DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
126
Giriș
nsan Tabiatı zerine Genel Teoriler
H
er şeyden önce, düşünce tarihinde in-
san tabiatına felsefi anlamda bilimsel
bir tutumla yaklaşım gösterenler so-
fistler olarak bilinir. Sofistlerin insan tabiatına
yaklaşımlarının en bariz açılımının retorik üzerine
olduğu bilinmelidir. Ancak sofistlerin düşünce ta-
rihi içerisinde neden insanı merkeze alan bir dü-
şünce sistematiği içerisinde oldukları araştırmacı-
lar tarafından da merakla incelenmiş ve hakikaten
Grek düşünce geleneğinin felsefi tarzını ortaya
koyabilecek bir yapının daha önümüze çıkmasına
imkân tanımıştır. Bu imkânın, bilginin rölatifliği
ile birlikte genel geçer hiçbir doğrunun insan tara-
fından ortaya konamayacağı şeklinde dış dünyaya
ait bilginin geçersizliği ve hatta imkânsızlığı te-
zinden hareketle geliştirilmiş olması manidardır.
1
Dış dünyaya ait bilgimizin bu denli problemli
oluşu insan için hayatın anlamını daha sorunlu
kılacak ve sorunun çözümü için ortaya atılacak
paradigmaların da işlevselliğini zorlaştıracaktır.
Sofistik sistemde doğruluğun yerini ya da anla-
mını yarar almıştır ve insan için yararın ne olduğu
tartışılmış ve insana dair tüm kişisel ve sosyal ya-
pılar bu bağlam etrafında incelenmiştir.
2
Sofistler-
le öne çıkan insan anlayışı her şeyin ölçüsünü in-
san yapmakla neticelenmiş,
3
klasik ya da çağdaş
anlamda genel geçer bir rölativizmi insana dair
tüm katmanlara, sonucu ne olursa olsun uygulana-
cak şekilde geliştirmiş ve Sokrat gibi değişmez ve
her zaman için geçerli değer ve kavramların oldu-
ğu varlık, bilgi ve değer anlayışını savunan bir fi-
lozofun yetişmesine kronolojik olarak ön ayak
olmuştur.
1
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi (İstanbul: Remzi Kitabe-
vi, 1996), 44-46.
2
Gökberk, Felsefe Tarihi, 46.
3
Wilhelm Windelband, istory of Philosophy (New
York: MacmillanCompany, 1901), 68.
KİNDÎ’DE KLASİK PSİKOLOJİ VE TEMEL PROBLEMLERİ
127
Sofistik insan merkezli ve Windelband’ın da haklılıkla ifade ettiği gibi,
antropolojik bir dönemin sonrasında kavramların ve konuların kendi yerini
bulduğu sistematik bir dönemin varlığı kendini göstermektedir.
4
Nitekim
benzeri düşünce biçimi içerik olarak aynı olmasa da şekil açısından paralel-
lik göstermektedir. Kader sorunu bağlamında insan özgürlüğü sorunu kelâ-
mi disiplinler içerisinde büyük günah kavramı etrafında tartışılmış ve bu
sorun düşünce tarihi içerisinde sahip olduğu ağırlığı insan sorununa dönüş-
türerek tartışmayı ihmal etmiştir. Bu bağlamda kader sorununun teolojik
olduğu kadar antropolojik bir sorun da olduğu gözlerden kaçmış ve belki de
erken dönem İslâm entelektüel aydınlanmasının gerçekleştirilmesi, sos-
yo-politik tartışmaların, kavgaların ve savaşların gölgesinde kalmıştır.
Çeviri hareketlerinin medeniyetleri yeni medeniyet havzalarına taşıyarak
varoluşsal bir zenginlik meydana getirdiği konusunda itirazın olabileceğine
ihtimal vermek son derece güçtür. Birçok alanda İslâm medeniyet
havzalarına taşınan bilgi mirasının söz konusu medeniyetlerin sahip
oldukları hümanizma noktasında taşınıyor olmaması, çok sıradan
görülebilecek bir hadise değildir. Olayın ciddiyetine değinen Ülken, bu
yönü ile İslâm medeniyetinin insanlık tarihi açısından sürekliliği sağlamada
noksan kaldığını ve şekille özün birbirinden ayrılarak alınabileceği gibi
ciddi bir eklektik yanılsamayı ürettiğini ortaya koyar.
5
İslâm bilgi mirasının
süreç içerisinde tercüme, tedvin ve tasnif süreçlerinden sonra, kendi ahen-
gi/akışı içerisinde sistematik döneme girdiğini de görmekteyiz. Şunu da
çok rahatlıkla ortaya koymak gerekir ki, İslâm hümanizması ya da İslâm
medeniyetinin insan tasavvuru söz konusu bilgi aktarımı ya da taşınımı
sırasında ilgili medeniyetlerin sahip olduğu yapılara eklemlenmemiş ya da
kendini o bağlam içerisinde bulmamış olabilir. Zaten Ülken’in de haklılık-
la ifade ettiği gibi, tercüme ya da karşılaşma sırasında ilgili medeniyet mi-
rasının güzel sanatlara dair kazanımları İslâm coğrafyasında makes bulma-
mıştır.
6
Gerek güzel sanatlar ve gerekse antropoloji temelli hümanistik
yapılar gerekli ilgiyi görmemiş ya da tamamen ihmal edilmiş olabilir. An-
cak bundan hareketle İslâm’ın insan tasavvuru noktasında ilgili medeniyet
disiplinlerinden istifade etmediği ya da kendine dair bir insan tasavvuru
geliştirmediği gibi bir yargıya varmanın oldukça ciddi sakıncalara kendin-
de barındıracağı bilinmelidir.
Sistematik evrede İslâm düşüncesi, insan tasavvuru üzerinden geliştirdi-
ği bir paradigmanın bugün için savunulabilecek ya da üzerinde çalışılabi-
lecek bir literatürün fragmantal düzey dışında çok da kapsamlı olduğunu
4
Windelband, istory of Philosophy, 66, 99.
5
Hilmi Ziya Ülken, yanış Devirlerinde Tercümenin Rolü (İstanbul: Ülken Yayınları,
1997), 182.
6
Ülken, yanış Devirlerinde Tercümenin Rolü, 181.
DİYANET İLMÎ DERGİ
·
CİLT: 54
·
SAYI: 2
·
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2018
128
savunmak son derece zordur. İslâm felsefesi bağlamında ortaya koyulan
insan kavramı ya da tabiatına dair yapılagelen açıklamaların ya da analiz-
lerin büyük bir çoğunluğunun Kitâbu’n-Nefs literatürü bağlamında ele
alındığını ve konunun fizik biliminin muhteviyatı çerçevesinde ya da sınır-
ları içerisinde temellendirildiğini görmemiz oldukça önemlidir. Genel
perspektif bağlamında ise, insan sorunu ya da kavramı, İslâm kelâmında ya
da tasavvufunda tanrı merkezli ve çoğunlukla da tanrı tasavvuru bağlamın-
da ele alınmış olması, meselenin insan sorunu olduğunu gözden kaçırmış-
tır. Burada böyle bir anlayışın kültürel ya da felsefi kodlarının doğruluğu
ya da yanlışlığı tartışılmak istenmemektedir. Sadece meselenin bilgi ku-
ramsal tabiatını tarihsel tecrübemiz açısından ortaya koymak hedeflenmek-
tedir.
Kindî de Varlık Olarak nsan Ontolo ik üalizm Varlıksal ki-
cilik
Yukarıda ifade edilmeye çalışıldığı gibi insan sorunu, İslâm felsefesi li-
teratüründe Kitâbu’n-Nefs bağlamında ele alınmıştır. Kuşkusuz felsefenin
diğer disiplinleri içerisinde de insan sorunu tartışma konusu edilir. Örneğin
ahlak ve siyaset felsefesinin sorunlarının tartışıldığı meselelerde doğrudan
insan sorununun ele alındığı kısımlar ya da disiplinler olarak karşımıza
çıkar. Kindî’nin insan sorununu ele aldığı kısımlar ise, nefs ve akıl üzerine
yazdığı risaleler ile kısa hacimli felsefe sözlüğünden oluşur. Söz konusu
sözlük çalışmasında Kindî, doğrudan ya da dolaylı olarak insana dair kav-
ramlardan söz ederken, şöyle ya da böyle insanın tabiatına dair yaklaşım-
larının da ne olduğunu anlayabilmekteyiz.
Kindî, insan doğasına dair nefs kavramını incelerken, iki filozofa sıkça
ve temelde gönderimde bulunarak insan tasavvurunu geliştirmeye ve irde-
lemeye çalışır. Bu iki filozoftan biri Platon (ö. MÖ. 347),
7
diğeri Phythago-
ras (Pisagor, ö. M.Ö. 495)’tır.
8
Özellikle Pisagor’un din ile bilim arasında
tutmuş olduğu uzlaşmacı rol
9
çok güçlü ihtimalle Kindî’nin de dikkatini
çekmiş ve yöntemini izlemeye sevk etmiştir. Her iki filozofun da insan
anlayışı nefsin bedenden ayrımına dayanır. Gerek Platon’un ve gerekse Pi-
sagor’un temelde yaklaşımı, nefs ağırlıklı ve beden karşısında nefsin yü-
celtildiği bir insan tasavvuru geliştirilmeye yöneliktir. Nefsi bedenle bir
saymamak ya da bedenin kendisinde ya da işlevlerinde nefsin fonksiyonel-
liğinin izine rastlamamak, düşünce tarihinde nefsle bedeni birbirinden ayrı
iki varlık alanı ve birinin diğerine indirgenemediği iki ayrı töz olarak düşü-
7
Kindî, Felsefî Risâleleri, çev. M. Kaya (İstanbul: İz Yayınları, tsz), 133.
8
Kindî, Felsefî Risâleleri, 133.
9
Richard Tarnas, atı Düşüncesi Tarihi, çev. Y. Kaplan (İstanbul: Külliyat Yayınları,
2011), 52.
Dostları ilə paylaş: |