219
Değerlendirme / Review
tayin eden referansların sömürüyü olduğu kadar başkaldırıyı da meşrulaştırabileceğini
ifade etmektedir (s. 120). Böylelikle kültürel hegemonyanın meşrulaştırıcısı
olarak gör-
düğü dinî referansların, “sınıf bilincini” oluşturmada da etkili olabileceğini belirtmekte-
dir. Buradan verimli bir tartışma alanı açarak dindar muhafazakâr kesimde sınıf bilinci
oluşması durumunda, dindar muhafazakâr dokuların ortadan kalkıp kalkmayacağını
tartışmaya açmakta ve TEKEL eylemlerinden hareketle, dindar muhafazakâr dokunun
kendisini koruyacağını dile getirmektedir. Durak, bu bölümü, “Ağır koşullar karşısın-
daki Eyyüp sabrının, adaletsizliğe karşı Ömer öfkesine dönüşmesi belki de sadece an
meselesidir.”(s. 125) diyerek bitirmektedir.
Konya’da ve Türkiye’nin hemen
hemen bütün sanayilerinde, işçi ile işveren arasında
adaletsizce kurulmuş bir ilişki alanının olduğu, görmezden gelinemez bir gerçektir.
Sosyologların en temel sorumluluğu da bu noktada belirmektedir. Sosyolog, toplum-
sal alanların her birinde var olan adaletsiz ilişki türlerini açığa çıkartmakla yükümlü-
dür2. Buradan bakıldığında yazar, çok önemli bir hususa işaret ederek aslında yeni bir
tartışmanın başlatıcısı olmuştur. Bu alandaki adaletsiz ilişki türlerine temas etme çabası
dahi, başlı başına anlamlı bir eylemdir. Fakat işçi işveren arasındaki ilişki türünün daha
net ortaya konmasına katkı sağlamak amacıyla esere dair bazı eleştiriler yapma gereği
hasıl olmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki toplumu belirli kategoriler üzerinden
anlamaya çalışmak ya da daha çok pozitivist mantığa uygun düşen kompartıman-
laşmış bir toplum modelinden yola çıkmak, gündelik hayatın akışını yakalayamamak,
daha da tehlikelisi olan gündelik hayatın kestirilemezliğinde boğulmak anlamına gele-
bilir.
Çünkü gündelik hayat, toplumsal rollerin iç içe geçtiği, spontane eylem ve ilişki
türlerinin her daim ortaya çıkabileceği bir alandır. Eser özelinde belirtecek olursak işçi
ile işveren arasındaki ilişkinin sınırlarını çok net bir şekilde belirlemek mümkün değil-
dir. Eğer mesele, kültürel hegemonyanın tesis edilmesi ise asıl problem bir sınıfın başka
bir sınıfı sömürdüğü simülasyonundan çok, işçinin de işverenin de nasıl bir ‘habitusun’
içine doğduğudur. Ya da kültürel hegemonyanın var olmadığı yeni bir alan açmanın
ne kadar mümkün olduğudur. Eğer kategorilere ayrılmış
bir toplum modelinden yola
çıkarak bir analize gider isek söylenen her türlü cümlenin, kültürel hegemonyanın var-
lığı için kanıta dönüştürülmesi mümkün olabilir. Buradan yola çıkarak bu eserin dahi
kültürel hegemonya ürettiği, hatta Ömer’in adaletinden bahsederek dinî muhafazakâr
meşrulaştırma zeminini kullandığı totolojisine düşmek kaçınılmaz olabilir. Durak’ın,
başkaldırı imkânını betimlemek üzere kullandığı metafor üzerinden devam edecek
olursak Eyyüp sabrı ile Ömer adaleti, birbiri ardına gelecek süreçleri simgelemekten
öte, eş zaman içinde iç içe geçmiş hissiyatları ifade etmektedir. Gündelik hayata kav-
ramların tevarüs edişini bu iç içelik ekseninde
anlamazsak gerçekliğin, ancak bir ucunu
yakalamakla yetinmek durumunda kalabiliriz. Bu ise kültürel hegemonyanın nasıl vuku
bulduğunu ve nasıl ortadan kalkacağını, ortadan kalktıktan sonra geriye nelerin kalaca-
ğını kavramamıza imkân vermemektedir.
2 Birçok düşünür tarafından savunulan bu düşünceyi, en net hali ile Bourdieu ortaya koymuştur (Bkz.
Ünal, 2007).
220
İnsan ve Toplum
Esere yöneltilebilecek bir diğer eleştiri noktası, eserin nitel araştırmanın ve sosyolojinin
sınırları içinde kalmış olmasıdır. Bu durum, bağlamından
3
koparılmış olan sabır, şükür,
tevekkül vb. kavramlarının hem soyutlama düzeyinde hem de pratikte ne anlama
geldiğinin açık ve net bir şekilde ortaya konmaması şeklinde esere tezahür etmiştir.
Nitekim eşitsizliği meşrulaştırdığı iddia edilen kavramları
antropolojik bir okumaya
tabi tutmadığımız, başka bir deyişle kavramların soy kütüğü araştırmasına girişmediği-
miz müddetçe, kişilerin dünyasında bu kavramların ne anlama geldiğini anlamak pek
mümkün görünmemekte. Bu noktada başvurması zorunlu olan bir diğer alan psikana-
lizdir. Psikanalitik yaklaşım, kişilerin, kullandıkları kavramlara gerçekte nasıl
bir anlam
yüklediğini anlayabilmek açısından araştırmacıya daha fazla imkân sağlamaktadır. Bu,
her şeyden önce kültürel hegemonyaya konu olduğunu iddia ettiğimiz insanın, yani
bizzat inceleme nesnemizin nasıl bir varlık olduğunu ortaya koymada işlevsel olacaktır.
Yani önce insanı tanımlamak ve insanın tabiatından kaynaklı olan hangi tür ilişki ağla-
rının ortaya çıktığını analiz etmek gerekmektedir ki mevcut kültürel hegemonyanın
bağlarından kurtulmanın imkânları araştırılabilsin.
Sonuç olarak eser, eleştiriye konu olabilecek noktalarına rağmen literatürde bir boşluğu
doldurmaktadır. Belirli bir alanın sorununa işaret etmesi açısından da oldukça önemlidir.
Fakat kültürel hegemonyanın nasıl oluştuğu, nasıl meşrulaştığı ve nasıl ortadan kalka-
cağına dair farklı postulatlardan farklı cevaplar vermek mümkündür. Ya da dünyanın,
kültürel hegemonyanın hüküm süreceği bir yer olduğunu
kabul ederek bu hegemonik
ilişkilerin en az seviyeye çekilmesi için ideal değerlere sarılmanın gerekliliği savunu-
labilir. Bu noktada, belki Durak’ın, kültürel hegemonyayı meşrulaştırdığını iddia ettiği
sabır, şükür, tevekkül vb. kavramların bağlamlarını ortaya koyarak –ki bu kavramların
bağlamlarını adalet, hakkaniyet, hikmet vb. kavramlar oluşturmaktadır- bu kavramların
toplumda olabildiğince fazla kişi tarafından anlaşılması ve hatta idrak edilmesi yönün-
deki mücadele çok daha anlamlı olabilir. Bu ise ancak gündelik hayatı olabildiğince
kuşatmaya çalışan bütüncül bir bakış açısı ve disiplinler arası bir yaklaşımla mümkündür.
Kaynakça
Durak, Y. (2011). Emeğin tevekkülü Konya’da işçi işveren ilişkileri ve dindarlık. İstanbul: İletişim Yayınları.
Özdemir, Ş. (2010). İslami sermaye ve sınıf: Türkiye/Konya MÜSİAD örneği. Çalışma İlişkileri Derneği, 1,
37-57.
Ünal, A. Z. (2007). Rahatsız eden bir adamın bilimi: Sosyoloji. G. Çeğin ve ark. (Ed.), Ocak
ve zanaat içinde
(s. 161-185). İstanbul: İletişim Yayınları.
3 Bağlamından koparılmış olmasından kasıt, bu kavramların hem pratik görünümlerinin hem
de soyutlamalarının adalet, ihsan, zulüm, hakkaniyet vb. kavramlardan bağımsız bir şekilde
anlaşılamayacağıdır.