71
2. Selim Refik’in Çobanzade’nin Eserine Cevabı ve İtiraz ettiği Başlıca
Hususlar:
Bekir Çobanzade’nin eseri olan “Son Devir Azeri Edebiyatının yeni Devri –
Nationalismden İnternationalisme” 1930 yılında Bakü’de Azerbaycan Devlet İlmî
Tedkikat Enstitüsü tarafından yayınlanmıştır. “Mukaddime” ve “1905 Devri
Edebiyatı” ana başlıklı iki bölümden oluşan eser muhtelif alt başlıklara da
ayrılmıştır. Eser hakkında Kenan Acar’ın genişçe bir incelemesi vardır (3, s. 383-
404). Bu sebeple biz burada eserin üzerinde durmayacak sadece Selim Refik’in
itiraz ettiği hususları ve cevapları belirtmekle yetineceğiz.
Bekir Çobanzade daha eserinin “Mukaddeme"sinden başlayarak eserinin
sonuna kadar Marksist ideolojisi doğrultusunda fikirler beyan etmiştir. “Azeri
Türkleri bizim bugün ‘Azerbaycan’ adlandırdığımız yerlere göçeri maişetle gelip
çıkmıştır. Bu asırlarda onların yazılı edebiyatı olmamıştır.” (1, s. 3) diyen
Çobanzade’ye karşı Selim Refik, bunun yanlış olduğunu, Azeri Türklerinin çok
büyük kısmının ta Selçuklular zamanından hatta onlardan daha önce buraya
yerleşik hayata geçmiş, şehirli olarak geldiğini söyler. Yine aynı şekilde 13. asra
kadar Deşt-i Kıpçak’tan buraya Türk kabilelerinin geldiğini, buraya gelen Moğol
unsurların zamanla Türkleştiklerini belirttikten sonra “buraya gelen Türkler Orta
ve Garbî Anadolu’ya gelip yerleşen Oğuzlar gibi kısmen şehirli idiler ve şehir
hayatına devam ettiler.” demektedir (2, s. 4-5).
Çobanzade eserinin mukaddimesine “Azeri Türk edebiyatı, dört beş asırlık
müstakil bir hayata malik olmakla beraber…” diyerek (1, s. 3) başlar. Buna itiraz
eden Selim Refik, Bekir Çobanzade’ye “Müstakil hayat”tan ne kastettiğini
sorduktan sonra bunun yabancı tesirlerden uzak kalmış, kendi çerçevesi içinde
kendi muhitinin edebî ve bedii ifadelerini kullanarak gelişen bir edebiyat demekse
haklı olabileceğini fakat bunun mümkün olamayacağını, zira Azerbaycan
edebiyatının da az da olsa yabancı tesirlerden kurtulamadığını söyler.
Çobanzade’nin “Nihayet 19. asrın ortalarına kadar Azeri edebiyatı, şekil ve
müderecat cihetinden ‘Acem bozması’ bir edebiyat gibi telakki edilegelmiştir” (1,
s. 3) ifadesindeki “Acem bozması” nitelendirmesine de şiddetle itiraz eden Selim
Refik, eğer bunun doğru olduğunu kabul etsek bile Çobanzade’nin daha evvel
söylediği “müstakil”lik hususuyla ters düştüğünü söyler. Çobanzade’ye “Kat’iyetle
diyebilirim ki yukarıdaki kayıttan anlaşıldığına göre siz Azeri edebiyatının
menşeini bilmiyorsunuz. Zira sizin hesabınıza veyahut gösterdiğiniz rakamlara
nazaran Azeri edebiyatı için başlangıç olarak 16-17. asırları kabul etmek lazım
gelir. Halbuki elde mevcut vesaike istinaden menşe meselesi Miladi 13. asra irca
edilebilir.” dedikten sonra Azeri edebiyatının ilk mahsullerinin bazılarına nazaran
bu edebiyatın daha eski olması gerektiğini görüşünde olduğunu söyler ve son
yapılan araştırmalarında kendi fikrini desteklediğini belirtir (2, s. 5-6).
Bekir Çobanzade’yi “yeni Azeri edebiyatının acemisi” olarak nitelendiren
Selim Refik, bu görüşünü Çobanzade’nin şu cümleleriyle destekler: “Bu satırları
sonuna kadar bizimle beraber okuyanlara Azerî edebiyatı sahasında bizim o kadar
72
geniş ve derin tetkikatımız olmadığını özümüz de itiraf etmeğe hazırız” (2, s. 6).
Çobanzade’nin eserindeki bu durum eser boyunca kendisini gösterecektir ve yer
yer olmayacak hatalara düşmektedir.
Hiçbir edebiyatın tamamıyla orijinal olamayacağını, “…umumiyetle
edebiyatlar mukallittirler. Milletler zaman zaman yekdiğeri üzerine müessir
olmuşlar ve birbirlerine fikir ve kültür aşılamışlardır.” (2, s. 7) diyen Selim Refik,
Avrupa edebiyatlarının da birbirlerinden çok etkilendiklerini örnekleriyle
gösterdikten sonra Azeri edebiyatına “Acem bozması” demenin anlamsız, yanlış ve
sübjektif bir söz olduğunu söyler ve “herhangi bir mesele üzerinde salahiyeti
olmayanların hüküm vermeleri cidden şaşılacak şeydir.” (2, s. 8) diye ilave eder.
Selim Refik haklıdır, zira dünyadaki edebiyatlar birbirlerinden etkilenirler ve
büyük kültür ve medeniyetler bu tesirleri bünyelerinde hazmederek kendilerine has
bir edebiyat oluşturular. Türk edebiyatı da böyledir. İslamiyetten sonra Arap ve
Fars edebiyatından etkilenen edebiyatımız kendi dilini ve kimliğini oluşturmayı
başarmıştır.
Bekir Çobanzade “19. asrın sonlarından alarak Azeri Türk edebiyatını
Osmanlı edebiyatının ibtidai provensial bir şekli gibi telakki etmek, Azeri
şairlerinden mühimlerini Osmanlı klasik şairler defterine kaydetmek temayülü
kuvvetlenmiştir. ‘Kadı Burhaneddin’, ‘Nesîmî’, ‘Fuzûlî’ ve daha başka Azeri
şairlerinin bu ‘şerefe’ nail oldukları herkese malumdur” (1, s. 3) demektedir. Selim
Refik, buna da şiddetle karşı çıkmakta ve “Bir kere Türkiye’de böyle bir cereyan
yoktur. Siz bunu neye istinaden söylüyorsunuz? Hatta bir de bu cereyan herkesçe
malumdur diyorsunuz. Burada esasen böyle bir temayüle ihtiyaç yoktur. Hangi
Türk sahasında olursa olsun nazarı dikkati celbedebilecek her hangi bir şair
veyahut eser Türk ülkesi için aynı derecede medar-ı iftihardır ve böyle de
olmalıdır.” diye cevap vermektedir. Selim Refik fikrini desteklemek için o
dönemde okutulan ders kitaplarını örnek göstererek böyle bir şeyin olmadığını
ifade etmektedir (2, s. 12). Burada Çobanzade’nin kastettiği defterler şuara
tezkireleridir. Şuara tezkirelerine bakıldığı zaman şairlerin milliyetine yahut hangi
lehçeyle yazıldığına pek bakılmadığını, o tezkireyi oluşturan kişinin tercihine bağlı
olarak şairlerin ve şiirlerin alındığını görüyoruz. Tabii bir de Osmanlı döneminde
devrin şairlerinin birbirlerinden etkilendiklerini, birbirleriyle haberleştiklerini de
biliyoruz. Mesela Bağdad’daki Fuzûlî’nin İstanbul’da okunduğu, ona nazireler
yazıldığı veyahut Çağatay sahası şairi Nevâî’den Osmanlı şairlerinin haberdar
olduğu, onun şiirlerinin de tanzir edildiği malumdur.
Selim Refik, Bekir Çobanzade’nin alfabe ve imla konusundaki fikirlerinin
de eserinin diğer sayfalarını yazdıran âmiller olduğunu söyleyerek bu mevzuya
niye bitaraf ve devrinin şartları içinde bakmadığını soruyor (2, s. 14). Çobanzade,
Arap harflerini Türkçe için uygun olmadığına inanmaktadır. Bunu desteklemek
için de İbn-i Mühenna’nın bunu 13. asırda yazmış olduğunu söyledikten sonra
şimdiye kadar yapılan alfabe ıslah çalışmalarının da bir işe yaramadığını belirtir.
Aynı şekilde imla meselesinin de boş gayretler olduğunu söyler (1, s. 13-15). Bu
Dostları ilə paylaş: |