Şeriat Kapısı’nda İslam Dini’nin şeriata bağlı temel nitelikleri öğretilirdi.
şeriat kapısına on basamakla tırmanılırdı. Bunlar sırasıyla:
1. İman etmek, 2. Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek, 3. Namaz, oruç, zekat, hac gibi
İslam’ın zorunlu kurallarını yerine getirmek, 4. Dürüst davranmak, 5.
Evlenmek, 6. Cinsel yaşamdaki yasaklara uymak, 7. Hz. Muhammed’in
sünnetlerine uymak, 8. İnsanlara şefkatli davranmak, 9. Temizlik kurallarına
azami dikkat etmek, 10. Tarikatın emir ve yasaklarına koşulsuz itaat etmek.
Tarikat çalışmasının ilk basamağını oluşturan “şeriat Kapısı”nın müritlerine
“aşıklar” denirdi.
Tarikat Kapısı’na geçebilmek için mürşidin onayı gerekmekteydi. şeriat
Kapısı’nı geçmeye hak kazanan müritler, Mürşitleri’ne bağlılık yemini ederek,
bir üst aşama olan Tarikat Kapısı’na yükselirlerdi. “Muhip” adıyla anılmaya
başlayan mürid bu aşamada, Mürşidi’nin yakın gözetiminde, Tarikat’ın genel
kuralları hakkında bilgilendirilmeye başlanırdı. Bu aşamada İslam Dini’nin
zorunlu şeriat kurallarının uygulaması sona ererdi. Çünkü artık İslam Dini’nin
Batıni yönüne doğru yolculuk başlamıştır…
Marifet Kapısı, Bektaşi Öğretisi’nin üçüncü kapısıdır. Yıllar süren yoğun
çalışmalardan sonra ulaşılacak bir aşamadır. Mürid artık Batıni Sırlar’a vakıf
olmuş ve “Derviş” ünvanıyla anılmaya başlamıştır. İnsan - Tanrı - Evren
üçlemesinin meydana getirdiği, çoklukta birlik felsefesinin anlamları müride
öğretilirken, müridin kendi sırlarını çözebilmesi için “Özel Kendini Bilme”
çalışmaları gerçekleştirilirdi. “Kendini bilen rabbinide bilir” sözünün anlamı
müritte artık bir yer bulmaya başlamıştır. Bu aşamanın basamaklarını ise:
Ahlaki davranış disiplini, hoşgörü, kendine hakimiyet, sabır, kendini tanıma
çalışmaları ve Batıni Öğreti’nin çeşitli uygulama alanları oluştururdu.
Evrendeki büyük birliği hissetmeye başlayan ve “Sırlar Öğretisi”yle
donatılmış mürit artık dördüncü ve sonuncu aşamanın basamağına gelmiştir.
Hakikat Kapısı ulaşılabilecek son basamaktır. Mürit artık “Baba” ünvanıyla
anılmaya başlar. O da büyük halkanın bir neferi olmuştur. Bu aşamaya
ulaşanların bir diğer adı da İnsan-ı Kamil’dir.
Bektaşi Öğretisi’nde Hallac-ı Mansur’un özel bir yeri vardır. Bektaşiler’e
göre Hakikat Kapısı’na ulaşabilen ender kişilerden biri olan Hallac-ı Mansur
zamanından önce konuştuğu için kurban olmuş bir ulvi şahsiyettir.
Tanrısal gücü kendi ruhsal varlığı içinde hisseden müritler bu aşamada asla
dışarıya bilgi sızdırmazlar ve sırları kendi içlerinde saklarlardı. Sonuncu
aşamada elde edilen sırların tarikat üyeleri arasında bile konuşulması yasaktı.
GÜNÜMÜZDE EZOTERİZM VE BATINİLİK
Batıni çalışmalar uzun bir süre büyük bir gizlilik içinde yürütüldü.
Anadolu’nun birçok köşesinde Batıni “Gizli Sırlar Öğretisi”nin merkezleri
oluştu. Çok sayıda mürit ve taraftar buldular. Bu merkezlerde eğitilenler gizli
öğretinin ve İslam’ın batıni yönü hakkında Ezoterik bilgilerle donatıldı. Bir
çok kültüre etkide bulundular. Bu etkilerin izlerini günümüzde hala
görebilmekteyiz…
Ancak zamanın acımasız yozlaştırıcı etkisi, her şeyde olduğu gibi burada da
kendisini belli bir süre sonra göstermekte gecikmedi… Birçok tarikat asıl
gerçekliğinden uzaklaşmaya ve batıni çalışmalar yerini şekilsel harici
çalışmalara bırakmaya başladı. Batınilik, gizli bilgiler, yüz yıllarca saklanan
sırlar yavaş yavaş unutulmaya başlandı… Aradan geçen yıllar filozofinin
güzellik ve bilgeliğini yok etti… Tarihin karanlıkları ve unutulmuşlukları
arasındaki yerini aldı. Geriye onlardan sadece yazılı bazı belgeler kalabildi.
Ancak o belgeler de sembollik bir dille kaleme alındığı için içlerinde
gizledikleri sırlar anlaşılması imkansız bir halde insanların zihinlerinde eski
bir anı olarak kalabildi.
Yapılabilecek tek şey vardı: Bu dejenerasyona dur demek. Onu da
kitabımızın başında söylemiş olduğumuz gibi Atatürk yaptı. Çoğunlukla
yozlaşmış, bozulmaya yüz tutmuş bu merkezler Atatürk’ün emriyle kapıtıldı…
Daha sonra da bu merkezler ilk günkü gibi bir çalışmayı hiç bir zaman
gerçekleştiremediler… Oy hesaplarıyla ve politik amaçlarla yeniden
açılmalarına göz yumulan tarikatlar ise, Siyasal İslamın birer kuklaları oldular.
Aslında daha ilk zamanlarda da, Batıni çalışmaları temel almayan ve dinin
sadece dış anlamı doğrultusunda çalışmalarda bulunan çok sayıda şeriatçı
tarikatlar da bulunmaktaydı. Bu tarikatları kitabımıza konu bile etmedik.
Atatürk’ün Devrim Kanunları’na rağmen, günümüzde yeniden örgütlenen
tarikatların çoğu, işte bu istikamette çalışmalarını sürdürmüş olan şeriatçi
tarikatların uzantıları konumunda olan teşkilatlardır. Bunların ne ilk devirlerde,
ne de günümüzde Ezoterik Batıni ve Tasavvufi çalışmalarla uzaktan yakından
bir ilgileri olmamıştır.
Günümüze kadar kalabilen çok az sayıdaki bilgeler ise hiç bir zaman
konuşmadılar. Konuşanlar ise bilgiden oldukça uzakta kalan kişilerdi…
Ezoterik Öğreti’nin sırları kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar
gelebildi. Ama son derece kısıtlı sayıdaki kişilerin elinde kalarak… Ve onlar,
susmaları gerektiğini gayet iyi biliyorlardı. Çünkü insanlığın aşağıya iniş
sürecinde bu bilgilere yer yoktu. Bu bilgilerin genel çoğunluk tarafından
unutulması gerektiğini gayet iyi bilen, az sayıdaki bu kişiler hiç bir zaman
kendilerini açıkça belli etmediler…
Bütün bu gelişmelerin sonucunda ne oldu? Her şeyden önce Tasavvuf gibi
büyük bir derya unutulup yokolup gitti. Dahası dinin gerçek anlamı da
insanların zihninden silinip kayboldu. Sonunda din adı altında bambaşka bir
şey ortaya çıktı.
Şimdi bu meseleyi biraz açmak istiyorum…
İslam Dünyası’ndaki Batıni çalışmalarda bulunan özel eğitim merkezlerinde,
Ezoterik bilgilerin ışığında yapılan çalışmaların önemli bir bölümünü de,
Kur’an’da geçen sembolik bilgilerin gerçek anlamlarını müritlere öğretmek
oluştururdu. Örneğin, Adem’in Cennet’ten kovulması Kur’an’da geçen
sembollerden bir tanesidir. Bununla ilgili açıklamaları kitabımızın daha önceki
sayfalarında yapmıştık. Bir de öldükten sonra gidileceği söylenilen Cennet ve
Cehennem sembolleri vardır. Konumuza örnek olması bakımından bu
sembollerin Batıni çalışmalarda nasıl ele alındığını sizlere aktarmak
istiyorum. Diğer sembollerde olduğu gibi bu sembollerin de gerçek anlamları
dinin dış kısmı ile uğraşanlar için gizli kalmıştır. İslam Dini’nin en temel
kavramlarından olan bu sembol bile maalesef gerçek anlamıyla ele
alınamamaktadır. Bilinen kısmıyla cennet ve cehennem öldükten sonra
gidilecek olan mekanları ifade eder. Oysa ki bu, sembolün birinci dereceden
olan açıklamasıdır. Sembolün içerdiği asıl bilgi bambaşkadır.
Öncelikle şu kadarını söyleyebilirim ki, cennet ve cehennem adında iki farklı
mekan mevcut değildir. Böyle mekanlar yoktur. Bunlar mekanı ifade eden
semboller değildir. Öldükten sonra da bilinen manasıyla cennete veya
cehenneme gitmek gibi bir şey söz konusu değildir. Bu inanç tamamen yanlış
bir yorumdan kaynaklanmış eksik bir düşüncedir.
İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bu konuyla ilgili olmak
üzere, “Kur’an’daki İslam” adlı kitabında şunları söylemektedir:
Soru: 133. ayette cennetin genişliğinden bahsedilirken kullanılan ilginç
ifadeyi açıklar mısınız?
Cevap: Bu ayette cennet, “genişliği göklerle yerler kadar” diye
tanımlanmaktadır. Bunun tek ve tartışılmaz anlamı cennetin sınırsızlığıdır.
Sınırsızlık ise cenneti bir mekan olarak almamızı engeller. Buna dayanarak,
Dostları ilə paylaş: |