İman küFÜr siniri tekfir meselesi


İKİNCİ BÖLÜM TEKFİRİN ÖLÇÜSÜ VE SINIRI



Yüklə 1,23 Mb.
səhifə2/21
tarix19.10.2018
ölçüsü1,23 Mb.
#74978
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21

İKİNCİ BÖLÜM




TEKFİRİN ÖLÇÜSÜ VE SINIRI




GİRİŞ VE KONUNUN TARİHÇESİ

Bir müslümam veya müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nisbet etmek mânâsına gelen tekfir ve­ya ikfâr İslâm tarihi boyunca toplulukların elinde ha­sım gruplara karşı bir silâh olarak kullanılmıştır. Hangi inanış ve ifadenin, hangi hareket ve davranı­şın kişiyi iman sınırından çıkardığı hicri I. asırdan başlamak üzere günümüze kadar münakaşa edilmiş­tir. İman ile küfür arasındaki sınırı tesbit demek olan tekfir, hem akâid ve kelâm ilmini, hem de fıkıh ilmi­ni ilgilendirir. Küfrün yani iman dairesinden çıkış ve mü'min olma özelliğini kaybediş olayının vukuunu kelâm ilmi tesbit ediyorsa da, iman dairesinden çı­karak mürted olan kişiye dünyada uygulanacak olan hükümleri fıkıh ilmi düzenlemektedir. Yeri geldiğin­de tekfir edilen kişinin dünya ve âhiretteki durumu­nun ne olacağı incelenecektir. Dolayısıyla konuya hem kelâm hem de İslâm hukuku açısından temas edilecektir.

Peygamber Efendimizin hayatı incelendiğinde, onun Asr-ı Saadette yaşamış olan muayyen grup ve şahısları tekfir ettiği görülmemektedir. Halbuki Me­dine devrinde müslümanlar arasında münafıkların

mevcut olduğu bir gerçektir. Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok yerinde münafıklar, kâfirler ve müşriklerle yan-yana zikredilmekte, aynı azap ile tehdit edilmekte, 76hatta münafıkların cehennemin en alt tabakasında «derk-i esfel'de» bulundukları zikredilmektedir.77 Vah-yile müeyyed olması sebebiyle kimlerin samîmi imti­na sahip olduğunu, kimlerin de kalbleri küfür ile ka­rarmışken, dışından mü'minmiş gibi gözüktüğünü çok iyi bilen ResûM Ekrem'in kişi ve grupları tekfir et­mekten sakınarak, onları İslâm potasında eritmek suretiyle bir İslâmlaştırma siyaseti güttüğünü görü­yoruz. «Ben müslümanım» diyen bir insana münafık da olsa, hatta bu sözü kerhen de söylemiş bulunsa, müslümanmış gibi muamele yapmak ve onu İslâm cemiyetine mal etmek rahmet peygamberi tarafından hikmete uygun bulunmuştur. Aksi takdirde «ben müs-] umanım» diyen kimseyi «hayır sen müslüman değil­sin» iddiasıyla itmek ve İslâm cemiyetinden çıkar­mak gerekecektir. Bu ise öyle anlaşılıyor ki, İslâm'­ın bekası için isabetli bir tutum kabul edilmemiştir.78

Peygamberimizin hadîsleri incelendiğinde onun belirli insanlar ve gruplardan ziyade, şahısları tayin edilmemiş tipleri tekfir ettiği göze çarpar. Meselâ : •Kim bile bile öz babasından başkasının evlâdı oldu­ğunu iddia ederse/..», «Kim bir kâhine gider söyledi­ğini tasdik ederse...», «Kim Allah'tan başkasının adı­na yemin ederse...», «Kim namazını terkederse küf-retmiştir.» hadislerinde görüleceği gibi onun mutlak ve umumi bir hüküm verdiği görülür.79 Ehl-i sünnet âlimleri, bu nevi hadislerin bazılarının, işlenen güna­hın büyüklüğünü göstererek insanları sakındırmak için olduğunu, aslında failinin küfrüne apaçık hük­medileni eyeceğini söylemişlerdir.80

İslâm tarihinde tekfir müessesesini harekete geçi­ren ve belli grup ve şahıslan tekfir eden ilk topluluk Hâricilerdir. Bilindiği gibi Hâriciler Hz. Alî (v. 40/66O ve taraftarları ile Hz. Muaviye (v. 60/680) ve taraf­tarları arasında cereyan eden Sıffîn savaşında Hz. Alî ordusunda yer almışlardı. Tarihin sayfalarını arala­yarak Sıffîn savaşının cereyan ettiği günlere döner­sek olayların şu şekilde geliştiğini görürüz.

Sıffîn savaşında her iki taraf birbirine son dere­ce şiddetle saldırdı. Savaş o derece şiddetli oidu ki,-bir rivayete göre bu savaşta ölenlerin sayısının yet­miş bini bulduğu söylenir. 81Hz. Ali muharebeyi kısa kesmek için askerlerini toplayarak onlara ateşli bir şekilde hitabetmiş ve harbe sevketmişti. Muharebe günlerce kanlı bir şekilde devam ettiğinden, Hz. Muâ-viye tarafı telâfisi imkânsız bir surette hırpalanmış ve mağlûp olmak üzere iken Hz. Muâviye tarafında bulunan ve askerî dehası ile tanınan 'Arar İbnu'1-Âs (v. 43/664) *m teklifi üzerine bir harp hilesi uygulan­mış, Şam ordusundaki askerlerin mızraklarının ucu­na mushaflar asılmıştı. Şam ordusundaki pek çok kişi Hz. Alî taraftarlarına yaklaşarak; «İkimiz arasında Allah'ın kitabı hakem olsun» diye bağırdılar. Hz. Alî bunun bir harp hilesi olduğunu anlamış, onun için harbe devam emri vermişti. Fakat Hz. Alî ordusunda bulunan bazı şahıslar - ki daha sonra Hz. Alî'ye baş-kaldırıp hârici ismi ile anılacaklardır - Şamlıların fik­rini kabul etmesi için Hz. Ali'ye baskı yaptılar. Neti­cede Hz. Ali hakem olayına nza gösterdi. Hakem ola­yının arzulanan şekilde sonuçlanmadığını gören ha­ricî grup tekrar Hz. Ali'ye gelerek, işlediği günahtan tevbe etmesini istediler. Daha sonra da •hüküm an­cak Allah'ındır»82 âyetini okuyarak,

— Ey Alî, Allah'ın kitabı ortada iken sen insan­ların hakemliğine gider, onların hükmüne uymaya ka­rar verirsen, seni öldürerek Allah'ın rızasını kazanı­rız, dediler. Halbuki Hz. Ali verilen karardan dönme­mişti. Bunun üzerine Hz. Alî Sıffîn'den Kûfe'ye de­nerken kendisinden ayrılan on iki bin kişi Küfe köy­lerinden Harûrâ'da kaldılar. Hz. Alî bunlara daha sonra İbn Abbâs'ı (v. 68/687) göndermiş fakat îbn Abbâs onlara söz dinletmeye muvaffak olamamıştı. Bunun üzerine Hz. Alî kendileriyle münakaşa etmiş bir kısmı Küfe'ye geri dönmüşlerdi. Fakat Kûfe'de hakem olayını kabullenmen m büyük bir günah oldu­ğunu, büyük günahın da kişiyi iman dairesinden çı­karıp küfre götüren bir âmil olacağını halkın arasın­da yaydılar. Bu görüş ile birlikte onların, devlet baş­kanının Kureyş dışından olmasının, hatta arap olma­yan kimselerden seçilmesinin daha doğru olacağı şek­lindeki görüşleri, arap olmayan, fakat müslümanlığı yeni kabullenmiş mevâlî'den pek çok taraftar buldu. Sayıları hızla artan bu şahıslar Nehrevân civarında toplandılar ve Abdullah b. Vehb er-Râsibi'yi (v. 38/58) halife seçerek ona bey'at ettiler. Merkezî otori­teye karşı ayaklanarak İslâm tarihinde Hâriciler di­ye anıldılar. Bu siyasî gelişmelere dinî bir kisve giy­diren hâriciler, haşin mizaçlarının gereği, sert, mü-sanıahasız, anlayışsız ve cahilane fikirleri ile büyük günah işleyen kimseleri, hattâ cennetle müjdelenen sahâbüeri tekfir ederek büyük bir taassub içerisine girdiler^

Hicrî birinci asır sonlarında ise ilâhî sıfatların bir kısmını nefyedip, müteşâbihâtm aklın ışığı altında te­vilini caiz gören Mu'tezüenin zuhuru ile ilm-i kelâm de teşekkül etmiş oldu. Mu'tezile büyük günah işle­yen kimsenin mü'min olmadığını, fakat küfre de gir­meyeceğini, iman ile küfür arasında fısk denilen bir mertebede bulunacağını, böyle bir kişinin eğer tevbe etmeden ölürse kâfir olarak ebedî cehennemde kala­cağını söylemiş, Haricîlerden biraz daha yumuşak bir görüş ileri sürmüştür. Onun için Mu'tezUeye Mehânî-sü'1-Havâric denilmiştir.83

Buna karşılık Ehl-i sünneti temsil eden Selefiyye; Mu'tezile ve Haricîlerin fikrine karşı çıkmış, büyük günah işleyen kimsenin küfre düşmeyeceğini söyle­miştir.

Mu'tezile ilm-i kelâmının zuhurundan bir buçuk asır sonra selef âlimleri itikâdi mevzuları aklın ışığı altında açıklama ihtiyacını hissetmişlerdir. Silhassa îbn Küllâb el-Basri tv. 240/854) ve ol-Hâris el-Muhâ-sibî Cv. 243/8S7) kendilerinden sonra ehl-i sünnet inan­cını ortaya koyacak olanlara bir zemin hazırlamışlar­dır

Hicrî IV. asrın başlarında da, kırk yaşma kadar mu'tezüî olarak ilmî hayatını sürdüren İmam el-Eş'-arî (v.324/936) hocası el-Cübbâi (v. 303/916) ile üç kardeş meselesi diye meşhur olan bir mevzuda fikir ayrılığına düşmüş, Mu'tezüeden ayrılarak ehl- isün-net ilm-i kelâmım kurmuştur. İmam el-âş'arî bundan sonra ehl-i bid'atı reddetmekle meşgul olmuştur, el-âş'arî Bağdat ve Basra'da ekolünü kurarken ona pa­ralel olarak da Hanefi ekolünün bir devamı olarak Mâverâünnehirde İmam el-Mâturüdî (v. 333/944; iti-kâd esaslarına yeni bir takım izahlar getirerek, Eş'-ariyye ile Selefiyye arasında bir yer tutmuş oldu. Bu iki imam ile Kelâm ilmi sünnî çizgiye getirilmiş, ehl-i bid'atm üm-i kelâmından farkh yeni bir ehl-i sünnet ilm-i kelâmı tesis edilmiştir.

Emevilerin son zamanlarında başlayıp, Abbasî ha­lifelerinden el-Mansûr (v. 158/775), Hârün er-Reşîd (v. 193/809) ve el-Me'mûn (v. 218/833) zamanlarında zirveye çıkan eski unan ilimlerini terceme faaliyetle­ri sonucu, İslâm âleminde ilk filozof olarak el-Kindf-nin (v. 252/866) çıkışına şahit olmaktayız. Ondan bir asır sonra el-Fârâbî'yi (v. 339/950), bir asır sonra da İbn Sina'yı (v. 428/1037) tarih sahnesinde görmekte­yiz. Bu üç filozofla İslâm felsefesi kurulmuş, büyük çapta eski Yunan düşünüşünün tesiri altında kalan bu kişiler, metafizik, konuları içinde, İslâm akaidini açıklamalar yapmışlardır.

Ehl-i sünnet ilm-i kelâmı ve felsefenin zuhurun­dan sonra İslâm toplumunda itikadı mevzularîa alâ­kalanan ve fikir beyan eden dört topluluk göze çar­par :



1-En ateşli taraftarlarını Hanbelilerin teşkil ettiği Selefiyye,

2-Mu'tezile, Havâric, Müşebbihe, Mürcie vb.gibi ehl-i bid'at fırkaları

3-Eş'ariyye ve Mâturidiyye ekollerine mensup ehl-i sünnet kelâmcılan,

4- İslâm Filozofları.84

Bu târihi gelişme neticesi her grup kendi fikrinin doğruluğunu savunmuş, mutaassıp olanları da yekdi­ğerini tekfir etme yoluna gitmişlerdir. İmam el-Gazzâ-li'nin (v. 505/1111) de dediği gibi küfür; «Eş'ari, Mu'­tezile ve Hanbeli gibi muayyen bir mezhebe muhale­fet etmektir» şeklinde tarif edilmiş, taklid ve taassup içerisinde, İslâmın müsamaha anlayışından uzakla-şıİmiş.tır". 85 İman ile küfür arasındaki sınırı belirlemek ve bu konuda kişileri taklid ve taassuptan kurtarmak için mükemmel bir kitap yazmış olan el-Gazzâli her mezhebin muhalifini tekfir ettiğini ve Hz. Peygamberi yalanlamış olmakla itham ettiğini söyleyerek şunları misâl getirmektedir:

-Meselâ, Hanbelîler Hz. Peygamberin haber ver­diği «fevk» (Allah'ın üstte oluşu) ve «istiva»yı (Al­lah'ın arşın üzerine istivasını) yalanladıklarını ileri sürerek Eş'arileri tekfir etmektedirler.

Buna karşılık Eş'arîler ise, «Allah'ın misli olan hiç bir şey yoktur»86 âyetinin mefhumunu tekzib ederek teşbihe yöneliyorlar diye Hanbelileri tekfir etmekte-diler.

Keza Eş'ariler, Hz. Peygamber haber verdiği haî-de Mu'tezile, Allah'ın âhirette görülmesini, ilim ve kudret gibi sıfatların varlığını inkâr etti diye Mu'te-zileyi, peygamberi yalanlamış olmakla itham etmek­te, bu sebeple de onları tekfir etmektedir.

Mu'tezile ise, ilâhî sıfatların kabul edilmesini, eze­li varlıkların çoğaltılması mânâsına almakta ve tev-hîd konusunda Rasüiüllah'ı yalanladıklarını söyleye­rek Eş'arîleri küfre nisbet etmektedirler».87

Birbirini tekfir eden grupları incelediğimizde tek­fir işleminin kimler tarafından, kimlere karşı yapıldı­ğını şu şekilde sınıflandırmak ve şu başlıklar altında incelemek mümkündür.

1- Ehl-i bid'atın birbirini ye ehl-i sünneti tekfi­ri, yani sünnet ehli dışındaki fırkalarda tekfir,

2- Ehl-i sünnetin ehl-i bid'atı ve İslâm filozof­larını tekfiri. 88


Yüklə 1,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   21




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə