91
Silas Mabet Kilisesi'nin yanında park edilen Jaguar limuzinin içinde oturuyordu.
Rémy'nin bagajda buldukları iplerle Teabing'i bağlayıp, arka tarafa tıkıştırmasını beklerken,
kilit taşını tutan elleri terlemişti.
Sonunda Rémy limuzinin arkasından inerek etrafında dolaşmış ve Silas'ın yanındaki şoför
koltuğuna oturmuştu.
Silas, "Güvenli mi?" diye sordu.
Üstündeki yağmur damlalarını silkeleyen ve omzunun üstünden
arka taraftaki gölgeler
arasında iki büklüm yatan Leigh Teabing'e göz atan Rémy kıkırdayarak güldü. "Hiçbir yere
gidecek hali yok."
Teabing'in boğuk haykırışlarını duyan Silas, Rémy'nin yapışkanlı bandın bir kısmını
ağzını kapamak için kullandığını anladı.
Rémy omzunun üstünden Teabing'e, "
Ferme ta guele!
*
diye bağırdı. Rémy karışık kontrol
paneline uzanarak bir düğmeye bastı. Arkalarındaki ışık geçirmeyen bölme yukarı kalkarak
iki bölümü birbirinden ayırdı. Teabing artık görünmüyor ve sesi duyulmuyordu. Remy, Silas'a
baktı. "Onun inleyen namelerini yeterince dinledim."
Dakikalar sonra, Jaguar limuzin sokaklarda hızla yol kat ederken, Silas'ın cep telefonu
çaldı.
Öğretmen. Heyecanla telefona cevap verdi. "Alo?"
Öğretmen, tanıdık Fransız aksanıyla, "Silas," dedi. "Sesini duymak beni rahatlattı. Bu,
güvenlikte olduğunuz anlamına geliyor."
Silas da Öğretmen'in sesini duyduğu için rahatlamıştı. Aradan saatler geçmişti ve
operasyon garip bir boyut kazanmıştı. Şimdi sonunda her şey
yeniden normale dönmüş
gibiydi. "Kilit taşı bende."
Öğretmen, ona, "Bu harika bir haber," dedi. "Rémy seninle birlikte mi?"
Silas, Öğretmen'in Remy'nin ismini kullanmasına şaşırmıştı. "Evet. Beni Rémy kurtardı."
"Aynen ona emrettiğim gibi. Yalnız senin bu kadar uzun süre bağlı kalmana üzüldüm."
"Fiziksel rahatsızlıkların önemi yok. Önemli olan kilit taşının bizde olması."
"Evet. Hemen bana gönderilmesi gerek. Zaman çok önemli."
Silas sonunda Öğretmen'le yüz yüze gelmek için sabırsızlanıyordu. "Evet efendim, şeref
duyarım."
"Silas, onu hana
Rémy'nin getirmesini istiyorum."
Rémy mi? Silas hayal kırıklığına uğramıştı. Öğretmen için yaptığı bunca şeyden sonra,
ödülü ona kendisinin vereceğini zannediyordu.
Öğretmen Rémy'yi mi tercih ediyor?
Öğretmen, "Hayal kırıklığını anlayabiliyorum," dedi. "Ama ne yapmak istediğimi tam
olarak anlayamadığını görüyorum." Sesini alçaltarak fısıltıyla konuşmaya başladı. "Kilit taşını
senin -bir suçlu yerine kendini Tanrı'ya adamış biri olarak- getirmeni çok daha fazla
isteyeceğime inanmalısın ama Rémy'nin icabına bakılması lazım. Emirlerime
itaatsizlik etti
ve tüm çabalarımızı tehlikeye atacak büyük bir hata yaptı."
Tüyleri ürperen Silas, Rémy'ye göz attı. Teabing'i kaçırmak, planın bir parçası değildi ve
onunla ne yapmaları gerektiği yeni bir sorun doğurmuştu,
Öğretmen, "Sen ve ben kendimizi Tanrı’ya adamışız," diye fısıldadı, hedefimizden
ayrılamayız." Telefon hattında uğursuz bir sessizlik oldu. “İşte sadece bu sebepten ötürü, kilit
taşını bana Remy'nin getirmesini istiyorum. Anlıyor musun?"
*
Kapa çeneni.
Silas, Öğretmen'in sesindeki öfkeyi sezmiş ve daha anlayışlı olmayışına şaşırmıştı.
Yüzünü
göstermekten kaçınamazdı, diye düşündü.
Rémy yapması gerekeni yaptı. Kilit taşını kurtardı.
Silas, "Anlıyorum," diyebildi.
"Güzel.
Kendi güvenliğin için, sokaklarda dolaşma. Polis yakında limuzini aramaya başlar
ve yakalanmanı istemiyorum. Opus Dei'nin Londra'da bir konuk evi var, öyle değil mi?"
"Elbette var."
"Peki seni oraya kabul ederler mi?"
"Kardeş olarak kabul ederler."
"O halde oraya git ve ortalarda görünme. Kilit taşını elime geçirdiğimde ve yeni
sorunumla ilgilenmeye başladığımda seni arayacağım."
"Londra'da mısınız?"
"Söylediklerimi yap, her şey yoluna girecek."
"Peki efendim."
Öğretmen şimdi yapması gerekenlerden üzüntü duyuyormuş gibi içini çekti. "Rémy ile
konuşmamın vakti geldi."
Rémy Legaludec'in hayatındaki son telefon konuşması olabileceğini hisseden Silas,
telefonu ona uzattı.
Rémy telefonu alırken, bu zavallı keşişin kendisini bekleyen kaderden haberi olmadığını
biliyordu. Öğretmen'in amacına hizmet etmişti.
Öğretmen seni kullandı Silas.
Ve senin piskoposun bir piyondu.
Rémy yine de Öğretmen'in ikna gücüne hayrandı. Piskopos Aringarosa her şeye inanmıştı.
Kendi hırsı gözlerini kör etmişti.
Aringarosa o kadar hırslıydı ki, her şeye inandı. Rémy,
Öğretmen’den
pek fazla hoşlanmasa da, adamın güvenini kazandığı ve ona yardımcı olduğu
için kendisiyle gurur duyuyordu.
Maaşımı alnımın teriyle kazandım.
Öğretmen, "Dikkatle dinle," dedi. "Silas'ı Opus Dei konuk evine götür ve birkaç sokak
ötede bırak. Oradan St. James Parkı'na git. Parlamentonun ve Big Ben'in yanında. Limuzini
Horse Guard Parade'de bırakabilirsin. Orada konuşuruz."
Bu sözlerin ardından bağlantı kesildi.
92
1829 yılında Kral IV. George tarafından yaptırılan King's College'ın, Parlamento'nun
yanındaki İlahiyat Fakültesi, kraliyetin bağışladığı arazinin üstündeydi. King's College'ın
İlahiyat Fakültesi eğitim ve araştırmada 150 yıllık deneyime sahip olmakla birlikte, 1982'de
kurulan Sistematik Teoloji Araştırma Enstitüsü dünyadaki en gelişmiş ve elektronik açıdan en
ileri düzeyde dini araştırma kütüphanelerinden birine sahipti.
Langdon, Sophie ile
birlikte yağmurdan kurtulup, kütüphaneye girerken hâlâ titriyordu.
Araştırma ana salonu tıpkı Teabing'in tarif ettiği gibiydi, on iki adet düz ekranlı bilgisayar
birimi olmasaydı, Kral Arthur ile şövalyelerinin rahatça oturabileceği devasa bir yuvarlak
masanın hâkim olduğu, sekizgen bir oda. Salonun arka tarafındaki danışman kütüphaneci, iş
gününe hazırlanmadan önce kendine bir fincan çay yapıyordu.
Çayı bırakıp yanlarına doğru yürürken, neşeli bir sesle İngilizce, "Harika
bir sabah," dedi.
"Size yardımcı olabilir miyim?"
Langdon, "Teşekkürler, evet," diye cevapladı. "Benim adım..."
"Robert Langdon." Tatlı tatlı gülümsedi. "Sizi tanıyorum."
Langdon bir an için Fache'nin onu İngiliz televizyonlarında da göstermiş olmasından
korktu ama kütüphanecinin tebessümü bunun tam tersini söylüyordu. Şöhretin getirdiği bu tür
beklenmedik anlara hâlâ alışamamıştı. Ama yine de onun yüzünü yeryüzünde tanıyabilecek
biri varsa o da İlahiyat Fakültesi'ndeki kütüphaneci olabilirdi.
Elini uzatan kadın, "Pamela Gettum," dedi. Güleryüzlü ve akıcı bir sese sahip tatlı dilli bir
kadındı. Boynundan sarkan çerçeveli gözlüğün camları oldukça kalındı.
Langdon, "Memnun oldum," dedi. "Bu benim arkadaşım Sophie Neveu."
İki kadın birbirlerini selamlar selamlamaz, Gettum hemen Langdon'a döndü.
"Geleceğinizi bilmiyordum."
"Bunu biz de bilmiyorduk. Eğer sizin için fazla sorun yaratmazsa, bazı bilgilere erişmek
için yardımınızı rica edeceğiz."
Gettum tereddüt ederek kımıldandı. "Genellikle dilekçe ve randevu üzerine hizmet veririz.
Üniversiteden birinin misafiri olmadığınız müddetçe tabii."
Langdon başını iki yana salladı. "Korkarım haber vermeden geldik Bir arkadaşım sizden
övgüyle bahsediyor. Sir Leigh Teabing?" Langdon onun ismini
telaffuz ederken hüzünlü bir
acı hissetti. "İngiliz Kraliyet Tarihçisi."
Gettum şimdi anlamışa benziyordu. Güldü. "Aman Tanrım, evet. Şahsına münhasır biri.
Fanatik! Buraya her gelişinde aynı arama kelimelerini kullanır. Kâse. Kâse. Kâse. Yemin
ederim, bu adam ölse de arayışından vazgeçmez." Göz kırptı. "Zaman ve para imkânı insanın
böyle lüksler edinmesine yardımcı oluyor, ne dersiniz? Tam bir Don Quixote."
Sophie, "Bize yardım etmeniz mümkün mü?" diye sordu. "Çok önemli."
Gettum boş kütüphaneye göz attıktan sonra, her ikisine birden göz kırptı. "Şey, çok
meşgul olduğumu iddia edemem, öyle değil mi? Giriş yaptığınız müddetçe, kimsenin fazla
kızacağını zannetmiyorum. Ne yapmayı düşünüyordunuz?"
"Londra'daki bir mezarı bulmaya çalışıyoruz."
Gettum kararsız görünüyordu. "Burada onlardan yaklaşık yirmi bin tane var. Daha
belirleyici bir şeyler var mı?"
"Bir şövalye mezarı. Ama ismini bilmiyoruz."
"Bir şövalye. Bu, seçenekleri önemli ölçüde azaltıyor. Daha az rastlanan türden."
Sophie, "Aradığımız şövalye hakkında fazla bilgiye sahip değiliz," dedi. "Bildiklerimiz
bundan ibaret." Şiirin yalnızca ilk iki satırını yazdığı kağıt parçasını ona uzattı.
Dışarıdan birine şiirin tümünü göstermekte tereddüt
eden Langdon ile Sophie, sadece
şövalyeyi tarif eden ilk iki dizeyi paylaşmaya karar vermişlerdi. Sophie buna,
paylaştırılmış