Gizli sırlar Öğretisi



Yüklə 4,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə58/64
tarix29.05.2018
ölçüsü4,8 Kb.
#46588
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   64

Mevlana için Tanrı önsüz ve sonsuzdur. Salt ışık, salt akıl, salt ruhtur…
“Hep odur var olan da, yok olan da.
Odur kaynağı acının da kıvancın da.
Yok görecek göz sende, yoksa görürdün.
Yalnız o var baştan aşağı senin varlığında…”
Mevlana “Divan-ı Kebir” adlı eserinin hemen başında da aynı anlama gelen
cümlelerle başlamıştır:
“Gizli şeyleri gören gözlere;
her an senden şekiller, suretler görünmede…”
Bir başka eserinde ise:
“Ey  tanrıyı  arayan,  aradığın  sensin…”  sözleriyle  tasavvufun  felsefi  yolları
arasında,  sırları  biraz  da  üstü  örtülü  bir  şekilde  söylemekten  kendisini
alamamıştır.
Mevlana’nın “Divan-ı Kebir”, “Fihi Ma Fih”, “Meclis-i Seba”, “Mektubat”
ve “Mesnevi” olmak üzere beş büyük eseri vardır.
Her ne kadar Mevlana: “Ben kim, şiir kim” diyorsa da, onun her bir mısrası,
mumlu petekten süzülmüş bal gibidir. İnsana, sevgiye, evrene, tanrıya, aşka ve
evrenselliğe kucak açmış bir batınidir o… Hoşgörülü ve insancıllık her halde
ancak bu kadar yaşama aktarılabilirdi:
“İnsanlar  biraz  da  kusur  ve  yanlışlıklarıyla  güzeldir.  Başkalarına  zarar
vermeyen  zaaflara  da  hoşgörülü  olmak  gerekir”  diyen  Mevlana,  bunu  sadece
sözleriyle değil, yaşamıyla da ortaya koymuştur.
İnisiyatik kökenli Batıni bir ekole sahip olan Mevlana’nın hiç bir din ayrımı
yapmadığı  bilinmektedir.  Bu  ölümünde  de  kendisini  göstermiş  ve  cenazesine
Mevleviler ve Ahiler’in yanı sıra, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler de
yoğun bir şekilde katılmışlardır.
Mevlana’nın  ölümünden  sonra  büyük  oğlu  Sultan  Velet  babasının  öğretisini
kurumlaştırdı.  Ancak  kullanılan  dilin  Farsça,  öğretinin  de  zor  kavranır  batıni
sırlara  sahip  olması  nedeniyle  belirli  bir  çevrede  sınırlı  kaldı  ve  halka
inemedi.
Bir  elleri  yukarda,  diğer  elleri  aşağıda  dönen  semazenlerin  sırrı  ise  geniş
halk kitlelerince hiç bir zaman anlaşılamadı…


YUNUS EMRE
O  dönemlerden,  günümüze  kalan  isimler  arasında  ilk  akıllara  gelenler
arasında  Baba  İlyas,  Hacı  Bektaşı  Veli,  Ahi  Evren,  Yunus  Emre  sayılabilir.
Mevlana’nın  ve  isimlerini  saydığımız  bu  şahsiyetlerin  aynı  dönemin  insanları
olması tesadüf değildir. Tarih sayfalarını çevirdiğimizde, o dönemlerden sonra
Türkler arasında bu denli etkili düşünürlerin çıkmadığı görülmektedir. Bunun
sebeplerini biraz sonraya bırakıp, bu şahsiyetleri tek tek ele alamasak da, hiç
değilse  Yunus  Emre  ve  Hacı  Bektaşı  Veli  ile  ilgili  birkaç  özelliğe  değinerek
yolumuza devam edelim.
Gizli Sırları içeren Batıni Öğretiyi halka indiren şahsiyetlerin başında Yunus
Emre gelir…
1245  yılında  Ankara  yakınlarındaki  Sarıköy’de  doğdu.  O  dönemlerde
doğduğu köyde yaşayanların hemen hemen hepsi Horasan’dan göç eden Yesevi
tarikatine  mensup  kişilerdi.  Yunus  gençliğinde,  tasavvuf  ilmini  öğrenmek
amacıyla dönemin en ünlü Sufi büyüğü Hacı Bektaş’ın yanına gitti. Ancak çok
yaşlanmış  olan  Hacı  Bektaş,  Yunus’u,  Taptuk  Emre’nin  yanına  gönderdi.
Burada 30 yıl gizli eğitimden geçti.
Tüm dinlerin içeriğini öğrendi. Yunus bunu, “Dört kitabın manasın, okudum
hasıl  ettim”  diyerek  şiirlerinde  ifade  etmiştir.  Mantık,  felsefe,  Yunan
filozoflarının  yapıtları,  Arapça  ve  Farsça  gibi  dersler  görmüş  ve  zamanın  en
iyi  eğitiminden  geçmiştir.  “Ne  elif  okudum,  ne  cim”  demesi,  O’nun  Batıni
bilimin yanında zahiri olanlara değer vermemesinden kaynaklanmıştır.
Burada  aldığı  eğitimi,  Türkçeyi  kullanarak  son  derece  basit  bir  dille  ve
herkesin  anlayacağı  bir  yalınlıkla  şiirlerinde  dile  getirmeye  başladı.  Tüm
sırları  olmasa  bile  halkın  anlayabileceği  ve  okunduğunda  bazı  çağrışımlar
yapabilecek kısımlarını şiirsel bir anlatımla insanlara sundu. Onun şiiri “Gizli
Batıni  Öğreti”nin  sadeleştirilmiş  dilidir.  şiirlerinde  halka  felsefeyi
sevdermiştir.  Tasavvuf  felsefesinin  en  ağır  konularını  bile  şiirlerinde  herkese
hitap  edebilecek  düzeyde  anlatabilme  becerisini  gösterebilmiş  ender
Sufiler’den biridir.
Diğer  Sufiler  gibi  Yunus  da,  gerçek  aşk  ile  insanın  giderek  Tanrıya
yaklaştığını  ve  sonuçta  Tanrıyı  kendi  içinde  bulacağını  savunmuştur.  Bütün
varlıklar  gibi  insan  da,  Tanrısal  aşkın  yansımasını  içinde  gizlemektedir.  Bu


yansımayı  görebilmek  için  eğitimden  geçmek  şarttır.  Bu  eğitimin  temeli  de
“Batıni Gizli Öğreticilik”tir. Bunu şiirlerinde şöyle anlatmaya başlar:
“Vardığımız illere,
Şol Sofa gönüllere,
Baba Taptuk manasın,
Saçtık Elhamdülillah.
Taptuk’un tapısında,
Kul olduk kapısında,
Yunus miskin çiğ idik,
Piştik Elhamdülillah.
Ruhun ölümsüzlüğünü şiirlerinde anlatan Yunus, ruhun çıktığı kaynağa dönme
çabası içinde olduğunu dile getirmiştir:
“Beden yokolup gitmekte, ancak ruh ölümsüzlerin dünyasına gitmekte…”
Ölümsüzlerin dünyasından ruhun tekrar dünyaya geldiğini ve çeşitli bedenler
kullanan  ruhun  bu  çabalarının  sonunda  arınmaya  doğru  ilerlediğini  halka
şiirlerle anlatmıştır. O’nun şiirlerinde derin bir felsefenin izlerini takip etmek
son derece kolaydır.
“İnsan  -  Evren  -  Tanrı”  birliği,  onun  dizeleri  arasında  kendisini  hissettirir.
Çeşitliliğin  sadece  görüntüden  ibaret  olduğunu,  tanrısal  südur  sonucunda
ortayla  çıkan  evren  ile  insanın  aynı  kozmik  yasaylarla  çevrili  olduğunu
anlatırken,  insanın  Tanrısal  benliğinin  altını  çizer.  Hem  de  hiç  gizlemeden
açıkça bu sırrı ortaya koyar:
“Ay oldum aleme doğdum,
Bulut oldum göğe yağdım,
Yağmur olup yere yağdım,
Nur oldum güneşe geldim.”
O’nun şiirlerinde zıtlıklar birlik içinde erir yokolup gider…
“… İkiliği terk et,
Birlik makamını tut.
Canlar canın bulursun,
Birlik içinde…”
Yunus  Emre  yetiştiği  “Batıni  Okul”un  kuralları  içinde  yaşamış  ve  burada


Yüklə 4,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   54   55   56   57   58   59   60   61   ...   64




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə