Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı



Yüklə 1,65 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə29/37
tarix28.11.2023
ölçüsü1,65 Mb.
#134390
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   37
Siyasi İlahiyat
adlı eserinde, “egemen, olağanüstü hale karar verendir” (Schmitt, 
2010, s. 13) diyerek egemen kavramı üzerinden olağanüstü hâl kavramını açıklar. 
Egemenin verdiği bu olağanüstü hâl kararı, devletin hukuka karşı üstünlüğünü ortaya 
koyan son derece istisnai bir durumun varlığını açığa çıkarır. Olağanüstü hâl, uygulanan 
hukukta öngörülemeyen, dolayısıyla herhangi bir normla karşılanamayan, devletin 
varlığını tehdit edecek kadar tehlikeli bir durum olarak tarif edilir ve böylesi bir durumda 
devlet, varlığını sürdürmek için hukuku askıya alır. İşte bu askıya alış, hem devletin 
hukuk karşısındaki üstünlüğünü ortaya koyar hem de otoritenin “hukuk üretmek için haklı 
olması gerekmediğini kanıtlar” (Schmitt, 2010, s. 21).
Schmitt’e göre “olağanüstü halde hukuk devleti anlayışına uygun bir yetkiye yer yoktur. 
Anayasa, böyle bir durumda, olsa olsa kimin müdahaleye yetkili olduğunu belirtebilir” 
(Schmitt, 2010, s. 14). Ancak müdahaleye yetkili olan kişi, yani egemen belirlendikten 
sonra, hukuki normların yetkisi sona erer. Artık egemenin sınırsız yetkisi söz konusudur. 
Bu yetkiyle egemen, olağanüstü halde uygulanacak kuralları belirlediği gibi olağanüstü 
halden normal duruma geçiş için gerekli şartların oluşup oluşmadığına da karar verendir. 
Bu haliyle olağanüstü hâl, bir sınır belirlenimidir. Zira hukuk düzeninin tam sınırında yer 
alır ve hukukun askıya alındığı, hukuk dışı bir durumun başladığı noktayı belirler. Her ne 
kadar anayasayla bu durum mümkün olduğunca sınırlandırılmaya, başlangıcı, bitişi ve 
içerisindeki kurallar belirlenmeye çalışılsa da yine de sınırdaki pozisyonu nedeniyle, 
hukuk araçlarıyla tam olarak kontrol altına alınamayan olağanüstü durumların, hukuk ile 
sonlandırılması da mümkün olmayacaktır.
Klasik devlet anlayışının hâkim olduğu bir düzende olağanüstü hâl, savaş durumları için 
değil, isyan ya da iç savaş gibi durumlarda, egemenin ülke içi demokrasiye tekrar dönene 
kadar elinde bulunduracağı hukuk dışı bir güç alanını işaret eder. Ancak Schmitt’in de 
iddia ettiği gibi, iç ile dış, devlete dair olan ile politik olan arasındaki sınırların silikleştiği 


60 
bir düzende olağanüstü hâl kavramı, çok daha geniş ve tehlikeli bir alanı kapsar. Sınır 
belirlenimlerinin ortadan kalktığı böylesi bir durumda, meşru bir savaş ile olağanüstü 
haller arasında bir ayrım yapılamayacağı gibi, dost-düşman arasında da bir ayrım 
yapılamaz. Klasik ayrımların yapılamadığı böylesi bir çatışma durumunun yarattığı 
tehlikelerden biri, hukuki zeminin ortadan kalkmasıdır.
Kant’ın siyaset felsefesi açısından ele aldığımızda, hukuki zeminin kaybedildiği bir 
çatışma halinin, ebedi barış idealine vuracağı darbe büyük olacaktır. Zira Kant’ın ebedi 
barış ideali ve kozmopolit bir federasyon yapısına dair kurduğu tüm felsefi öngörüler, 
meşru bir egemenlik anlayışına dayanan devletler arasında kurulacak hukuki bağlarla 
mümkündür. İçeride yetkin bir anayasa, dışarıda ise uluslararası hukukun varlığıyla 
mümkün olan bu kozmopolit yapının, iç ile dışın birbirine karıştığı, uyrukların özgür 
iradeleriyle altında birleştikleri bir anayasayı askıya alan bir düzende oluşması mümkün 
müdür? 
Schmitt’e göre dönemin siyasi atmosferi, meşru savaşlar ile barış arasındaki keskin 
çizgiyi ortadan kaldırmış ve olağanüstü hâl kavramı ile açıklanabilecek bir çatışma 
düzenini tüm uluslararası arenaya dayatmıştır. Bu durumda savaşlara son vererek ebedi 
bir barış ortamı yaratmak mümkün olmadığı gibi, olağanüstü hale, mutlak bir son vermek 
de mümkün gözükmemektedir. Zira Schmitt, hukuksal bir düzleme sahip olmayan 
olağanüstü hâl düşüncesine son verme fikrinin de hukuksal bir karşılığı olamayacağını 
söyler.
“Ancak ekstrem olağanüstü halin ortadan kaldırılıp kaldırılamayacağı hukuksal bir 
sorun değildir. Bunun gerçekten bertaraf edilebileceğine güvenmek ve bunu ümit 
etmek metafizik veya felsefi -özellikle tarih felsefesiyle ilgili- inançlara bağlıdır” 
(Schmitt, 2010, s. 15).
Schmitt’in bu sözlerinden de anlaşılabileceği gibi, Kant’ın ebedi barış ideali, Schmitt’e 
göre hukuken ele alınabilecek bir politik mesele değil, olsa olsa tarih felsefesine dairdir 
ya da metafizik bir beklentidir. Mevcut siyasi düzlemde böyle bir beklentinin gelişmesi 
mümkün gözükmediği gibi, gelecek için böyle bir varsayımda bulunmak da eldeki 
verilerle örtüşmemektedir.
Schmitt’in savaş kavramının olağanüstü hale dönüşmesinden yola çıkarak, Kant’ın ebedi 
barış idealine dair eleştirilerini bu şekilde ortaya koyduktan sonra, ele alınması gereken 
bir diğer nokta, Kant’ın ebedi barış yolunda ilerlenmesi için gerekli gördüğü bir basamak 


