Zikir çalışmalarında geçilen safhalar:
1- Sesli veya sessiz zikir.
2- Nefes alma tekniklerinin devreye girmesi.
3- Vecd halinin yaşanması.
4- Aydınlanma, bilgi ve spiritüel güçlerin elde edilmesi.
Konsantrasyon ve nefes alma egzersizleri çalışmanın önemli bir bölümünü
oluştururdu. Çünkü bunlar sağlanmadan bu yolda ilerlenmesinin imkanı yoktu.
Bundan sonraki başarılar, bu yolda yapılan doğru çalışmalara bağlıydı.
Bunların mutlak surette başarılması şarttı. Bu nedenle “Gizli Öğreti”de zikir
çalışmalarına büyük önem verilmiştir.
Zikir arzu edilen bir kuvvet veya evrenin büyüklüğü üzerine konsantre
olunarak yapılan meditasyondur. Doğu’da uygulanan meditasyon kurallarıyla,
Sufiler’in uyguladıkları Zikir çalışmalarının temeli aynı prensiplere bağlıdır.
Sadece kullanılan mantralar yani kelime kalıpları değişiktir. Bu prensipler tüm
toplumların “Gizli Öğretileri”nde bir ve aynıdır. Çünkü bağlı bulundukları
bilgi sistemi aynı kökene bağlıdır. İlk geleneksel Ezoterik Doktrin’e yani Mu
kültürüne…
Zikir çalışmaları belirli nefes alma teknikleriyle birlikte uygulanır ve
sonunda zihnin ve şuurun değişimine sebebiyet veren vecd (trans) haline
geçilirdi. Bu aydınlanmaya giden bir yoldu. Spiritüel güçlerin ve kozmik
bilgilerin insan bünyesinde zemin bulmasına yol açan bir çalışmaydı. Çok
dikkatli uygulanması gerekiyordu… Bu nedenle mutlaka öğretmenin
gözetiminde yapılırdı. Öğretmenin gözetiminde yapılamsı gerekirdi çünkü
zikirde kullanılan kelimeye, öğretmen özel olarak bazı manyetik enerjiler
yüklerdi. Böylelikle tekrarlanan kelime kalıbı, öğrenciye yoğun bir enerjinin
geçmesine sebebiyet verirdi. Bu sözcük üzerine yüklenen enerji zaman zaman
yeniden doldurulması gerekirdi. Zira öğrenci bu enerjiyi, belli bir süre sonra
kendi üzerine çektiği için tüketirdi. Tükenen enerjinin öğretmen vasıtasıyla
yeniden doldurulması gerekirdi. Aksi takdirde öğrencinin negatif enerjileri
üzerine çekme tehlikesi baş gösterirdi.
Günümüzdeki meditasyon uygulamalarında bu kurala uyulmadığı için, birçok
kişi, psikolojik ve fizyolojik kökenli önemli rahatsızlıklarla karşı karşıya
kalabilmektedir. Bu yüzden günümüzde uygulanan meditasyon çalışmaları
yarardan çok zarar getirmektedir. Özellikle “Transandantal Meditasyon”
tekniğinin uygulanmasıyla arzu edilmeyen sonuçlarla karşılaşan çok sayıda kişi
bulunmaktadır. Bu konuda okuyucularımı uyarmayı bir borç biliyorum…
“Gizli Öğreti”de belli bir yol alındıktan sonra, öğretmenlerinin gözetiminde
öğrencilerin bazı mucizeler gerçekleştirebildikleri bilinmektedir. Bunlar
“keramet” adıyla anılır. Normal yollarla açıklanması mümkün olmayan bu
mucizevi olayların altında yatan parapsişik prensiplerin meydana gelmesinin
en önemli sebebi, öğrenciye öğretilen ve uygulamaları yaptırılan özel düşünce
konsantrasyonu çalışmalarıdır.
İslam dünyasında büyük etkiler yapmış olan Sufiler, Sünni Müslümanlarca
hiç bir zaman anlaşılamamıştır. Sürekli eleştirilmişlerdir. Hatta bazıları
anlaşılamamak ve horlanmakla da kalmamış bunu yaşamlarıyla ödemişlerdir…
Bunların başında Hallac-ı Mansur gelir…
HALLAC-I MANSUR
Ünlü Sufilerden olan Hallac-ı Mansur, “Enel Hak” (Ben Tanrıyım) dediği ve
bu sözünden geri dönmediği için zamanın otoriteleri tarafından önce
kırbaçlandı, sonra derisi yüzülüp taşlanarak M.S. 922’de Bağdat’ta öldürüldü.
Hallac-ı Mansur, diğer Sufiler gibi, “İnsan - Tanrı - Evren” üçlemesini
içeren varlık birliğini savunuyordu. Gençliğinde Kahire’de bulunan Mansur,
burada İskenderiye Okulu filozoflarıyla tanıştı. Onların görüşlerini benimsedi.
Daha sonra tüm Türkistan’ı dolaştı. Buradaki Sufi tarikatlarında görüşlerini
yaydı.
Hallac-ı Mansur’a göre gerçek olan “Bir”di. Çokluk, bu “Bir”in farklı biçim
ve nitelikteki yansımalarından ibaretti. Evren ve insan “Bir” in dışında değil
içindeydi ve onunla özdeşti. Bu nedenden dolayı insan da tanrının bir cüzzü
yani bir parçasıydı. İnsan Tanrıydı ama Tanrı insan değildi. Onunla sınırlı
değil çünkü O, tüm varoluşun kendisiydi. Evren, ışık ve sevgi yumağı olan
tanrıdan yansımıştı. Tanrıdan ayrı hiç bir parça olamazdı. Çünkü Mansur’un
görüşüne göre parça bütüne aitti. Ve gerçeği kavrama gücünden yoksun olanlar,
tüm varlıkların Tanrı’dan ayrı birer birim olduğunu ileri sürerler. Bunun bir
yanılgı olduğunu anlamak ancak sezgi ile mümkündür. Her birey kendi içine
dönerek bu sezgi gücünü belirli bir eğitimle ortaya çıkartabilir. Bu içe
dönüşün sonucu olarak, önce Tanrısal sevgi uyanır, sonra da gönülde Tanrısal
nur açık seçik görülmeye başlar. Gerçek sır, Tanrısallığı insanın içinde
görmesidir. Bu görüşünü bir tek cümleyle de ifade etmiştir: “Kendini bilen
Tanrı’yı bilir.”
Enel Hak demesinin altında yatan felsefe işte buna dayanıyordu. Zamanın
Sünni otoriteleri derhal bu görüşlerinden vazgeçmesini ve hatalı olduğunu
kabul
etmesini
istediler.
Söylediklerinden
geri
dönerse
kendisini
affedeceklerdi. Ancak o bunu yapmadı. Bile bile ölümü kabul etti. Onun inancı
uğruna ölümü seçmesi Sufiler arasında derin izler bıraktı. O Sufizm’de bir
simge olarak yaşamaya devam etti…
Onun bu görüşleri aslında kökeni çok eskilere dayanan Ezoterik Sırlar’a
dayanmaktaydı. Belki de onun en büyük hatası, bazı sırları o dönemlerde
açıkça söyemiş olmasıydı. Kendisinden sonra gelenler, inisiyatik sırların asla
hazır olmayanlara açıklanmaması gerektiğini bir kez daha ısrarla savundular.
Ve zamanından önce açıklanan sırların nelere sebebiyet verdiğini anlatmak için
Dostları ilə paylaş: |