi gibi inançları ile zarûrât-ı dîniyye üzerinde ittifak eden kimseler olduğunu zikretmiştir.91
Bu duruma göre ehl-i kıbleyi ve İslâm ismiyle vasıflandıralan toplulukları ehl-i sünnet ve ehî-i bid'at diye ikiye ayırmak uygun olur. Ehl-i sünnet diye, Ra-sûlüllahm ve onun ashabının izinde yürüyen ve onun inanç sistemini kendine rehber edinen topluluk anlaşılır ki, Selefiyye ile Mâtüridiyye ve Eş'ariyeye mensup olan kıble ehli bunlardır. Ehl-i hak veya nâciye fırkası diye de isimlendirilir. Ehl-i bid'at ise, ehl-i sünnetin mümeyyiz özelliği olarak zikredilen hususlarda onun muhalifi olan, Rasûlüllahm yolundan ayrılarak şer'i kisvesine büründürülmüş ve dinde sonradan uydurulmuş şeyleri işleyen topluluktur. Bu topluluğun bazıları, bid'at olan şeyi işlerken bazen Allah'a aşırı kulluk düşüncesi içinde olmuşlar, bazen de kendi arzu ve heveslerine tabi olmuşlardır.92
Kendi inanç, düşünüş ve anlayışına muhalif olanı tekfir etmek, hakikata ve kurtuluşa ermenin ancak kendi yollarına uymakla mümkün olduğunu söylemek ehl-i bid'atm belli başlı özelliğidir. Bu özelliği kelâma ve mezhepler tarihçisi el-Bağdadı (v. 429/ 1038) el-Fark beyne'l-Fırak isimli eserinde şöyle zikreder: «Ehl-i sünnetin muhalifleri (ehl-i bid'at) tekfir belâsına giriftar olmuşlar, birbirlerini tekfir etmişlerdir. Bu sebeple onlar birbirlerini tekfir eden hiristi-yan ve yahûdilere benzerler»93. İmam Ebû Hanife'nin (v. 150/767) el-Fıkhu'1-Ekber isimli akâid risalesini şerheden Alî el-Kâri (v. 1014/1606) de bu konuda şunları söyler: «Birbirlerine kâfir demek ehl-i bid'atm ayıplarmdandır. Ehl-i sünnetin güzel taraflarından biri de birbirlerini tekfir etmeyip, olsa olsa hataya nis-bet etmeleridir» .94
Muhatabın, inanış, söz ve fiilleri hakkında derinlemesine araştırma yapmadan, delillerini incelemeden, sırf kendinden değişik düşünüyor diye tekfir edilmesi ehl-i bid'atta sık rastlanan bir davranıştır.
Ehl-i bid'atta tekfir iki şekilde cereyan etmiştir: îlki, ehl-i bid'atm birbirini tekfiri, ikincisi de ehl-i bid'atm ehl-i sünneti tekfiri. Biz ehl-i bid'atta tekfir başlığı altında her iki konuyu, ayrı ayrı incelemek yerine, ehl-i bid'at mezheplerinin tekfir anlayışlarını açıklarken bir arada inceleyeceğiz. Ehl-i bid'at mezheplerinin en büyükleri olan Havâric, Mutezile, Şî'a ve Murcie'nin tekfir anlayışlarına temas ederek konuya açıklık getirmek mümkün olacaktır. 95
A- Haricîlerde Tekfir
Ehl-i bid'at fırkalarının en sert, insafsız ve mutaassıbı olan Hâricilere göre iman, kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve farz olsun, nafile olsun bütün tâatlan işlemekle gerçekleşir. Dolayısıyla büyük veya küçük günah işleyen kimse kâfir olarak ebedi cehennemde kalacaktır. İmanın muhtevasına dair görüşleri incelerken açıkladığımız gibi bu konuda Hâriciler nasslann zahirlerine kaskatı sarılmışlardır. Âyetlerin ve hadislerin ruhuna nüfuz edemediklerinden taassuba dalmışlar, başta sahabenin mümtaz kişileri olmak üzere, büyük günah işlediler iddiasıyla pek çok mü'mini tekfir etmişlerdir. Haricîler büyük günah isleyenin mümin olmadığında birleşmelerine rağmen, böyle bir kimsenin kâfir, münafık veya müşrik olmasında ihtilaf etmişlerdir.
Haricî mezheplerinden Sufriyyeye göre büyük günah işleyen, puta tapan kişi gibi müşriktir. 96 Bir başka Hârici kolu Ezârika da aynı görüşü paylaşır.97 Bekriyye koluna göre ise münafıktır. Hârici fırkalarının en mutedili ve sünni çizgiye en yakını olan, dolayısıyla varlığını günümüze kadar devam ettiren İbâ-diyye'ye göre, büyük günah işleyen kimse kâfirdir. Yalnız onlara göre buradaki küfür şirk mânâsında olmayıp, Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük edip, şükretmem ek tir. 98 Bu bakımdan büyük günah işleyen bir müslüman mü'min değil muvahhiddir. Küfrân-ı nimet içindedir. Bu kimsenin ceza çekeceği ve cehenneme gideceği şüphesizdir. Fakat cehennemde kalmamak için yegâne kurtuluş yolu tevbedir. Zira İbâdiye-ye göre tevbe kapısı açıktır. Bir kimse günde yetmiş defa günah işlese ve tevbe etse, sonra tekrar yapıp tekrar tevbe etse bile, Allah kullarının tevbesini kabul eder, günahları bağışlar ve onların ne yaptıklarını bilir.99
Hâriciler büyük günah işleyen kimseyi tekfir ederlerken İblis hâdisesinden bahseden Kur'ân âyetiyle 100 istidlal ederler. Onlara göre İbîîs Allah'a karşı itaatkâr ve onu bilen birisi iken Hz. Âdem'e secde etmekten kaçınarak büyük günah işlemiştir. Bu sebeple o kâfir olarak lanetlenmiş ve ebedi cehennemde kalmasına hükmolunmuştur.101
Büyük günah işleyenin küfründe müttefik olan Hâriciler Sıffîn savaşında hakem usulünü kabullenmesi sebebiylede Hz. Ali'nin Cv. 40/661) kâfir olduğunda hemfikirdirler. Yalnız Hz. Alî'nin küfrü şirk mânâsında mıdır, yoksa değil midir? mevzuunda ihtilâf etmişlerdir. Bu iki konuda birleşen hârici mezhepleri, tekfir müessesesini farklı şekillerde işletmiş, selefe karşı takındıkları sert tavn, çoğu zaman diğer hârici fırkaları için de takınarak tekfir silâhını kendilerine karşı da kullanmışlardır.
Hz. Alî'ye isyan ederek ilk haricî grubunu oluşturan Muhakkime-i Ûlâ'ya göre Hz. Alî hakem olayında hata etmiştir. Onlar Hz. Osman'ın (v. 35/656), Hz. Alî'nin, pek çok sahabenin ve büyük günah işleyen kimselerin kâfir olduğunu söylemiş lerdir . 102
Nâfi' İbnu'l-Ezrak'm (v. 65/685) görüşlerini benimseyen Ezârikaya göre Hz. Osman, Ali, Talha (v. 36/656), Zübeyr (v. 36/656), Âişe (v. 58/678), İbn Ab-bâs (v. (fe/687) ve onlarla aynı görüşü benimseyen diğer müslümanlar küfre düşmüşlerdir. Ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Kendilerine çeşitli konularda muhalefet edenlerin çocuklarını ve kadınlarını öldürmek mubahtır. 103 Çünkü onlarca Ehl-i İslâm'dan kendilerine muhalefet, edenler müşriktirler. 104
Sufriyye mezhebi de sahabenin tekfirinde Ezâri-3ta gibi hareket eder. 105
İbâdilerin çoğunluğuna göre, ehl-i kıbleden ken--dilerine muhalif olanlar kâfirdir. Fakat müşrik değildirler. Onlarla nikahlanmak ve karşılıklı mirasçı olmak helâldir. Muhaliflerin yurdu dâr-ı küfürdür. Kendilerine muhalefet edenleri öldürmek haramdır. 106
Beyhesiyyenin Avniyye CAvfiyye) diye bilinen kolunun diğer hârici mezheplerinde rastlanmayan bir görüşüne göre, devlet başkanı küfre düşerse tebaası da küfre düşer. Yine bu mezhebe göre küfür diyarında yaşayanların tamamı müşriktir.107
Hârici fırkalarının birbirlerini tekfir edişlerine gelince; Ezârika'nm kurucusu Nafi' ibnu'l-Ezrak, kaa-deyi yani kendileriyle aynı fikirde olup da ayaklanmaya katılmayan ve olayların durulmasını bekleyenleri tekfir etmiş, böylelerinden teberri etmeyi (uzaklaşmayı) gerekli görmüştür. 108 Çünkü Nâfi'ye göre ta-kiyye (kendini tehlikeden korumak için inancını ve fikrini gizlemek) ister sözde, ister fiilde olsun caiz değildir.109 Nafi'nin bu görüşleri Necedât'm kurucusu Necdet b. Âmir (v. 69/688) tarafından tepki ile karşılanmıştır. Necdet takıyyenin caiz olabileceğini söylemiş, bu sebeple kendi fikirlerini benimseyen, fakat isyana katılmayıp muhalifleri içinde kalanların kâfir sayılmayacaklarını savunmuş, bu görüşünü desteklemek için, de Kur'ân'dan delil getirmiştir.110Necdet ayrıca kaadeyi tekfir etmemesi için Nâfi'e mektup yazmış, bu mektubunda muhaliflerin mallarını yağmalamayı helâl görmemesini Nâfi'den istemiş, Nâfi* ise cevabi mektubunda kendi görüşünün doğru olduğunu söyleyerek, yukanki konularda Allah'tan sakınmasını ve görüşlerinden dönerek işlediği günahtan tevbe etmesini Necdet'ten istemiştir. 111
Görüldüğü gibi tbâdiyye hariç tutulursa, diğer hârici fırkaları büyült günah işleyen kimseleri tekfir ederek, bu müesseseyi en çok işleten mezhepler olmuşlardır. 112
B- Mu'tezilede Tekfir
İmanı kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve bir takım vecibeleri işlemektir diye tarif ederek, ameli imanın bir parçası kabul eden Mu'tezileye göre büyük günah işleyen kimse ne mü'mindir, ne de kâfirdir. Bu iki mertebe arasında fısk denilen bir mertebededir. Bu mertebede olana fâsık denilir. el-Menziletü beyne'1-men-zileteyn diye meşhur olan bu görüş Mu'tezilenin beş esasından biridir. Mu'tezileye göre büyük günah işleyen fâsık tevbe etmeden ölürse - kalbinde imanı bulunsa bile - kâfir olarak ebedi cehennemde kalacaktır.
Mu'tezileye göre sâhib-i kebîreye (büyük günah işleyene) mü'min denilemez. Çünkü işlediği büyük günah sebebiyle kötülenmiş, lanetlenmiş ve aşağılanmıştır. Halbuki şeriatta mü'min diye, övgü, sevgi ve ta'zînıe lâyık kimseye denir. Öyleyse büyük günah işleyen kimse mü'min değildir.113 Yine böyle bir kimseye kâfir de denilemez. Zira şeriatta büyük cezayı hak edene kâfir denir. Kâfir dünyada da müslüman kadınla nikahlanma, mirasçı olma, müslümaii mezarlığına defnedilme gibi hükümlerden mahrum bırakılmıştır. Halbuki büyük günah işleyen bu haklardan mahrum bırakılamaz. Öyleyse o kâfir de değildir.114 Küfür ile iman arası bir mertebededir, yani fâsıktır.
Her ne kadar Mu'tezile ile Hâriciler büyük günah işleyenin âhiretteki durumu hakkında fikir birliğine varmış gibi görünüyorlarsa da iki yönden birbirlerinden ayrılırlar:
1- Hâricilere göre büyük günah işleyen kâfirdir, ebedi cehennemliktir. Mu'tezileye göre fâsıktır. Tevbe etmeden ölürse ebedi cehennemliktir.
2- Cezanın ebedî olabilmesi için Mu'tezileye göre işlenen günahın büyük olması gerekir. Haricîlere göre her taat imanın bir parçasını teşkil ettiğinden, her günah kişiyi küfre sokar. Ebedî azaba duçar eder.115
Mu'tezile, büyük günah işleyen kimsenin mü'min ve kâfir olmayıp, bu iki mertebe arasında bir mertebede olduğu fikrini ispat için nakli've aklî deliller ileri sürer. Şimdi bunları görelim. 116
1. Nakıî Deliller
a) Kur'ân âyetleri: Mu'tezilenin nakli delil olarak ileri sürdüğü Kur'ân âyetlerinin ilkinde Allah «Mü'min olan hiç fâsık olan gibi olur mu? Onlar müsavi olmazlar» 117 buyurmuştur. Bu âyetten hareketle fâsık mü'min değildir, derier. Ehl-i sünnete göre âyette zikredilen fâsıktan kasıt kâfirdir. Çünkü küfür fıskm en büyüğüdür".118
Bir başka âyette: «Gerçekten bir kimse günah (seyyie) kazanır da, suçu kendisini çepeçevre kuşatırsa, onlar cehennemin sahibidirler. Orada ebedî kalıcıdırlar» 119 buyurulmuş, diğer iki âyette de :
«Kim Allah'a ve peygamberine isyan eder ve haddi aşarsa, Allah onu ebedî kalmak üzere cehenneme koyar" 120«Kim bir mü'mini kasten Öldürürse cezası ebedî kalmak üzere cehennemdir» 121denilmiştir.
Mu'tezile bu âyetlerin ışığı altında büyük günah işleyenin mü'min olmayacağını, tevbe etmeden öldüğü takdirde ebedi cehennemde kalacağını söylemiştir. Ehl-i sünnet ise, el-Bakara sûresi 81. âyetindeki «sey-yie«-den maksadm şirk olduğunu, çünkü günahın mü'mini her yönüyle kuşatmasının tasavvur edilemeyeceğini, böyle bir kişide bulunan imanın, günahın kişiyi kuşatmasına engel teşkil ettiğini ileri sürmüştür.122
EhM sünnet, en-Nisâ' sûresi 14. âyetinin mânâsının «Kim Allah'a ve Rasûlüne küfrederse (inkâr ederse) ve haddi aşarsa, Allah onu ebedi kalmak üzere cehenneme koyar» şeklinde olduğunu söylemiştir. Zira haddi aşmak ancak kâfir için söz konusudur. Yetmiş sene Allah'a itaat eden bir mü'minin, bir günahla haddi aşması düşünülemez.123
Mu'tezilenin delil olarak ileri sürdüğü son âyeti ehl-i sünnetin ne şekilde anladığını daha önce zikretmiştik.
b) Hadisler: Mu'tezilenin, büyük günah işleyenin mü'min olmadığına delil getirdiği hadîslerin en meşhuru «Zina eden kimsenin mü'min olduğu haî-de zina etmeyeceği» şeklinde başlayan hadîstir. 124Halbuki Ehl-i sünnetin bu hadisi; «Zina yapan kimse kâmil mü'min olarak zina yapmaz. Zina yapan kişi yaptığı işi helâl görerek yaparsa, mü'min olarak zina yapmaz» mânâsında ele aldığını daha önce açıklamıştık.
Mu'tezilenin delili olan diğer bir hadîste, «Emanete riayet etmeyen kimsenin imanı yoktur» 125denilmiştir. Bu hadîse göre emaneti gözetmeyerek büyült günah işleyenin mü'min olmaması gerekir. Ehl-i sünnet ise aynı hadisin, emanetin gözetilmesini temin etme ve günahlardan sakındırma gayesiyle söylenmiş bir hadîs olduğunu ileri sürmüştür. 126
2. Akli Delil
Mu'tezilenin bu konuda ileri sürdüğü aklî delil şöyledir: -Ümmet büyük günah işleyenin fâsık olduğunda ittifak ettikten sonra, Ehl-i sünnet fâsıkm mü'min, Haricîler kâfir, el-Hasan el-Basri (v. 110/728) de münafık olduğunu söyleyerek ihtilâf ettiler. Biz ittifak edileni kabul ederek, ihtilâf edileni terkettik. Bu sebeple büyük günah işleyen fâsıktır. Fakat mü'min, kâfir veya münafık değildir dedik».127
Ehl-i sünnet bu söze itiraz ederek, Mu'tezilenin büyük günah işleyene fâsık demekle yetinmediğini, fâsıkm küfür ile iman arasında bir mertebede olduğunu söyleyerek ittifak edileni almayıp, ihtilaflı olanı kabullendiğini, dolayısıyla kendi iddialarını kendilerinin çürüttüğünü, ayrıca küfür ile iman arasında bir üçüncü mertebenin bulunmadığına dair selefin icmâına muhalefet ettiklerini söylemiştir.128
Ameli mevzularda ise Mu'tezilenin tekfir ve ihbât (amelleri boşa giderme) anlayışı şöyle özetlenebilir:
Bir mükellef ya sadece tâatları işler veya sadece günahları işler. Yahut ta hem taat hem de günah işleyerek ikisinide kendinde toplamış olur. Sırf taat işlerse kurtuluştadır. Yok eğer sırf günah işlerse o zaman taatı yok demektirki, kâfir olur. Fakat üçüncü bir durum ise, hem günah hem de taat işleyen için durum ne olacaktır? Böyle bir kişinin işlemiş olduğu taatların ve günahların eşit olması düşünülemez. Öyleyse ya taatı fazladır ya da günahı fazladır. Çok olanın azı düşürmesi gerekeceğinden taatı fazla olan kurtuluşa erer, günahı fazla olan ise küfre nisbet edilir ve amellerinin boşa gittiğine hükmblunur. 129
Mu'teziîeden Vâsüıyyeye göre Cemel ve Sıffin savaşlarına katılanlar kafir de değildirler, mü'min de değildirler, fasıktırlar.130 Dolayısıyla büyük günah işleyen kimse hakkındaki görüşleri gereği, onlar da tevbe etmeden ölmüşlerse ebedî cehennemde kalacaklardır.131
Mu'tezilenin mütekaddimîni itikadı konularda tevhide zıt olduğu, ezelî varlıkların çoğaltıldığı gerekçesi ile, Allah'ın sıfatlarının zâtı üzerine zâid ezeli sıfatlar olduğunu söyleyenleri, kulların fiillerinin Allah tarafından yaratıldığı inancında olanları tekfir eder. Bu sebeple bilhassa Cebriyeye karşı çok sert bir tavır takınarak onları kâfir sayarlar. Hatta el-Cüb-bâi'nin (v. 303/916) şöyle dediği rivayet edilir: «Cebriyeye mensup kişi kâfirdir. Cebriyeye mensup kişinin kâfir olduğunda şüphe eden de kâfirdir. Şüphe edenin küfründe şüphe eden de kâfirdir».132
Ebu'l-Hüzeyl el-'Allâf (v. 235/850) ve ona tabi olanlara göre insanlar üç sebeple tekfir edilirler:
a) Allah'ı yaratıklarına benzetmek (teşbihe yönelmek) .
b) Peygamberleri vasıtasıyla insanlara haber verdiği şeylerde Allah'ı yalanlamak.
