227
Değerlendirme / Review
Bu bağlamda, “İktisadi Düşünce Girişimi”nin Nisan 2010’da düzenlediği “İktisadı
Felsefeyle Düşünmek” çalıştayıyla ortaya çıkan
metinlerden, aynı başlık ve Ozan İşler-
Feridun Yılmaz derlemesiyle kitaplaştırılmış olan çalışmanın önemi daha da artmak-
tadır. 228 sayfa ve üç bölümden oluşan kitap, sırasıyla İktisat ve Felsefe (i), Kökenlerin
Sorgulanması (ii) ve İktisatçı Düşünürler (iii) başlıkları altında tasnif edilen 10 (2+3+5)
makaleden oluşmaktadır. İktisat ve felsefe başlıklı ilk bölümdeki Eyüp Özveren
[(Kurumsal) İktisat-Felsefe İlişkisi:Ne Seninle Ne Sensiz?] ve Feridun Yılmaz’a [Düşünceden
Kaçış Çabasının Öyküsü:İktisadın Felsefeden Kopuşu] ait birer makale, iktisadın felsefe ile
olan ilişkisinin genel hatlarını tarihsel bir perspektiften sunmaktadır.
E. Özveren, 17 sayfalık çalışmasında iktisadın, kendini felsefeden uzaklaştıran tarihsel
yolculuğunu anlattıktan sonra iktisadın felsefeye duyduğu ihtiyacın
şiddetini çoğulcu
bir bakış açısından sorgulamaktadır. Ancak, E. Özveren, sözünü ettiğimiz tarihsel yolcu-
luğu A. Smith, klasik politik iktisat, Karl Marx ve neo-klasik iktisat üzerinden takip ettiği
çizgide faydalı bir yalınlıkla sunarken sf.22’de Lionel Robbins gibi bir zirve apriorist’i
neo-klasik iktisadın pozitivizm ile tanışmasını sağlayan isim olarak zikretme hatasına
düşmektedir. Hiç şüphesiz ki doğru isim, 1938 yılında yayınlanan “The Significance and
Basic Postulates of Economic Theory” adlı çalışması ile iktisat metodolojisinin eksenini
aposteriorizm’e kaydırıp Karl Popper’ı iktisat yazınına kavuşturan Terence W. Hutchison
olmalıdır. Hem L. Robbins’in hem de kaptan köşkünde oturduğu LSE iktisadının apri-
orist duruşunun zaman içinde nasıl çözüldüğü, 1950’lerde
ekonometrik bir vurguyla
isyan bayrağını açan yeni nesil iktisatçıların [Bkz.Richard G. Lipsey, Bernard Corry, G.
Christopher Archibald, Kurt Klappholz...] “Genç Türkler” [Young Turks] hareketi üzerin-
den hususiyet ve detayıyla takip edilebilir. E. Özveren’in L. Robbins’i anmaktaki kastı,
T. W. Hutchison’ın zikrettiğimiz 1938 eserini reddiye olarak yazmasına vesile olması
ve ardınca gelişen metodolojik ortamın iktisat düşüncesini pozitivizme vardırması ise
ifadenin tashih değil de açıklığa ihtiyacı olduğu düşünülebilir. Nihayetinde, makalenin
güçlü bir temelle ulaştığı en keskin hüküm, kurumsal iktisadın felsefeye yerleşik ikti-
sata nazaran daha duyarlı olmasının kendini göreli olarak daha zayıf hissetmesinden
doğduğu olurken bu motivasyonla yerleşik iktisadın örtük felsefi varsayımlarını günışı-
ğına çıkarmaya çalıştığı ileri sürülmektedir. Ayrıca giderek derinleşen iktisadi krizin öz
güven sarsıcı etkilerinin iktisat-felsefe ilişkisinin tekrar şekillendirilmesini doğuracağı
da öngörülmektedir. Bu hükümlerle hemfikir olmamıza rağmen kurgusunda göze
çarpan bazı çelişik ifadelerden bahsetmek gerekmektedir. Şöyle ki sf.35’deki “…ister
felsefe ister bir başka bilime yakınlaştığı
ölçüde iktisat, bağımsız bir bilim olma savını
zedelemiş olur…Kısacası, iktisadın uzun dönem varlığını sürdürebilmesinin önkoşulu fel-
sefeye “mesafeli” duruşuna bağlıdır.” cümleleri, sf.36’daki “… felsefeyle yapabiliyor olmak
Kurumsal İktisat’ın az gelişmişliğinin ya da henüz oturmamışlığının değil, tam tersine
kendi ayakları üzerinde durabiliyor olmasının bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır[…]
Birden çok felsefelilik durumu Kurumsal İktisat’ın olgunluğunun bir göstergesi olduğu gibi
aynı zamanda onun yararınadır. Aslında böyle bir durumun yalnızca Kurumsal iktisat için
değil, genel olarak iktisat için de elverişli olduğunu düşünebiliriz.” cümleleriyle ilk bakışta
yerine oturtulamayacak bir kargaşa içinde durmaktadır. Bu durum, iktisat, yerleşik
228
İnsan ve Toplum
iktisat ve kurumsal iktisat kelimelerinin iç içelik ve kesişimlerine
daha dikkat edilerek
değinilmesini zorunlu kılmaktadır.
F. Yılmaz ise 28 sayfalık çalışmasında, iktisadın felsefeden bağımsızlaşma mücade-
lesini eleştirel bir dil ile anlatmakta, söz konusu radikal kopuşu, düşünce içermeyen
bir tekniğe dönüşmek/düşünmekten uzaklaşmak bedeliyle başaran iktisat üzerindeki
hermeneutik ve bilim felsefesi tesirlerini değerlendirmektedir. Şahsiyetler ve akımlar
üzerinden takip etmemiz gerekirse; Dilthey’in açıklama [erklaren] / anlama [verstehen]
temelli “Tin Bilimleri-Doğa Bilimleri” ayrımından türeyen Hermeneutik yaklaşımından
Gadamer ve Heidegger’in Dilthey eleştirisine, bu vesile nihayetinde felsefeyi de dışla-
yacak felsefe destekli pozitivizm eleştirisinden doğan yeni mantıksal pozitivizm hare-
keti ve onun ivmelendirdiği 20. yüzyıl bilim felsefesi tartışmalarına ve de nihayetinde
Popper, Kuhn, Feyerabend
çizgisi üzerinden tarih, toplum ve yorumu dışlayan hâkim
yaklaşımın dönüşümüne başarıyla değinilmektedir. Ancak, Popperci yanlışlamacılık ve
Kuhncu eşölçülemezciliğin başarılı bir sentezini matematik’in diyalektiği ve tarihselliği
katkısıyla “bilimsel araştırma programları” çerçevesinde ortaya koyan Imre Lakatos’tan
bahsedilmemesi, bu faslın önemli ihmali olarak zikredilebilir. Devamında ise “iktisat ve
felsefe:Çağdaş görünümler” alt başlığında felsefe, hermeneutik ve bilim felsefesi bağla-
mında sözünü ettiğimiz eğilimlerin iktisat ile bağlantısı, kaçınılmaz yansımalar üzerin-
den kurulmakta; T. W. Hutchison, S. Latsis, M. Blaug, D. McCloskey ve T. Lawson isim-
leri üzerinden iktisat metodolojisi takip edilmektedir. Bilim
felsefesi bahsinde gözden
kaçan I. Lakatos’a S. Latsis vesilesiyle dolaylı da olsa işaret ediliyor olması, eksik gideri-
cidir. Nihayetinde, iktisadın doğa bilimlerine dâhil olma tutkusu, iktisat-fizik ilişkisinde
P. Mirowski’nin bilindik çalışmasına atıfta bulunarak ele alınmakta, hemen sonrasında
ise iktisat-biyoloji bağlamında J. A. Schumpeter ve T. Veblen isimleri, iktisada -fiziği
değil de- biyolojiyi model olarak seçen iktisatçılar olarak zikredilmektedir. Bu noktada,
A. Marshall’ın, en az bu iki önemli iktisatçı kadar iktisat-biyoloji
etkileşimi çerçevesinde
zikredilmesi zorunlu bir isim olduğuna -yine- işaret etmek gerekmektedir.*
1
Nihayetinde
çalışmanın vardığı güncel noktada, bioeconomics’ten neuroeconomics’e adımlanılmak-
ta, böylece ister biolojik metaforlarla isterse doğrudan nörolojik faaliyetler temelinde
olmak kaydıyla iktisadın ontolojik anlamda naturalist bir mahiyette kendini algıladı-
ğının altı çizilmektedir. Ancak, F. Yılmaz’ın ufuk açıcı çalışmasının son paragrafındaki
şu kesinlik, acele ve peşin bir hükmün izlerini taşımaktadır: “Nöroekonominin iktisadın
bundan sonraki teorik yürüyüşündeki muhtemel başarısı, iktisadın felsefe ile (düşünce ile
*
Schumpeter ve Veblen’den bahisle F. Yılmaz’ın “her iki eğilimin mensuplarının biyolojik indirgeme-
ciliğe rezervlerini sıklıkla dile getiriyor olmaları da sonucu değiştirmez.” düşüncesinden ilham alarak
Marshall’in özel durumuna şöylece açıklık getirilebilir: Marshall, her
ne kadar firma teorisinde or-
talama maliyetler aracılığıyla karşımıza çıkan, doğal seleksiyon sürecini, Darwinci “Natura non facit
saltum” [Doğa ani sıçramalar yapamaz!] mottosuna bağlamış olsa da hiçbir zaman neo-klasik okula
alternatif bir evrimci teori geliştirmemiştir. Öyle ki Marshall’ın analizinde, evrimci teorinin istek ve
eylemlerin karşılıklı gelişim özelliğiyle iktisadi teorinin sabit istekler karşısında tatmini maksimize
eden faydacı yaklaşımı bir aradadır. Bu açıdan da Marshall’ın yaklaşımındaki evrimci “biolojik iktisat”
[bioeconomics] vurgusunun, alışılagelmiş neoklasik yapıdan daha ziyade, kurumsal iktisadın meto-
dolojik yaklaşımını andırdığı ifade edilebilir!