kriptoloji diyordu. Bir istihbarat ajanı hassas veriler
içeren bir şifre bulduğunda,
kriptografların her biri şifrenin farklı bir bölümü üzerinde çalışırdı. Böylece şifre
çözüldüğünde, kriptografların hiçbiri deşifre edilen mesajın tümünü bilmezdi.
Ama bu kez tedbir aşırıya kaçmış olabilirdi; bu kütüphaneci şiirin tümünü görse,
şövalyenin mezarını bulsa ve hangi kürenin kayıp olduğunu bilse bile, ele geçirdiği bilgi
kripteks olmadan değersizdi.
Gettum bu ünlü Amerikalı bilginin gözlerinden, çok önemli saydığı mezarı bir
an evvel
bulmak için acele ettiğini anlayabiliyordu. Yanındaki yeşil gözlü kadın da endişeli
görünüyordu.
Şaşıran Gettum gözlüklerini takarak, kendisine uzattıkları kâğıdı inceledi.
P a p a ş ö v a l y e g ö m m ü ş L o n d r a ' d a .
K u t s a l g a z a p c e v a p o l m u ş o n a .
Kadın misafirlerine baktı. "Bu nedir? Bir çeşit Harvard leş avı mı?"
Langdon'ın attığı kahkahada zoraki bir hava vardı. "Evet, onun gibi bir şey."
Kendisine tüm hikâyenin anlatılmadığını hisseden Gettum durdu. Yine de merakını
uyandırmıştı, dizeleri dikkatle düşündü. "Bu dizelere göre, şövalye Tanrı'yı öfkelendirecek bir
şey yapmış ama bir Papa, onu Londra'ya gömme nezaketinde bulunmuş."
Langdon başını salladı. "Herhangi bir çağrışım yapıyor mu?" Gettum bilgisayarlardan
birine doğru ilerledi. "Hemen şimdi yapmıyor ama bakalım veri bankasından neler bulacağız."
Geçen yirmi yıl içinde King's College Sistematik Teoloji Araştırma
Enstitüsü, muazzam
bir metin koleksiyonunu dini ansiklopediler, dini biyografiler, düzinelerce lisanda kutsal
yazılar, hikâyeler, Vatikan mektupları, papazların
günlükleri, insan dinine ait olarak
nitelendirilebilecek her türlü yazı dijital ortama taşımak ve katalogunu hazırlamak için lisan
çevirisi yöntemleriyle birlikte optik karakter tanıma yazılımını kullanmıştı. Artık bu geniş
koleksiyon gerçek sayfalar yerine bitler ve baytlar formunda olduğu için verilerin tümüne
birden ulaşmak çok daha kolaydı.
Bilgisayar istasyonlarından
birinin önüne yerleşen Gettum, kâğıt parçasına göz attıktan
sonra yazmaya başladı. "Başlangıç olarak belirgin anahtar kelimelerle Boolen taraması
başlatacak ve ne olduğuna bakacağız."
"Teşekkürler."
Gettum birkaç kelime yazdı:
L O N D R A , Ş Ö V A L Y E , P A P A
ARA tuşuna bastığında aşağıdaki devasa ana bilgisayarın saniyede 500 MB hızla verileri
tararken çıkardığı vınlamayı hissetmişti. "Sistemden, bu üç anahtar kelimeyi birden içeren
tüm metinleri göstermesini istedim. İstediğimizden daha fazla sonuç çıkacaktır ama iyi bir
başlangıç."
Ekranda ilk sonuçlar belirmeye başlamıştı bile.
Papayı resimlemek. Sir Joshua Reynolds'ın Toplu Portreleri.
Londra Üniversitesi Yayınevi.
Gettum başını iki yana salladı. "Aradığınızın bu olmadığı ortada." Sonraki sonuca indi.
Alexander Pope'un Londra Anıları.
Yazarı G. Wilson Knight.
Yine başını hayır anlamında salladı.
Sistem çalışmaya devam ederken, sonuçlar eskisinden daha hızlı dökülüyordu.
Çoğu on
sekizinci yüzyıl İngiliz yazarı Alexander Pope'dan bahseden düzinelerce metin belirmişti. Din
karşıtı, alaycı epik şiirlerinde sıkça şövalyelerden ve Londra'dan bahsetmişti.
Gettum ekranın en altında yer alan nümerik kısma bir göz attı. Mevcut sonuçları ve
taranmayan veri alanından çıkabilecek sonuçların yüzdesini hesaplayan bilgisayar, bulunacak
sonuçlara dair kaba bir tahmin veriyordu. Bu aramada fazlasıyla geniş bir veri ortaya çıkacağı
anlaşılıyordu.
Toplam sonuçların tahmini sayısı: 2692
Aramayı durduran Gettum, "Parametreleri arttırmalıyız," dedi."Mezarla ilgili sahip
olduğunuz tek bilgi bu mu? Başka bir şey yok mu?"
Langdon kuşkulu gözlerle Sophie Neveu'ya baktı.
Gettum bunun bir
leş avı olmadığını sezmişti. Robert Langdon'ın geçen yıl Roma'da
yaptıklarıyla ilgili dedikodular kulağına gelmişti. Bu Amerikalı dünyadaki en güvenli
kütüphaneye girmişti -Vatikan Gizli Arşivleri'ne. Langdon'ın içeride ne gibi sırlar öğrendiğini
ve Londra'daki ümitsiz mezar arayışının, Vatikan'da edindiği bu bilgilerle ilgi olup olmadığını
düşündü. Gettum, insanların Londra'da neden şövalye aradıklarını bilecek
kadar tecrübeli bir
kütüphaneciydi. Kâse.
Gettum gülümseyerek gözlüklerini düzeltti. "Leigh Teabing'in dostusunuz,
İngiltere'desiniz ve bir şövalye arıyorsunuz." Ellerini kavuşturdu. "Kâse peşinde olduğunuzu
tahmin ediyorum."
Langdon ile Sophie şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
Gettum güldü. "Dostlarım, bu kütüphane Kâse'yi arayanların merkez üssüdür. Leigh
Teabing de onlardan biri. Keşke her gül, Magdalalı Meryem, Sangreal, Merovingian, Sion
Tarikatı, vesaire, vesaire arayışımda ondan bir şilin alsaymışım. Komplolara herkes bayılır,"
Gözlüklerini çıkararak onlara baktı. "Daha fazla bilgiye ihtiyacım var."
Yaşanan sessizlikte Gettum misafirlerinin gizlilik arzusunun,
çabuk sonuç alabilmek
hırsına yenik düştüğünü anlamıştı.
Sophie, "İşte," diye atıldı. "Bildiğimiz her şey bu." Langdon'ın kalemini ödünç alarak
kâğıda diğer iki dizeyi de yazdı ve Gettum'a uzattı.
Ara, küreyi kabre aitti.
Güldü teni, doluydu göbeği
.
Gettum içinden güldü. Gül ve doluydu göbeği kelimelerini gördüğünde,
gerçekten
Kâse'ymiş, diye düşündü. Başını kâğıttan kaldırarak, "Size yardım edebilirim," dedi. "Bu
şiirin nereden geldiğini sorabilir miyim? Ve neden bir küre aradığınızı?"
Langdon dostça bir tebessümle, "Sorabilirsiniz," dedi. "Ama çok uzun hikâye
ve çok az
vaktimiz var."
"Kendi işinize bakın demenin kibar yolu."
Langdon, "Bu şövalyenin kim ve nerede gömülü olduğunu bulabilirseniz,” dedi. "Size
sonsuza dek müteşekkir olacağız, Pamela."
Yeniden yazmaya başlayan Gettum, "Pekâlâ," dedi. "Ben devam edeyim. Eğer bu
Kâse'yle ilgili bir meseleyse, Kâse'yle ilgili anahtar kelimeleri de aramaya dahil edelim.
Başlık kısmını çıkarıp, yakınlık parametre ekleyeceğim. Böylece çıkan
sonuçlar sadece
metindeki kelimeleri içeren ve Kâse'yle ilgili kelimelerin yanında belirenlerle sınırlanmış
olur."