c) Ümmetin üzerinde icmâ ettiği şeyi reddetmek.133 Hüzeyliyyeniıı son görüşüne göre icmâı inkâr küfür olmaktadır. Halbuki bir başka mu'tezîlî en-Naz-zâm (v. 231/845) ise icmâı şeriatta bir delil olarak kabul etmez.134Hüzeyliyye diğer varlıkların görüldüğü gibi Allah'ın görüleceğini söyleyenleri de tekfir eder.135
îsâ b. Sabîh Cv. 226/840) tarafından kurulan Mur-dâriyeye göre de, Allah'ın görülebileceğini, Kur'ân'ın kadîm olduğunu, kulların fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını söyleyen tekfir edilir'"'.136
Mu'tezile tekfir işlemini kendi arasında da sürdürmüştür. Mu'teziîe kelâmcılanndan Bağdat ekolü mensupları ile Basra ekolü mensupları arasında çok fahiş ihtilâflar vardır. Bu ihtilâfların bini aşan bir bölümünde Bağdat ve Basra mu'tezilîlerinin bir kısmı diğer bir kısmını karşılıklı tekfir etmektedir". 137İki ekolün birbirlerini tekfire sebep olan ve üzerinde ihtilâf ettikleri meselelerden biri şudur: Her iki gruba göre kâfirin küfründe şüphe etmek küfürdür. Bağdat ekolüne göre şüphe edenin kâfir olduğunda şüphe etmek te küfürdür. Bu tekfir silsilesi devam eder gider. Basra ekolüne göre ise, kâfirin küfründe şüphe küfürdür. Yani silsiledeki ilk şüpheci kâfirdir. Silsilenin diğer şüphecileri ise fâsıktır.138
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Mu1-tezile büyük günah işleyenlerin tevbe etmeden ölürlerse ebediyen cehennemde kalacaklarını söylemiş, bu konuda Haricîlerden biraz daha müsamahalı bir tutum içerisine girmiştir. 139
C) Şî'a'da Tekfir
Devlet başkanlığı vazifesinin Ehl-i Beytin hakkı olduğunu savunan Şî'a başlıca dört kola ayrılır
1. İmâmiye,
2. Zeydiyye,
3. Galiye,
4. İsmâ'üiyye. Keysânîye de ğâliye içinde mütalâa edilebilir. Bu dört ana grubun içinde tekfir meselesinde mutedil davrananı İmâmiye ile Zeydiyye'nin selefi olmuştur. Galiye fırkaları, İsmâ'iliyye ile İmâmiye ve Zeydiyyenin halefi bu konuda çok katî davranmışlardır.
1. İmâmiyeye mensup mutaassıp şahıs ve gruplar, Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali'ye iv. 40/661) bey'at etmedikleri için sahabeyi tekfir etmişlerdir.140
2. Zeyd b. Alî (v. 122/740)'ye uyan kimselerin meydana getirdiği Zeydiyye itikadı konularda Mu'-tezilenin fikirlerini benimsemiştir. Zira Zeyd b. Ali Mu'tezüenin kurucusu Vâsıl b. Atâ'dan (v. 131/748) ders görmüştür. Bu sebepledir ki, büyük günah işleyen kimse - Mu'teziîede olduğu gibi - tevbe etmeden ölürse Zeydilere göre ebedi olarak cehennemde kalacaktır.141
îmâmet meselesinde ise Zeydiyeyi iki grupta toplamak mümkündür. İlk grup Hz. Ebû Bekr (v. 13/634) ve Ömer'in (v. 23/644) imametini tanıyan ve sahabeyi tekfir etmeyen, gruptur ki, bunlar Zeydiyyenin selefini teşkil ederler ve râfızî ismiyle anılmazlar. İkinci grup ise Zeydiyyenin halefidir. Hz. Ebû Bekr ve Ömer'in hilâfetini reddederler. Dolayısıyla râfızüer-den sayılırlar.142 Bu son grup k£ndi arasında Cârûdi-ye, Süleymâniye ve Buteyriyye (Butriyye) olmak üzere üçe ayrılır. Her üç fırka da Hz. Ali'ye (v. 40/661) devlet başkanı olarak bey'at etmediklerinden sahabeyi tekfir ederler.143 Cârûdİlere göre sahabe istisnasız olarak Hz. Peygamberden sonra Hz. Ali'ye bey'at etmedikleri için küfür ve dalâlete düşmüşlerdir. 144Bu durumda cennetle müjdelendikleri halde, Hz. Ebû Bekr (v. 13/634), Ömer (v. 23/644) ve Osman'ı iv. 35/656) tekfir etmektedirler.
Süleymâniye ye göre sahabe Hz. Ebû Bekr ve Ömer'e bey'at ederek hatâ etmiştir, küfre düşmemiştir. Hz. Ali Osman'dan daha üstün olduğu halde, Hz. Osman'ın Hz. Ali'den imameti gasbettiğini söyleyerek onu tekfir ederler. 145Tekfir halkasını biraz daha genişleten Süleymâniler bu dairenin içine Talha (v. 36/656),
Zübeyr (v. 36/656) ve Âişe'yi (v. 58/678) de alırlar.146 Buteyriyye (Sâlihiyye) ise imamet meselesinde Süleymâm'ye gibi düşünür. Ancak Hz. Osman hakkında mü'min midir?, yoksa kâfir midir? diye durur. Hz. Osman için cennetle müjdelenen on kişiden biri olduğuna dair haberler işitilince onun müslümanlığına hükmetmek gerektiğini, Ümeyye oğullarına .aşırı düşkünlük göstererek bir takım bid'atları işlediğine, sahabenin yoluna uymayan işlerle uğraşıp, müstebit davrandığına dair haberleri görünce de onu tekfir etmek gerektiğini söyleyen Buteyriyye, Hz. Osman hakkındaki hükmü Allah'a havale etmeyi uygun görür.147 Zeydiyye grupları tekfir işlemini kendi aralarında da uygularlar. Süleymâniye ve Buteyriyye, Hz. Ebû Bek" ile Ömer'i tekfir ettiği için Cârüdiyeyi tekfir ederler. Cârüdiye de Hz. Ebû Bekr ve Ömer'i tekfir etmedikleri için Süleymâniye ve Buteyriyeyi tekfîr eder.148
3. Başlıca inançları arasında teşbih (Allah'ın yaratıklarına benzetilerek cismânî bir varlık olduğuna inanılması), Bedâ (Allah'ın ilminin değişmesi, ona sonradan bazı şeylerin zahir olması), hulul (imamların ruhuna veya bedenine Allah'ın girmesi) ric'at etmediği için ümmeti tekfir etmiş, sahabenin mürted (kaybolan bazı şahısların tekrar geri döneceği inancı) ve tenasüh (ölen bir adamın ruhunun başka bir adama veya hayvana geçmesi) gibi esaslar bulunan Galiye tekfir konusunda da çok aşırı davranmış, sahabeyi tekfir etmiştir.
Ğulât-ı Şi'a'dan olan Kâmiliyye Hz. Alî'ye bey'at etmedikleri için sahabeyi, hakkını aramadığı için de Hz. Alî'yi tekfir eder.149
Şi'a kelâmcılarından olan ve teşbih konusunda Ebu'l-Hüzeyl el'Allâf (v. 235/850) ile münazaralarda bulunan Hişâm b. el-Hakem (v. 190/805) ve onuri tâ-büeri durumundaki Hişâmiyye, Ğulât-ı Şî'a'dan olup, Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali'ye bey'at etmediği için ümmeti tekfir etmiş, sahabenin mürted ve münafık olduğunu söylemiştir. Hişâmiyyeye göre, Hz. Ebü Bekr, Ömer, Osman, Talha, Zübeyr ve Âişe bu ümmetin en şerlileri ve küfürde en ileri olanlarıdır. Sahabeden müslüman olarak kalanlar ise Hz. Ali'nin yanında yer alan şu dört kişidir: Ebû Zerr el-Gıfâ-ri (v. 32/652), Mikdâd b. el-Esved (v. 33/653), Selmân el-Fârisî (v. 36/656), Aramâr b. Yâsir (v. 37/657)68.150
4. îmâmiyedeki on iki imam silsilesinin altıncı şahsını teşkil eden Ca'fer es-Sâdık'ın (v. 148/765) ölümünden sonra imametin büyük oğlu İsmâ'n'in (v. 143/ 760) soyuna ait bir hak olduğunu söyleyen, dolayısıyla İmâmiyeden ayrılarak yeni bir fırka hüviyetinde ortaya çıkan İsmâ'îlîler' 151 Hz. Ali'ye muhalefet eden
herkesi tekfir ederler.152
îsmâ'îliyenin bir grubu olan Karâmita, inançlarında ve söylediklerinde kendilerine muhalefet edenleri kâfir ve müşrik olarak görür. Onların kâfir ve müşrik olarak gördüklerinin kanları, malları ve esir edilmeleri helâldir. Yine aynı grup kendi aralarında bile bazılarının mal, beden ve canlarının diğer bazılarına helâl olduğunu, böyle bir hareketin halis iman sayıldığını söylerler. Hatta içlerinden birisi bir kadını, erkeği veya câriye ve köleyi isterse, istekte bulunduğu kişi bu arzuyu mümkün görmese, o kişiyi tekfir ederler".153
İmam el-Gâzzâlî (v. 505/1111) Bâtmiyyenin bid'at ve dalâletlerini, hilelerini, bilgisiz kişileri nasıl aldattıklarını, İslâm dairesinden ne şekilde çıktıklarını açıklamak için kaleme aldığı Fedâihu'l-Bâtıniyye isimli eserinde bir kısım bâtınilerin Hz. Ebû Bekr (v. 13/634) ile Ömer'in (v. 23/644) cennetle müjdelendik-leri, yollarının doğru olduğuna dair haberler bulunduğu halde onları tekfir ettiklerini zikrederek,154 bâtınilerin, bizim, âlemin yaratıcısının bir, kudret sahibi, âlim, irade eden, konuşan, işiten, gören, diri olduğuna, hiçbir şeyin ona benzemediğine inandığımızı, Hz. Peygamberin haber verdiği (haşr, neşr, kıyamet, cennet, cehennem hakkındaki) şeyleri tasdik ettiğimizi bildikleri halde bizi (ehl-i sünneti) tekfir ettiklerini söylerler.155
Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Zeydiye'nin, büyük günah işleyen kimsenin -tevbe etmeden ölürse- ebedî cehennemlik olduğuna dair görüşü hariç tutulursa, Şî'a mezheblerinin tekfir müessesesini, kendilerince itikâdi, Ehl-i sünnetçe fıkhı bir mesele olan imamet meselesinde çalıştırdıklarını görüyoruz.
Şî'a fırkaları tekfir silâhını sadece muhalifleri için değil, kendilerine karşı da kullanmışlardır.156 Çağu zaman bir zeydî bir imâmîyi, bir imâmî bir batini veya bir ğâlîyi, ğâli de bir imâmî veya zeydiyi tekfir etmekten çekinmemiştir. 157
D- Mürcie'de Tekfir
Bid'at mezhepleri içinde tekfir müessesesini en az harekete geçiren mezhep olarak görünen Mürcie, -Hâricilerle taban tabana zıt olarak- büyük günah işleyenleri tekfir etmez. Böyle birinin işlediği günah imanına zarar vermez. Hatta bir tek hayır işlememiş olsa bile imam kâmildir.158 Onlara göre büyük günah işleyenin fâsık olup olmamasıda ihtilaflıdır. Bir kısmı fâsık olduğunu ileri sürerken, diğer bir kısmı da Allaha iman etmenin bütün günahları yok edeceğini ileri sürerek büyük günah işleyenin fâsık diye nitelenemeyeceğini söyler. Zira bir kişiyi fısk ile nitelemek en büyük kötüleme ve kınamadır.159
Mürcie'nin Yûnusiyye koluna göre kibirlenen ve dolayısıyla Allahı ve Hz. Peygamberi bilip, onun emirlerine boyun eğmeyen tekfir edilir. Zira «şeytan Allahı biliyorken kibirlendi ve kâfir oldu» derler.160
Tevmeniyye fırkasına göre imanın beş hasletini terkeden tekfir edilir. İmanın beş hasleti ise; marifet, tasdik, mahabbet, ihlâs ve Hz. Peygamberin getirdiklerini ikrâr'dır. 161 Bu gruba göre yaptığı işi helâl görerek namazı ve orucu terkeden kâfir olur. Zira böyle biri Resûîüllahı yalanlamıştır. Herhangi bir peygamberi öldüren veya tokatlayan tekfir edilir. Tekfir sebebi öldürmek veya tokatlamak değil, Allanın peygamber olarak gönderdiği zatı hafife almaktır".162
İmam el-Eş'arî (v. 324/936) Mürcie'nin ümmet bir kişinin tekfir edilmesinde icmâ etmişse o kişiyi tekfir ettiğini kaydederek, Mürcie'den' Ebû Şemr'in de tevhîd ve kader mevzuunda kendine muhalif olanı tekfir ettiğini zikreder". 163
Dostları ilə paylaş: |