61 
olarak “kozmopolit halklar federasyonu”na dair Schmitt’in fikirleridir. Zira Kant’ın ebedi 
barışı bir ideal olarak ortaya koyduğu ve aslında bunun gerçekleşip gerçekleşmemesinden 
ziyade, bu ideale doğru bir yürüyüşün önemli olduğunu hatırda tuttuğumuzda, varılacak 
noktaya dair eleştirilerden ziyade bu noktaya doğru ilerlerken yürünecek olan yola dair 
eleştiriler önem kazanabilir.
Kant’a göre, doğanın insan türüne çizdiği yolda ebedi barış idealine doğru ilerlerken 
varılması gereken en önemli noktalardan birisi, devletlerin doğa durumu olarak 
görülebilecek bir yasasızlık durumundan, özgür iradelerin uyuşmasıyla girilebilecek bir 
anayasallık düzlemidir. Bu hukuki pozisyonda devletler, güvenliklerini kendi askeri 
güçlerinden değil, dahil oldukları yasal yapıdan beklerler. Bu nedenle devletlerin ortak 
bir çatı altında hukuk düzleminde buluşması ebedi barış idealinin vazgeçilemez gereğidir. 
Bu hukuki yapı altında devletlerin bireysel pozisyonlarının nasıl muhafaza edileceği 
konusunda, ütopik bir dünya devleti anlayışı ile federatif bir halkalar birliği anlayışı 
arasında önemli farklar vardır. Schmitt’e göre siyasal dünya, çoğul bir evrendir. Bu 
nedenle siyasal bir birlik olarak devlet kurumu var olduğu müddetçe her zaman çoğul 
olarak var olacaktır. Yani tek bir dünya devletinden bahsetmek doğru değildir.
“Siyasal birlik doğası gereği, bütün insanlığı ve tüm yeryüzünü kapsar biçimde tekil 
bir birlik olamaz. Çünkü eğer tüm halklar, dinler, sınıflar ve diğer insan toplulukları, 
aralarında herhangi bir çatışmayı imkânsız kılacak biçimde bir araya gelmişlerse, 
yeryüzünü kapsayan bu imparatorlukta herhangi bir iç savaşın çıkma olasılığı da 
ebediyen ortadan kalkmış demektir. Yani dost-düşman ayrımı ortadan kalkar; geriye 
sadece siyasetten arındırılmış bir dünya görüşü, kültür, medeniyet, ekonomi, ahlak, 
hukuk, sanat, eğlence, vs. kalır, ama ne siyaset ne de devlet olmaz. Yeryüzünde 
insanlığın böyle bir durumu görüp göremeyeceği ya da böyle bir durumun ne zaman 
ortaya çıkacağı hakkında hiçbir fikrim yok. Şu an için böyle bir durum mevcut değil. 
Bu durumun mevcudiyetini iddia etmek, dürüst olmayan bir varsayım olurdu. Aynı 
şekilde, günümüzde dünyanın güçlü devletleri arasındaki bir savaşın kolaylıkla bir 
‘dünya savaşı’na dönüşmesine bakarak, bu savaşın sona erdirilmesinin ‘dünya 
barışını’ getireceğini, böylece cenneti andıran koşulsuz ve sonsuz depolitizasyon 
aşamasına geçileceğini düşünmenin de yanlışlığı çok çabuk ortaya çıkardı” (Schmitt, 
2006, s. 74).
Anlaşılacağı üzere Schmitt, devlet diye bir kavram var ise bunun tek bir dünya devleti 
halinde var olmasının mümkün olmayacağını düşünür. Zira devlet kavramı, tanımı gereği 
başka devletleri de gerektirir. Benzer şekilde Kant da devletlerin siyasi yapısının ortadan 
kaldırılarak, tek bir dünya devleti çatısı altında birleştirilmesinin çeşitli nedenlerden ötürü 
oldukça zor bir olasılık olduğunu düşünerek, bir “halklar federasyonu” altında 
birleşilmesini ve devlet yapılarının korunmasını önermiştir. Kant’ın, akıl sahibi varlık 


62 
olarak tüm insanların evrensel birlikteliği idealine dayanan halklar federasyonu fikri, tür 
olarak insanlığın varması gereken bir noktadır. Bu noktada Schmitt, halklar federasyonu 
düşüncesinin “insanlık” kavramını benimseyen bir devletler birliği olması halinde, 
istenilen barış ortamını yaratmak şöyle dursun aksine insanlık dışı bir noktaya kadar 
savrulacak büyük bir yıkıma neden olabileceğini düşünür.
“Bir Halklar Birliği (Völkerbund) kurma fikri, Halklar Birliği sözcüğü Hükümdarlar 
Birliği’ne karşı polemik bir karşı-kavram olarak kullanıldığı sürece açık ve netti. 
‘Halklar Birliği’ sözcüğü tam da bu anlayışla Almancada 18. Yüzyılda ortaya 
çıkmıştır. Monarşinin siyasal önemini yitirmesiyle sözcüğün bu polemik anlamı da 
ortadan kalktı. Bunun ötesinde ‘Halklar Birliği’ bir devletin ya da bir devletler 
koalisyonu emperyalizminin diğer devletlere yönelttiği ideolojik bir aygıt da olabilir. 
Biraz evvel ‘insanlık’ kavramının siyasal kullanımı için söylenenler, ‘Halklar 
Birliği’ için de aynen geçerlidir”. (Schmitt, 2006, s. 76) 
Bir devletler koalisyonu olarak Halklar Birliği ya da federasyonu, tür olarak insanlığın 
ulaşması gereken ideali kendine hedef olarak belirlemiş olduğundan, bu hedefin 
karşısında olan ya da diğer bir ifadeyle bu hedefe dair hareket eden bir federasyonun 
içerisinde yer almayan herkesi, insanlığın yegâne amacına karşı düşman olarak 
belirleyecektir. Schmitt, böylesi bir durumun yaratacağı tehlikeye dikkat çeker ve her iki 
tarafın da insan olma vasfını taşıyor olması dolayısıyla, düşmana karşı insanlık adına bir 
savaş yürütülmesinin imkânsız olduğunu söyler. Zira böylesi bir savaşın insanlık dışı bir 
noktaya doğru savrulacağı ve hedeflediği barışın aksine çok büyük yıkımlar getireceği 
açıktır. 
“Savaşların insanlık adına yürütülmesi bu basit gerçeğin inkârı anlamına gelmez; 
aksine özel, derin bir siyasi anlam taşır. Bir devlet insanlık adına siyasal düşmanıyla 
savaştığında, bu, insanlığın savaşı olmaktan ziyade, bir devletin, savaştığı düşmanı 
karşısında evrensel bir kavramı tümüyle tasarrufu altına alma savaşı anlamına gelir. 
Amacı da, tıpkı barış, adalet, gelişme, medeniyet kavramlarının kötüye 
kullanılmasında olduğu gibi, düşmanı aleyhine kendisini bu evrensel kavramla 
özdeşleştirmek, kavramı sahiplenmek ve düşmanının bu kavrama dayanmasını 
engellemektir. ‘İnsanlık’ kavramı, emperyal genişleme faaliyetlerine ve ahlaki-
insancıl karakteriyle de ekonomik emperyalizmin kullanımına çok elverişli, 
ideolojik bir aygıttır” (Schmitt, 2006, s. 74-75). 
İşte bu nedenlerle Schmitt’in siyaset felsefesinin, Kant’ın ebedi barış ve kozmopolitizm 
fikirleriyle pek uyuşmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kant’ın insanlığın 
hedeflerini hukuki bir düzlemde gerçekleştirmesi umuduna dayalı “halklar federasyonu” 
düşüncesinin, Schmitt’in bakış açısına göre gerçekleşme olanağı yoktur. Bunun nedeni, 
hem meşru savaş kavramının, Kant’ın dönemindeki savaş anlayışından olağanüstü hâl 


63 
kavramına evrilerek hukuki zeminini kaybetmesi hem de Schmitt’e göre insanlık adına 
yürütülecek hiçbir mücadelenin, insan türüne bütüncül olarak fayda sağlayamayacağı 
görüşüdür. Ancak Carl Schmitt’in siyaset felsefesine dair düşüncelerinin, Kant’ın siyaset 
felsefesinin karşısında aldığı konum, sadece bu açılardan değil, Schmitt’in kendinden 
sonra gelen bazı düşünürler üzerindeki etkileriyle, ebedi barış ve kozmopolitizm 
kavramlarının felsefe tarihi içerisindeki değişiminin mimarlarından biri olması 
dolayısıyla da önemlidir.

Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə