Saçmalıklar Çağı



Yüklə 1,91 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə51/91
tarix15.03.2018
ölçüsü1,91 Mb.
#31994
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   91

Büyüdüğüm  geleneksel  yapılı  toplumda  can  sıkıntısından,

baskıdan  ve  uydumculuktan  kaçmak  için  can  atardım. Ama

bağımsız  yaşamın  önemli  ölçüde  zenginlik  kaybı  getirdiğine

kuşku yoktur. Ödenecek bedel daima vardır. Özgürlük şişkin

değil, inceciktir.

Toplumların bir zamanlar uydumculuk için verdikleri ödülü

bugün özgür birey kendi kazanmak zorunda. Peki, o zaman

zayıf deneyimi zenginleştirmek ve şaşı dünyayı yeniden büyülü

hale getirmenin yolu ne?

Walter  Benjamin  kısa  ömürlü  haberlere  karşı  tam  zıtlarını

teklif  etmişti:  "İletişimin  en  eski  biçimlerinden  biri,  öyküdür.

Öykünün  amacı  bizzat  olanı  aktarmak  değildir  (bu,  haberin

amacıdır);  öykü,  olayı,  dinleyenlere  deneyim  olarak

geçirebilmek  için  anlatıcının  hayatına  katar."

[201]

  Benjamin



geleneksel  öykü  anlatımını  kastediyordu  ama  söz  konusu

gelenek bugün hâlâ edebiyatta mevcut.

Edebi  okuma,  gayet  kuru  ve  ölgün  görünenlerin  aslında

gizemli  ve  sıra  dışı  olduklarını  ortaya  çıkarmak  suretiyle

kişisel  deneyimi  zenginleştirir  ve  yaşamı,  olayları  sanki

gerçekten  olmuş  gibi  hissettirerek  iletip  yeni  deneyimler

sağlar. Edebi okuma sadece geçmiş deneyimleri yenilemekle

kalmaz, Budist dikkatlilik kavramındaki gibi dikkat istemesi,




şimdiyi kıyas götürmez ölçüde zenginleştirir. Okumak, yalnız

yapılmasına  karşın  diğer  insanlara  yönelik  bir  reddediş

içermez.  Kopuş  bir  kez  daha  paradoksal  bir  hareketle

dünyaya  daha  derin  katılımı  getirmektedir.  Okumak

duygudaşlığı,  haliyle  sevimsiz  hatta  iğrenç  karakterlere

yönelik  anlayışı  esinleyerek  şefkat  ve  sabrı  artırır.  Ve

okumak  insana  mahrem,  yakın  bir  dost  çevresini,  yazarları

kazandırır.  Son  olarak  ama  aynı  ölçüde  önemlisi,  okumanın

kendisi önemli bir deneyimdir.

Geçen yüzyılın en büyük iki deneyim zenginleştiricisi Joyce

ve  Proust'tu.  Joyce  gündelik  hayatın  tuhaf  dokusunu  tekrar

yarattı  ve  Proust  bu  hayatın  aynı  ölçüde  tuhaf  psikolojisini

ortaya çıkardı. Proust'un başat temalarından biri beklenti ve

hüsranın  psikolojisiydi. Kayıp  Zamanın  İzinde'nin  anlatıcısı

bu nedenle bitmek tükenmek bilmez, ardından hayal kırıklığı

ve  umutsuzluğun  geldiği  bir  ateşli  arzu  ve  beklenti

döngüsünde yaşıyordu.

Proust'un içinde yaşadığı toplum bugün bize İnka uygarlığı

kadar  uzak  ve  yitiktir.  Ama  anlatıcının  yaşam  tarzı,  ilişki

ağları,  partiler,  karasevdalar,  gelişigüzel  seks,  kaprislilik,

dürtüsel  alışveriş,  şöhretlilere  tapınma  ve  şöhretlileri

saplantıyla  takip  çarpıcı  güncelliktedir.  Ve  anlatıcının  gıpta

ettiği aristokratlar, özel oldukları düşünüldüğü için özel olan,



kendilerine hayranlıklarını teşvik amacıyla tasarlanmış tümüyle

tuhaf ve kapalı bir dünyada yaşayan, uzaktan şiddetle cazip,

yakındansa  had  safhada  bayağı  modern  şöhretlerin  birebir

eşeyleridir.

Proust  aynı  zamanda  en  eğlenceli  yazarlardandır.  Dahası

eğlenceliliği,  komik  yazının  en  yaygın  ve  tembel  işi  tarzı

abartmaya,  karikatürleşme  ve  farsa  değil,  insanların

gerçekten  ne  yaptıklarına  ve  söylediklerine  şiddetle

yoğunlaşmasından  kaynaklanır.  Sosyete  salonlarında  geçen

gülünç  sahneler  kahkahaların  yanında  yüz  buruşturma  ve

homurdanmalara da yol açar çünkü tasvir ettiği kusurlar son

derece  tanıdıktır.  Proust'un  açıkça  belirttiği  hedef  buydu:

"Gerçekte  her  okur  kendi  başınadır. Yazarın  yaptığı,  okura

elindeki 

kitap 

olmasa 


muhtemelen 

kendi 


başına

tadamayacağı, yaşayamayacağı şeyi fark ettiren bir tür optik

alet olmaktan ibarettir. Ve okurun kitapta anlatılanı kendinde

görmesi, anlatılanın doğruluğunun kanıtıdır."

[202]

Bu  yolla  alınan  derslerin  güzelliği,  soyut  talimatlarla



alınmalarından  ziyade  daha  fazla  özümsenmeleridir.  Proust

okuduktan  sonra  sürekli  beklenti  içinde  yaşamanın

saçmalığını  ve  çılgınlığını  ta  kemiklerinizde,  DNA'nızda

anlarsınız.




Ama  gündelik  hayata  büyüyü  tekrar  ve  en  çok  katan

roman, 


Joyce'un Ulysses'idir.  Proust  nasıl  her  okuru

kendisini 

yorumlayabilen 

bir 


kişiye 

dönüştürmeyi

amaçladıysa, 

Joyce 


da 

okurun 


önemsiz 

günlerini

Homeros'takiler  gibi  garip,  zengin,  kahramansı  ve  mitik

günlere,  okurun  her  gününü  başka  bir  maceraya

dönüştürmeyi amaçlamıştı. Joyce önce bilinç-akışı tekniğiyle

sıradan  düşünen  bir  zihnin  biteviye  kırpışan,  her  daim

hareketli  gözlem,  algı,  bellek,  imgelem  ve  arzu  sahnesinin

zenginliğini  ortaya  çıkardı. Ardından,  görüşünün  kapsamlılığı

ve  yazım  tarzının  güzelliğiyle  kendisinden  önce  sıkıcı  veya

tatsız  diye  reddedilenleri  edebiyata  yükseltti. Yazılmasından

neredeyse  yüz  yıl  sonra,  bugün  bile Ulysses'te,  gündelik

sefaletin sıradanlığıyla insanı çarpan sahneler vardır. Bu "her

türlüsü  uyar"  çağında  bile  tuvalette  dedikodu  sütunlarını

okuyan bir adamı tasvire birden fazla sayfa ayıracak yazara

zor  rastlıyoruz:  "Kendini  sıkarak  sessizce  okuyordu,  birinci

sütunu  sonra,  hafif  bıraktı  ama  tutaraktan,  ikincisine  geçti.

Yarılayınca  koyuverdi  kendini  o  okurken  bağırsakları  kendi

kendine  rahatlasın  diye,  hâlâ  sabırla  okuyordu  dünkü  az  bir

kabızlığı  kendini  salıp  giderken.  Keşke  basurları  çıkaracak

denli kazulet olmasa gene. Yo, bu iyi."

[203]

Hepimiz  yenilenmenin  özlemini  duyarız  ama  yenilenmenin




Yüklə 1,91 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə