Gizli sırlar Öğretisi



Yüklə 4,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə61/64
tarix29.05.2018
ölçüsü4,8 Kb.
#46588
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   64

Muhammed  İkbal’in  şu  sözünü,  Kur’an  düşüncesi  adına  altını  çizerek
verebiliriz:  “Cennet  ve  cehennem  mekanlar  değil  hallerdir.”  Bu  demektir  ki,
herkesin cennet ve cehennemi mekan olarak düşünüldüğünde içinde bulunduğu
yerde kurulur. Yani mekan olarak cennet veya cehennem kainatın herhangi bir
yerinde hazırlanıp sınırları çizilmiş, adresi belli bir yer değildir… Ne cennet
kainatın  herhangi  bir  yerinde  nimetlerle  donatılmış  turistik  bir  tesistir  ne  de
cehennem  kainatın  herhangi  bir  yerinde  akıl  almaz  işkence  aletleriyle
donatılmış bir azaphane… Cennet ve cehennem her insanın bulunduğu yerde ve
her  an  hazırlanabilen  nimet  veya  ceza  imkanıdır.  (Kur’an’daki  İslam  Sayfa:
498)
Konuyu  biraz  daha  açık  ve  Ezoterik  bilgilerin  ışığında  bir  cümleyle
özetleyerek  anlatacak  olursak:  Cehennem  bedenini  terk  eden  bir  varlığın
spatyomda  çektiği  vicdan  azabının  bir  sembolü  olduğunu  söyleyebiliriz.
Cennet ise bunun tam tersi olan bur şuur halidir.
Yani  varlığın  yaşadığı  şuur  halleridir…  Ancak  spatyomun  yani  öte  alemin
yapısal  özelliğinden  dolayı  orada  varlıkların  düşüncelerinin  anında
şekilleneceği  unutulmamalıdır.  Orada  siz  cennete  benzer  bir  mekanı  hayal
ederek, bu tür düşünceler yayınlarsanız, hemen çevrenizde böyle bir mekanın
oluşacağı  da  unutulmamalıdır.  Ancak  bu  tamamen  sizin  düşüncelerinizin
ürünüdür. Ve belli bir süre sonra kendiliğinden kaybolup gidecektir.
Görüldüğü gibi İslamiyet’in en temel kavramları bile doğru dürüst insanlara
anlatılamamış  durumdadır.  Kendisini  yakından  tanıdığım  değerli  bilim  adamı
Prof.  Dr.  Yaşar  Nuri  Öztürk  gibi,  diğer  yetkililerin  de  bir  an  evvel  ortaya
çıkarak, yanlış yorumların üzerine cesaretle gitmelerini sabırla beklemekteyiz.
İşlerinin hiç kolay olmadığını biliyoruz.
Allah kolaylık versin.
Ne diyeyim…
***
Şu  anda  okumakta  olduğunuz  kitap,  1998  yılının  Nisan  ayında  piyasaya
çıkmış  bulunmaktadır.  Bu  kitap  sizin  elinize  hangi  tarihte  geçecektir
bilemiyorum.  Ama  eğer  bu  kitabı  2000’li  yıllarda  okuyorsanız,  sessizce
bekleyenlerin  sesini  duymaya  başlamakta  olduğunuzu,  şu  anda  tahmin
edebiliyorum…


Eğer  bu  kitap  2000  yılından  önce  elinize  geçtiyse  biraz  daha  beklemeniz
gerektiğini söyleyebilirim…
Bunlar kimlerdir?
Bilemiyorum… Belki de sizsiniz…


XI. BÖLÜM
AGARTA & ŞAMBALA
AYDINLIK ve KARANLIK GÜÇLERİN
“GİZLİ YERALTI MERKEZLERİ”
Bu  bölümün,  kitaba  alınıp  alınmaması  gerektiğine  uzun  bir  süre  karar
veremediğimi, siz değerli okurlarıma bildirmek istiyorum.
Burada akatarılacak olan bilgilerin yarar mı yoksa zarar mı getireceğine hala
bir  karar  verebilmiş  değilim…  Ancak  yurtdışında  birçok  kitapta  açıkça
anlatılan  bazı  meselelerin,  bizim  ülkemizde  de  bilinmesi  gerektiği  sonucuna
ulaştığım için bu konuya da girmekte bir sakınca görmedim. Ama yine de bazı
bölümlerini çıkarttığımı itiraf ediyorum…
Bu  meselenin  ortaya  çıkmaya  başladığını  görmekten  dolayı  birilerinin  son
derece  huzursuz  olacaklarını  da  gayet  iyi  bilmekteyim…  Eh  ne  yapalım.
Çıkışın günleri yaklaşıyor… Herkes vazifesini yapacaktır…


BUGÜN
Meseleyi,  günümüzden  başlayarak  tarihin  çok  gerilerine  doğru  götürmek
suretiyle gün ışığına çıkartmaya çalışacağım. Çünkü meselenin kökeni binlerce
yıl  öncesine  dayanmaktadır.  Bu,  binlerce  yıl  önce  başlayan;  “Aydınlığın
Oğulları”  ile  “Karanlığın  Oğulları”  arasındaki  ayrımın  ve  mücadelenin
öyküsüdür…
…Evet,  önce  günümüzde  yaşananları  şöyle  kısaca  bir  gözden  geçirelim  ve
bu inanılmaz olayın gelişimini anlamaya çalışalım…
Bundan birkaç ay önce yaşadığım bir olayı aktararak başlamak istiyorum:
Radyo  Kulüp’ten  (Bu  gün  ismi  Radyo  D  olarak  değişmiştir)  ayrıldıktan
sonra. Uzun bir süre radyo programı yapmadım. Dinleyicilerimden gelen yoğun
istek üzerine yeniden bir radyoya müracat etmeye karar verdim. Adını vermek
istemediğim bu radyonun yöneticisiyle gittim görüştüm. Programımı daha önce
dinlediklerini ve içeriğini bildiklerini ancak yayın prensiplerine bu programın
uymadığını ifade ettiler. Sebebi ise son derece dikkat çekiciydi: Kendilerinin
1980  sonrası  Özal’ın  yaratmak  istediği  gençliğe  yönelik  yayın  yapmakta
olduklarını söylediler… İnsanları düşünmeye sevk eden “Sözel Programlar”a
yer  yoktu…  Yani  insanların  ve  özellikle  de  gençlerin  düşünmeye  ve
araştırmaya  başlamaları  istenmiyordu.  Sözel  programlar  yayın  ilkelerine
aykırıymış…  Peki  gençliğe  ne  vermek  istiyorlarmış  bu  beyler:  Sadece  müzik
ve  kakara  kikiri…  Peki  ya  gerisi…  Gerisi  istenmiyormuş  ki…  Niçin  gençler
düşünsün  ki!  Niçin  araştırmaya  yönlensinler  ki!  Sonra  kim  tutacak  onları?
Sonra  binbir  tane  soru  sormaya,  eleştirmeye,  konuşmaya  falan  başlarlarsa  ne
olur halimiz? Bırakın onlar dans etsin… Dans edede yorulsunlar da otursunlar
köşelerinde, karışmasınlar işlerimize…
Çok mu abartıyorum?
Yoksa az bile mi söylüyorum?
O  günden  sonra  da,  kendi  yayınevimi  kurmaya  karar  verdim…  Bu  kitabın
ortaya çıkması, işte bu olaya dayanır…
şimdi yine günümüze, bir başka meseleye uzanalım. Medya… Çağımızın en
büyük kitle iletişim aracı… Gazetesiyle, radyosuyla, televizyonuyla büyük bir
ekonomik ve siyasi güç medya… Toplumları yönlendirebilen ama doğru dürüst
bilgilendirmeyen medya… Kültüre, sanata ve bilime uzak medya…


Yüklə 4,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   56   57   58   59   60   61   62   63   64




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə