Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı



Yüklə 1,65 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə32/37
tarix28.11.2023
ölçüsü1,65 Mb.
#134390
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   37
sensus communis
”i kullanır. Ortak duyu, 
sağduyu gibi çevirilerle karşılanabilen 
sensus communis
, beğenilerimizin ortak 
memnuniyetlerimize dair oluşuna işaret eder. Toplum içinde yaşıyor olmamız sebebiyle 
güzel
olanla ilgilendiğimizi söyleyen Kant, beğenilerimizin başkalarının beğenileri 
üzerine düşünümde bulunmayı gerektirdiğini düşünür. Başkalarının duygularını da 
hesaba katarak kendi duygularını dolayımlayan, bu şekilde iletişim olanağını kazanan 
insan, yargılarını böylece ortaya koyabilir. Bu nedenle 
sensus communis
, insanın sahip 
olduğu fazladan bir duyu, insanlardaki ortak anlama yetisidir (Arendt, 2015, s. 370).
İşte yargı yetisinin bu özelliği, insanın toplumsallığının da bir kanıtıdır. Kant’ın tarih 
felsefesinde kurguladığı bir erek olarak toplumsallığın aksine, yargı yetisindeki bu özellik 
en başından itibaren toplumsallığı varsayar.
Toplumsallığı varsayan insana özgü bu duyu, 
sensus communis
, Kant’ın açıkladığı tarzda 
“geniş düşünme”yi gerektirir. Böylece kişi, iletişimde bulunmak istediği insanlara göre 


68 
bir düşünme çizgisini benimser ve bu alanı ne kadar geniş tutarsa düşünmenin nesnesinin 
önemi de o kadar büyür. Arendt, işte bu noktayı “ebedi barış” idealinin temeline 
yerleştirir. Kişi, iletişimde bulunduğu grubu genişleterek tüm insanlığa yükselttiğinde, 
kendi düşüncelerini insanlığın dolayımından geçirecek ve tüm insanlara ortak bir duyuya, 
sensus communis
’e yönelecektir. Bu noktada izleyici ve aktör, insanlık adı altında 
birleşecektir. İşte o zaman evrensel bir dünya izleyicisi ortaya çıkacaktır. Kişinin dünya 
izleyicisi olarak edindiği bu konum, Arendt’e göre, eylemlerinin dayanağını oluşturması 
gereken yerdir. 
“Kişi her zaman bir ortaklığın üyesi olarak yargıda bulunur ve kişinin ortaklık 
duyusu, yani sensus communis, ona rehberlik eder. Ama son tahlilde kişi salt insan 
olmasıyla dünya topluluğunun bir üyesidir; bu, kişinin ‘kozmopolit varlığıdır’. 
Kişinin, politik konularda yargıda ve eylemde bulunurken, dayanağını, bir dünya 
vatandaşı, dolayısıyla da bir dünya izleyicisi, 
Weltbetrachter
olması -gerçekliğinden 
değil- idesinden alması beklenir” (Arendt, 2015, s. 376). 
Bu noktadan bakıldığında Arendt, Kant’ın “dünya barışı” ve “kozmopolit” ideallerinin 
temeline koyduğu tarihsel ilerleme fikrine katılmaz. Ancak bu karşı çıkış, kozmopolit 
ideallerin siyaset felsefesinde yeri olmadığı anlamına da gelmez. II. Dünya Savaşı’nın 
yarattığı yıkımlara şahsen tanık olmuş bir düşünür olarak Arendt, dünyayı barışa 
yöneltecek bir düşüncenin karşısında değildir. Ancak bu barışı, doğanın gizli amacı gibi 
bir temele dayandırmak yerine, tüm insanların insan olmak bakımından paylaştıkları bir 
ortaklığa dayandırır. Böylece kişi, eylemlerinde, uzak bir gelecekte gerçekleşecek bir 
barış adına karar vermek yerine, izleyicisi olduğu bu dünyada, üyesi olduğu bir 
topluluğun barışa erişmesine katkıda bulunmayı gözetebilir.
Arendt’in, Kant’ın fikirlerine karşı ileri sürdüğü itirazlarıyla ilgili ele alınması gereken 
son nokta, “haklara sahip olma hakkı” bağlamında insan haklarına dair görüşleridir. 
Arendt, “insan hakkı” dediğimiz şeyin hiçbir tiranın geri alamayacağı, insan olmanın bir 
özelliğinden kaynaklanan bir hak olduğuna inanıldığını ancak günümüzde bu bağlamın 
yitirildiğini iddia eder. “Bu özelliğin yitirilmesi, konuşmanın ilgisinin/bağlamının 
yitirilmesine ve bütün beşerî ilişkinin yitirilmesine, başka bir deyişle beşerî yaşamın en 
temel özelliklerinden bazılarının yitirilmesine neden olur” (Arendt, 2018, s. 304-305). 
Böylesi bir durumda, insanlığın temel niteliği yitirilmiş olacaktır ve insan, insanlık 
onurunu yitirmemiş olsa da tüm insan haklarını yitirmiş olacaktır.


69 
Arendt’e göre günümüzde bu duruma karşılık gelen siyasi durum, vatansızların, 
Heimatlosen
’in durumudur (Arendt, 2018, s. 272). İnsan haklarının, ulusal haklar olarak 
korunup güçlendirilmesi, bu hakların sadece devletin üyelerine sağlanan, aslında evrensel 
haklarla hiçbir bağı olmayan haklar haline dönüşümüne yol açmıştır. İkinci Dünya 
Savaşı’nda yurtlarından edilen milyonlarca insanın içine düştüğü durum böyle 
değerlendirilmelidir. Belirli bir devlete yurttaşlık bağıyla bağlı olmayan kişilerin, insan 
hakları denilen temel haklarını koruyan herhangi bir kurum kalmamaktadır. Bu açıdan 
bakıldığında, Kant’ın bir devlet yapısı göstermeyen federasyonu, tüm insanlık için temel 
bir kozmopolit hakkı sağlayabilecek veya koruyabilecek midir? Bir dünya yurttaşı değil, 
dünya izleyicisi olarak kozmopolit insan, temel haklardan yoksun kalma tehlikesiyle karşı 
karşıya kalacaktır.

Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə