IV. BÖLÜM
CENNETTEN KOVULUŞ
“…Ve henüz yerde bir kır fidanı yoktu. Ve bir kır otu henüz bitmemişti. Rab
Allah yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı. Ve toprağı işlemek için adam yoktu.
Ve yerden buğu yükseldi. Ve bütün toprağın yüzünü suladı. Ve Rab Allah yerin
toprağından Adamı yaptı. Ve onun burnuna hayat nefesini üfledi. Ve adam
yaşayan can oldu. Ve Rab Allah şarka doğru Aden’de bir bahçe dikti. Ve
yaptığı adamı oraya koydu. Ve Rab Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan
her ağacı ve bahçenin ortasında ‘Hayat Ağacı’nı ve ‘İyilik ve Kötülük Bilgisi
Ağacı’nı yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden’den bir ırmak çıkardı
dört kola ayırdı. Bahçenin her ağacından istediğin gibi ye, fakat ‘İyilik ve
Kötülük Bilgisi Ağacı’ndan yemeyeceksin. Çünkü onu yediğin günde mutlaka
ölürsün…” (Tevrat’ın II. Bab, 5.-17. Ayetler’i)
İşte sembollerle dolu bir anlatımın sergilendiği Tevrat’tan küçük bir alıntı…
İçindeki sırların çözümüne girmeden önce aynı temayı anlatan bir başka metne
göz atalım:
“… Bir ağacın meyvesiyle beslenen bir topluluk vardı. Ağacın bir
tarafındaki meyveyi yiyorlar, diğer tarafındakileri ağızlarına almıyorlardı.
‘Erlik’ bunun sebebini sordu. İnsanlar da ona cevap verdiler: ‘Tanrı bize bu
dört dalın meyvesini yemeyi yasak etti. Güneşin doğduğu yanda bulunan beş
dalın meyvelerinden yemeyi buyurdu. Yılan ile köpeğe bu ağacın dört dalından
yemek isteyenleri bırakma diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş
dalın meyveleri bizim aşımız oldu.’ dediler. Erlik bunları duyduktan sonra,
Tanrı yalan söylemiş. Siz bu dört dalın meyvelerinden de yiyiniz dedi. Sonunda
Törüngey ile karısını kandırıp yasak meyvelerden onlara yedirdi. O anda her
ikisinin de ‘tüyleri’ dökülüverdi. Derken Tanrı geldi. Törüngey’e şöyle dedi:
Beni dinlemedin ve şeytanın sözüne kandın. Onun sözüne kananlar onun
ülkesinde yaşayacaklar, benim ‘nurum’dan mahrum olacaklar, karanlık
dünyada bulunacaklardır.” (Altay Efsanesi’nde Yerin Yaradılışı Bölümünden)
İnsanlığın kökeni denildiğinde, hep bir cennetten kovuluş mizanseniyle
karşılaşırız. Bu, dinlerde böyle olduğu gibi, mitolojilerdeki anlatımlarda da
böyledir. Tüm eski yazıtlar insanın kökenini cennete bağlar. Niçin cehennem
değil de, cennettir acaba insanlığın kökeni… En büyük sırlardan biri, belki de
burada yatmaktaydı…
BÜYÜK SIR, BÜYÜK BULMACA
İşte ilk bulmaca ve bulmacanın ilk ip uçları…. Yukarıda size aktarmış
olduğum dinsel ve mitolojik metinlerde, insanın kökeninin cennete bağlandığı
görülmektedir. Cennet sembolüyle bir mükemmelliyet ortamı kastedildiği
dikkate alınırsa, konunun daha hemen başında, mükemmelliyetin başlangıçta
olduğu meselesiyle karşı karşıya kaldığımızı görürüz.
Peki mükemmelliyetin başlangıçta olması ne anlama gelir? Bunu biraz
açmamız gerekecek…
Adem’le sembolize edilen başlangıç, hangi devrin başlangıcıydı? Bunu daha
iyi ortaya koyabilmek için dünyanın ezoterik geçmişine çok kısa olarak bir göz
atalım ve böylelikle insanlığın nereden gelip, nereye gitmekte olduğunu daha
iyi gözler önüne sermeye çalışalım…
Mükemmelliyetin başlangıçta olduğu hayli yaygın ve hayli eski köklü bir
anlayışın ifadesi olarak inisiyatik öğretilerdeki ezoterik çalışmalarda
karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber, yine çok yaygın olmak üzere,
kaybedilen “Altın Devrin” yeniden yaşanacağına dair de, bütün geleneklerde
atıflar mevcuttur:
Grek Geleneği’ne göre: Altın Çağ bir nevi cennet hayatıydı. İnsanlar uzun
yaşarlar ve hiç ihtiyarlamazlardı. Mevcudiyetleri de Tanrı’nınkine benzerdi.
Zamanla insanlığın aşamalı olarak aşağı inişinin başlamış olduğu söylenir.
Mısır Geleneği’nde ise: İnsanların tanrılarla birlikte yaşadıkları
dönemlerden bahsedilir.
Hint Gelenekleri: İnsanlığın zaman içinde yavaş yavaş aşağı inmekte
olduğunu ve her geçen asırla birlikte insanlığın biraz daha mükemmelliyetten
uzaklaştırmakta olduğunu söyler. Hint ezoterizmi bunu envolüsyon ve
evolüsyon yani aşağı iniş ve sonra tekrar yukarı çıkış olarak dile getirmiştir.
İnsanlık önce Altın Çağı yaşamış sonra zaman içinde aşağı inerek Demir
Çağı’na kadar ulaşmıştır. Demir Çağı’na Hint gelenekleri Kali - Yuga adını
vermişlerdir.
Musevi ve Hristiyan Gelenekleri’nde de buna benzer fikirlerle
karşılaşmaktayız: Büyük tufandan sonraki kozmos, yine Tanrı’nın, zamanın
başlangıcında yarattığı kozmosun aynı olacak. Temizlenmiş, tasfiye edilmiş,
ıslah ve ihya suretiyle yenilenmiş ve ilk günlerin mükemmelliyeti iade edilmiş
olarak sona ulaşılacak…
Roma gelenekleri: Saturnalia Bayramı’ndan söz eder: Bu bayramlarda
ışıklar söndürülür ve yeniden yakılırdı. Daha sonraları yeni yıl kutlamalarına
dönen bu bayramlar yine aynı tema üzerine kurulmuştu. Peki mükemmelliyetten
uzaklaşılış niçin kutlanmaktaydı? Çünkü uzaklaşıldıkça yeniden yeni bir
mükemmelliyete doğru da aynı zamanda yaklaşılmakta olduğu bilindiği için,
her geçen zaman bu kavuşmayı da beraberinde getirmekteydi. İşte kutlanan da
buydu… Mükemmelliyet yeniden kavuşmaya doğru gidildiğini göstermek
içinde ışıklar söndürülüp yeniden yakılırdı. Yani karanlıklardan aydınlığa
geçişin bir sembolü olarak…
Müslümanlar’da da başlangıçların mükemmelliyetine rastlıyoruz: Adem
ile Havva cennetten yani mükemmelliyeti ifade eden bir ortamdan
kovulmamışlar mıydı?
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısaca toparlayacak olursak; hemen hemen
tüm toplumların geleneksel bilgilerinde, mükemmelliyetin başlangıçta olduğu,
sembollerle çeşitli mizansenler içinde dile getirildiğini söyleyebiliriz.
Dostları ilə paylaş: |