Gizli sırlar Öğretisi



Yüklə 4,8 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə57/64
tarix29.05.2018
ölçüsü4,8 Kb.
#46588
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   64

Hallac-ı Mansur’un yaşamını örnek olarak gösterdiler.


FERİDETTİN ATTAR
Anadolu Sufileri üzerinde derin etkiler bırakmış olması bakımından ayrı bir
öneme  sahip  olan,  tanınmış  Sufi  düşünürlerinden  biri  de  M.S.  1119’da
Nişapur’da  doğan  Feridettin  Attar’dır.  Anadoluda’ki  tasavvuf  çalışmalarının
en  önde  gelen  isimlerinden  Mevlana  ve  Yunus  Emre  gibi  tarihe  mal  olmuş
şahsiyetleri derinden etkileyen Feridettin Attar, batıni sırları içeren bir de eser
bırakmıştır. “Mazhar’ül Acaib” adlı bu kitabı nedeniyle dönemin yetkililerince
putperestlikle suçlanmış ve öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu
nedenle  belirli  bir  süre  ülkesini  terk  etmiş  ve  yöneticilerin  değişmesinden
sonra yeniden ülkesine geri dönerek çalışmalarını sürdürmüştür.
“Varlık  Birliği”  anlamına  gelen  “Vahdet-i  Vücut”  kavramının  Sufiler
arasında yaygınlaşmasında etkili bir rol oynamıştır:
“…Tanrı  görünmeyen  durumda  iken,  kendisine  olan  sevgisi  yüzünden
görünür  olmak  istedi.  Böylece  Tanrısal  südur  başladı  ve  tüm  varlık  türleri
oluştu.  Sevgi  bu  oluşun  kaynağıdır,  ilk  nedenidir…”  diye  yazmaktadır  ünlü
eseri “Mazhar-ül Acaib”de.
Attar’a göre: Varolmak, yüce bir nur olan Tanrı’dan fışkırmak, görüş alanına
çıkmaktır. Oluş, Tanrı’dan çıkış ve yine ona dönüştür. Bu görüşü, Ezoterzm’in
iniş ve çıkış bilgisini çağrıştıran bir özelliğe sahiptir. Tanrısal ışık, en yüceden
en  aşağı  katlara  doğru  basamak  basamak  görünür  hale  gelmektedir.  Bu  da
varoluşun  bizzat  kendisidir.  Bu  basamaklar,  değişik  varlık  türlerini  oluşturur.
Varoluş  yoktan  yaradılış  anlamına  gelmez.  Görünmeyenden  görünür  bir  hale
geçmeyi  belirtir.  İnsan  Tanrı’dan  ayrı  bir  varlık  değildir.  O’nun
görünümlerinden  sadece  bir  tanesidir.  İnsan;  potansiyalinde,  özünde  Tanrısal
özelliklere sahip olan ilahi bir varlıktır. Ancak bu özelliğini dünyada yaşarken
unutmuş durumdadır.
İnsanın  cüzzi  iradesi,  Tanrı’nın  Külli  iradesinin  bir  parçasıdır.  Bir  bütünün
parçası  ve  farklı  bir  görünümüdür.  Tanrı’yı  görmek  mümkün  değildir.  Çünkü
Tanrı’yı  görebilmek  için,  bütünün  tüm  parçalarını  aynı  anda  görmek  gerekir.
Bu  da  mümkün  değildir.  Tanrı  çoklukta  birlik  arzeden  Tek’in  kendisidir.  Her
şey Tek’in farklı görünümlerinden ibarettir.
Ruh  ölümsüzdür.  Tanrıdan  gelmiş  ve  ona  geri  dönecektir.  Beden  ise,  ruhun
yeryüzünde  kullandığı  aracıdır.  Ruh  gelişimini  tamamlayabilmek  ve  gelmiş


olduğu asıl yere tekrar geri dönebilmek için, ne kadar bedene ihtiyaç duyarsa,
o kadar beden eskitecektir.
Attar,  bu  görüşleriyle  tekrardoğuş  meselesine  de  asırlarca  önce  ışık
tutmuştur.


MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
1207  yılında  Horasan’da  doğdu.  Daha  sonra  Anadolu’ya  göç  etti.  Dönemin
en  ünlü  Sufisi  olarak  tarihe  geçti.  İlk  derslerini  “Bilginler  Sultanı”  sıfatıyla
anılan  babası  Mehmet  Bahaeddin  Velet’ten  aldı.  İkinci  hocası,  babasından  el
almış olan Seyyid Burhaneddin Tırmızi oldu. Batıni Öğreti ile iç içe büyüyen
Mevlana,  şems  Tebrizi  ile  karşılaşmasından  sonra  kendi  ekolünü
şekillendirmeye başladı.
Bu  ekolün  kalıpları,  şeriat  ve  şartlandırmanın  sınırlarının  çok  ötelerinde
şekil buldu. Batıni ve İnisiyatik bir kökende filizlendi, yeşerdi ve uzun bur süre
fonksiyon  gördü.  1200’lü  yıllarda  yakılan  bir  meşaleydi.  Hem  de  öyle  bir
meşale  ki,  ışığı  tüm  yozlaştırıcı  ve  bozucu  etkilere  rağmen  günümüze  kadar
kendisini hissettirebilen bir meşale…
Işık yayan özelliği, kalıpların ve şeriatin dar kalıplarının dışına taşan Batıni
kökenden  kaynaklanmaktaydı.  Bu  köken  Mevlana’nın  her  sözünde  kendisini
hissettirmiştir:
Gel… Gel… Yine gel; yine gel…
İster kâfir ol, ister putperest, ister mecusi…
Bizim dergahımız, pişmanlık dergahı değildir.
Bin kere tövbe etmiş olsan da,
Bin kere bozmuş olsan da tövbeni,
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı…
Gel… Gel, yine gel… Yine gel…
Mevlana,  Feridettin  Attar’la  Nişapurda  karşılaşıklarında  yanlarında  babası
da  bulunmaktaydı.  Feridettin  Attar,  daha  ilk  bakışta  Mevlana’nın  farklı  bir
genç  olduğunu  anlar  ve  babası  Mehmet  Bahaddin  Velet’in  kulağına  eğilerek
şöyle der:
“…Biliyor musun, senin oğlunda dünyayı yakacak ateş var!…”
Daha sonraki yıllarda babasıyla çeşitli merkezleri dolaşmaya devam ederler.
Muhyiddin  El  Arabi  ile  Bağdat’ta  tanışan  Mevlana  uzun  sohpetlerde  bulunur.
Mevlana’nın  sıradışı  bir  şahsiyet  olduğunu  Muhyiddin  El  Arabi  de  kısa  bir
sürede  anlar.  Ayrılırlarken,  Muhyiddin  El  Arabi  uzaktan  kervana  bakar.
Mevlana  kervanın  en  ön  tarafındadır,  babası  ise  en  arkada…  Kervanın


arkasından bağırır:
“Hey  gidi  dünya  hey!…  Küçük  bir  nehir,  koskoca  bir  denizi  önüne  katmış
gidiyor…”
Nişapur,  Bağdat  derken  yolları  şam’dan  geçer…  İlk  kez  şems’le  burada
tanışırlar. Ve bir daha da hiç ayrılmazlar. Konya’ya yerleşen Mevlana, şems’in
öldürülüşüne kadar onunla birlikte kalır.
şems’in ölümü Mevlana’yı çok etkiler. şems ile öte alemde kavuşacaklarını
çok  iyi  bilir.  “Ölüm  var  ayrılık  yoktur”  ama  hasreti  çeken  bilir.  En  büyük
sırdaşı artık yoktur. Konya’nın bağnaz dincileri şemsi öldürmüşlerdi. Ama onu
asıl  üzen  öz  oğullarından  Muhammed  Aleaddin’in  bu  bağnazlarla  iş  birliği
yapmasıydı.
şems’in  ölümünden  sonra  Ahi  şeyhi  Sadrettin  ile  karşılaştı.  İki  büyük
şahsiyet  ortaklaşa  çalışmalarda  bulundular.  Bu  arkadaşlıkları  Ahi  teşkilatının
Mevlana’yı izlemesine yol açtı.
Mevlana’nın  öğrencilerine  “Sır  Katipleri”  adı  verilmekteydi.  Bu  öğrenciler
arasında her kesimden Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar, Türkler, Rumlar,
İranlılar,  Araplar,  Ermeniler,  bulunmaktaydı.  Din,  dil,  millet  ayrımı;
evrensellik anlayışlarının sınırları içinde yer alamamıştı.
Mevlana  kendi  tekkesi  dışında  en  huzur  bulduğu  ortam,  Bilge  Hatun
Manastırı’ydı. Ünlü Sufi bu manastırda bazen haftalarca kalırdı.
Mevlana’nın  tanınmasındaki  en  önemli  özelliği,  Batıni  Öğretiyi  şiirlerle
anlatmasındaki ustalığı olmuştur.
Rumcayı  çok  iyi  biliyordu.  Bu  nedenle  Eflatun’un  tüm  yapıtlarını
orijinalinden  okudu.  Rum  Ortodoks  Kilisesi  rahipleriyle,  Eflatun’un
görüşleriyle  ilgili  tarışmalara  katıldı.  Tasavvufu,  Batıniliği,  Yunan  Sırları’nı
ve Ezoterizm’i yakından inceledi. Çalışmalarıyla Tasavvuf sanatının doruğuna
ulaştı.  şeriatın  dışında,  İslamiyet’in  Batıni  yönüyle  ilgilendi.  Bunu  da
şiirlerinde açıkça anlatmaktan geri durmadı:
“Ey Hacca gidenler, nereye böyle?
Tez gelin çöllerden döne döne,
Aradığınız sevgili burada,
Duvar bitişik komşunuz.
Durun, gördünüzse suretsiz suretini onun,
Hacı da sizsiniz, Kabe de Ev sahibi de…”


Yüklə 4,8 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   64




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə