Kızılkaya / Fıkıh Usulünde Sahabe Fetvasının Kaynaklık Değeri Cilt / Volume: • Sayı /Issue: • 2012



Yüklə 7,06 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə109/111
tarix16.08.2018
ölçüsü7,06 Mb.
#63317
1   ...   103   104   105   106   107   108   109   110   111

235
Değerlendirme / Review
bir varlık olarak ortaya çıktığı görülür. Kitabın bir önceki bölümünde yasa açıklanırken 
değinilen yasanın insanı eksik ve güçsüz olduğuna ikna etme fonksiyonu, bu nokta-
da somutlaşmaktadır. Örneğin ebeveynlik bir bağlanmadır ve borç ilişkisi doğurur. 
Bununla birlikte dogmatizmini kendi içinde taşıyan bir örnektir. Bağlayıcılığı için 
üçüncü kişinin güvencesine ihtiyaç duyulmaz. Bu noktadan yola çıkarak sözleşmelerin 
bağlayıcılık düşüncesi ile içkinleşmiş varlıklarını düşündüğümüzde, temel referans 
olarak belli değerlere yaslanmaları gerektiğini görürüz. Oysa bugün, sözleşmelerin 
bağlayıcılığının maddi temelleri ile yakın ilişkisi sebebiyle ekonomi biliminin etkisi 
altında olduklarını söylemek mümkün oluyor. Sözün bağlayıcılığı, örneğin ebeveynli-
ğin kendiliğinden ve açıklanma gereği duyurmayan bağlılığı ile kıyaslandığında, içsel 
değerlerin dayatma şablonlar karşısındaki değerliliği açığa çıkıyor. 
Batı köktenciliğinin ve ideolojilerin anlamsızlaşması sorununun devlet kurumsal-
laşmasına etkilerini incelerken Supiot, meşruiyet sorunsalını ele aldığı ‘Yetkilerin 
Aklileştirilmesi’ başlıklı kısımda totalitarizm ve refah devleti algılarının devletlerin meş-
ruiyetlerinin sorgulanmaya başladığı süreçte ortaya çıktığını tespit ediyor. Totaliter 
rejimlerin insandaki hukuk kişisini öldürmeleri ile sonuçlanması gibi, “devletleri iktisat 
piyasalarının uysal piyonları haline getiren bugünkü yaklaşım” da iktidarın kurumsal 
sebebini yitirmesiyle sonuçlanıyor. “Ekonomik referans, piyasanın kişiliği belli olmayan 
güçlerini bedenleştirdirdiğini zannedip pozitif hukuku buna tabi kıldığını iddia ettiği 
andan itibaren hukuku, herkese hükmettiği varsayılan insanüstü yasaların hayata geçi-
rilmesinin basit bir aygıtı olarak gören anlayışın bütün tohumlarını içinde barındırır.” 
Yetkilerin aklileştirilmesi kapsamında yasayı çoğunluğun belirlenmesini bir sorunsal 
olarak görürken Tocqueville’nin, “politikanın bir aritmetik sorunsalına indirgenmesi” 
ifadesini alıntılıyor (s. 170). Böylece hesaplama teknikleri, devletin kendisine ve yasa-
laştırma tekniklerine de hâkim oluyorlar. İşletmelerin de benzer şekilde yönetiliyor 
olmaları, referans noktalarının devletten ne kadar farklı olduğu düşünüldüğünde 
ürkütücü bir durumu ortaya koyuyor. Supiot’ya göre, yönetişim ideolojileri insanların 
çatışmalarına ve toplu hareketlerine, toplumların işleyişinde hiç yer vermeyerek para-
doksal bir biçimde totalitarizmin toplumsal çatışmalardan arınmış bir dünya ütopya-
sıyla birleşirler” (s. 192). Okuyucunun da rahatlıkla göreceği gibi elbette bu, sadece bir 
ütopyadır. Devletler de bilim ve tekniğin kurumsallaşmasının ortaya çıkardığı anlam-
sızlık üzerine yapılandırıldığında anlamsızlık, insanda, yalnızlık veya şiddete; devlette 
ise amaçsız şiddetin yaygınlaşmasına dönüşür. 
Batı’nın en gözde keşfi olan insan hakları da Supiot’nun değerlendirdiği konular 
arasında yer alıyor. Kitabın “İnsanlığı Kenetlemek” başlıklı son bölümünde, Batı’nın 
insan hakları konusundaki yaklaşımında aynı kural koyucu duruşla hareket ettiği vur-
gulanıyor. İnsan haklarını, sadece kendi yaptığı tanımlamalar çerçevesinde kabul eden 
Batı’da bu esaslarla yargılayan mahkemeler köktenci yorumlarıyla bir taraftan insanları 
kendi kimlik ve kaderlerine terk ederken diğer yandan karşıt köktenciliklerin yolunu 
açıyorlar. İnsan haklarına dair oluşturulan bir “on emir listesi”, hakların farklı inanç ve 


236
İnsan ve Toplum
yaşayış biçimleri doğrultusunda yorumuna izin vermediği sürece öz bir insan hakkı 
kavramının inanç sistemlerinde yer etmesine de engel oluyor.
Kitabında, esasen Batı’ya özgü bir yaklaşımla herkesi bağlayan hukuk kuralları ihdas 
edilirken insanın antropolojik olarak hukuku arama yeteneğinin bulunduğunu iddia 
eden Supiot, insanın bu yeteneğinin hem insandaki hukuk kişisinin tek arayışı hem 
de toplumla uyumunu sağlayan dogmatik bazı temellerle uyum içinde şekillendiği-
ni savunuyor. Supiot, bu arayışla içkinleşmiş olan anlam düzleminin yerini bilimsel 
tekniklere bırakmasının insan, toplum ve devlet yapısı açılarından ortaya çıkardığı 
sonuçları irdelerken iddialarını çeşitli disiplinlere hâkimiyetini ortaya koyarak örnek-
lendiriyor. Kitap, öncelikle hukukçular olmak üzere, insan varlığının anlamı hakkında 
düşünen herkes için güçlü sorgulamalarıyla referans olma niteliği taşıyor.


237
Değerlendirme / Review
Çalışmalarını Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş süreci üze-
rinde yoğunlaştıran Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet 
ve Dönemi (1981), Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön 
Türklük (1986), Young Turks in Opposition (1995), Preparation for a Revolution: Young 
Turks, 1902-1908 (2001), A Brief History of the Late Ottoman Empire, (2008) gibi eserleriyle 
literatüre önemli katkılarda bulunmuş ve alanında dünya çapında üne kavuşmuş bir 
akademisyendir.
Hanioğlu’nun Princeton Üniversitesi Yayınları tarafından 2011’de yayımlanan son 
kitabı ise Atatürk: An Intellectual Biography adını taşımaktadır. “Atatürk ve Meteoroloji”, 
“Atatürk ve Çocuk Sevgisi”, “Atatürk ve Tıbbiyeliler” (s. 2-3) gibi konulara varana kadar 
Atatürk ile ilgili yüzlerce eser varken Hanioğlu’nun bu konuda bir eser kaleme almış 
olmasının nedenleri üzerinde durmak gerekir. Yazarın kendi ifadesiyle bu çalışmanın 
amacı, “bir devlet kurucusunun düşüncelerinin köklerine ulaşarak bunların, onun 
dünya görüşü ve temel fikirlerini nasıl şekillendirdiğini ve uyguladığı siyasi program 
üzerinde ne gibi tesirler icra ettiğini ortaya koymak” olarak özetlenebilir (Hanioğlu, 
2011). Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin kaynaklarına eğilen kapsamlı bir ana-
lizin eksikliği üzerine, Atatürk’ün entelektüel biyografisini yazmaya girişen Hanioğlu, 
Orta Çağ’daki Hristiyan tarihçilerin İsa Peygamber tasvirlerinde sergilediği cevvalliğin 
bir benzeri olarak gördüğü eğilimden (s. 2) masun kalarak menkıbecilik yapmadığı gibi 
anti-Atatürkçü bir polemik eser de kaleme almış değildir. Şoför odalarının duvarlarını 
süsleyen tabelalardaki sözün Mustafa Kemal tarafından söylenmemiş olması, Türk 
şoförlerini belki üzecektir (s. 2); ama daha iyi anlaşılabilmesi adına Mustafa Kemal’in, 
tarihsel bağlamına oturtulması ve Mustafa Kemal kültü etrafındaki mitolojik ögelerden 
kurtulunması gerektiği açıktır (s. 4).
Mustafa Kemal’in efsaneleştirilmesinin, bize, açıklayıcı bir çerçeve veremediğinin altını 
çizen yazar, kitabına tam da mitolojik ögelerle bezeli algılayışın en absürt örneklerin-
den biriyle başlıyor. Ardahan’ın Damal İlçesi’nde Karadağ sırtlarında yılın belli zaman-
larında ortaya çıkan Atatürk silueti nedeniyle kitabın yayımlandığı yıl 15’incisi düzen-
lenen “Atatürk’ün izinde ve gölgesinde Damal Şenlikleri”ni konu ederek giriş yapıyor 
yazar kitabına. Şenlikler sırasında protokolde hazır beklerken bir hayvan sürüsünün 
dağdan geçmesi üzerine, bir milletvekilinin, “Bu dağda hayvan otlatmak terbiyesizlik, 
izin verilmesi de ihanet.” dediğini aktaran Hanioğlu, en karikatür hallerinden birini bu 
şenliklerde gördüğümüz yarı-dinsel nitelikteki kişi kültünün, Mustafa Kemal’i kavrama-
M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk: An Intellectual Biography, Princeton & Oxford: Princeton University Press
2011, 273 s. 
Değerlendiren: Mustafa Emre Yılmaz*
*  Arş. Gör. ve Doktora Öğrencisi, İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


Yüklə 7,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   103   104   105   106   107   108   109   110   111




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə