96
kozmopolit halklar federasyonu düşüncesinin yarattığı negatif etkilerin karşısında yer
alacak bir ortaklıktır.
Sonuç olarak, tüm bu bakış açıları birleştirildiğinde karşımıza çıkan tablo, Kant’ın akla
dayanan bir ahlak anlayışı temelinde, kategorik imperatifin gölgesinin her adımda
hissedildiği bir hukuk felsefesi anlayışıyla ortaya koyduğu kozmopolit haklar ve ebedi
barış idealinin, bu çalışma kapsamında ele aldığımız düşünürlerce,
mevcut haliyle
gerçekleşemeyecek, ancak yok da sayılamayacak bir felsefi yaklaşım olarak ele
alındığıdır. Bu yaklaşımın gerçekleştirilemez oluşunun en temel sebepleri, Kant’ın ahlaki
yaklaşımı ile hukuki yaklaşımı arasında tam bir uyumu tesis edememesidir. Doğal hukuk
kuralları olarak ele alınabilecek, insan onuruna dayanan, vazgeçilemez haklar
düşüncesini, normatif hukuk kuralları ile ortaya koymaya çalışmak, eleştirel bir bakışa
her zaman açık kapı bırakmak olacaktır. Bu nedenle Kant’ın kozmopolit hukuku, pek çok
farklı bakış açısının pek çok farklı eleştirisine maruz kalmıştır.
Bu eleştiriler, ele aldığımız
isimlerden Derrida haricinde, sınırların belirsizleştiği
günümüzde, kesin ve net tanımlamalar yaparak, hukuki sınırlar çizmenin imkansızlığı
üzerinden ilerlemiştir. Oysa ele aldığımız son düşünür olarak Derrida, bu belirsizlik
noktasından şikayetçi değildir. Ona göre, hukukun sınırları
çizilebilir ama adaletin
çizilemez. Kategorik imperatif ise kurmaya çalıştığı evrensel bir yasa olarak eyleme
düşüncesiyle hukuka değil, adalete yönelik bir anlayış olarak ele alınmalıdır. Dolayısıyla
Kant’ın kategorik imperatifi temele aldığını söylediğimiz kozmopolit hukuk kavrayışını,
adalet bağlamında değerlendirmek gerekecektir. Keza, kozmopolit hukukun sınır olarak
belirlenen konukseverlik kavramı da koşulsuz ve sınırsız bir şekilde ele alınmalıdır. Aksi
takdirde konukseverlik kendi kendini gerçekleştirmeye çalıştığı her seferde kendini yıkan
bir kavram haline dönüşecektir. Dolayısıyla, Derrida’nın bakış açısından
düşünüldüğünde ebedi barışın ve kozmopolit hakların, koşulsuz ve sınırsız bir yaklaşımla,
hemen o anda, orada, ihtiyaç duyulduğu noktada gerçekleştirilmeye çalışılması,
eylemlerin mümkün olduğunca sınırları yıkmaya, hep bir adım daha ötesine geçmeye
çalışılmasıyla mümkün olabilecektir.
Derrida’nın bu düşünceleriyle birlikte, kozmopolitizm anlayışının etikten uzaklaşarak
hukuka doğru ilerlemesini hedefleyen eleştirel yaklaşımlardan
geriye doğru, Kant’ın
kozmopolitizm anlayışına doğru uzanan bir çizgi çizilmiş olur. Derrida; Habermas,
97
Arendt, Hardt ve Negri’nin aksine kozmopolitizmin etik boyutunu öne çıkarmıştır. Ancak
kozmopolitizmin yeterli hukuki korumaya sahip olmadığı takdirde, sadece etik bir duruş
olarak başarıya ulaşamadığı da aşikardır. O zaman kozmopolitizmin imkânsız bir hedef
olduğu ve vazgeçilmesi gerektiği mi söylenmelidir?
Bu çalışma kapsamında incelediğimiz tüm bu düşünceleri birleştirerek, ebedi barışın ve
kozmopolitizmin olanağını sorguladığımızda, şöyle bir sonuca vardığımızı söyleyebiliriz:
Kant’ın çizdiği şekilde bir kozmopolitizm anlayışı, günümüz küreselleşmiş toplumunda
pek de mümkün gözükmemektedir. İktidarın ve bu iktidarın yönetim şekillerinin değiştiği
günümüzde, ebedi barışa yönelik bir arzu duyanların da uygulaması gereken yol
haritasının değişeceğini söylemek zor değildir. Bu yeni yol haritasını çizerken, günümüz
şartlarında küreselleşmenin getirdiği dezavantajları dikkate almanın yanında avantajlarını
da gözardı etmemek gerekir. Giriş bölümünde de dikkat çekmeye çalışıldığı gibi, iletişim
olanaklarının büyük gelişimiyle dünyanın sınırlarının küçüldüğünü iddia edebiliriz. Bu
iletişim olanağı, Arendt, Habermas, Hardt ve Negri’nin öne sürdüğü gibi karşılaşılan
risklerin ve acıların ortaklığı bağlamında değerlendirilerek, büyük toplulukların bir araya
getirilmesi için kullanılabilir. Nitekim dünya siyasi sahnesinde son on beş ila yirmi yılda
meydana gelen isyan, devrim veya büyük protesto gösterileri hatırlandığında,
bu iletişim
olanağının kullanıldığı göze çarpacaktır. Ancak, böylesi bir yaklaşımda, ortaya çıkan
kozmopolit topluluk, insan hakları temelinde bir kozmopolit hukuk düzenini tesis etmeye
muktedir olamayacaktır. Zira Kant’a yöneltilen eleştiriler de hatırlanırsa, bir zor gücü
olarak hukukun güvencesini içeren bir yapı oluşturulmadığı takdirde, ortaya çıkan her
kozmopolit birlik, ahlak ile hukuk arasındaki belirsizlik noktasında sıkışıp kalacaktır.
Tıpkı Birleşmiş Milletler’in müdahale hakkı örneğinde olduğu gibi, içerisinde suiistimal
edilebilecek bir şekilde karşıt görüşünü barındıran sınırlı bir hukuki yapı, tam olarak
hukuki bir kozmopolitizme erişmek bir yana ona zarar verecek bir oluşuma bile
dönüşebilecektir. Bu noktada, arzu edilen hukuki zırhı kuşanamamış bir kozmopolitizm
fikrini tamamıyla terketmek yerine, böylesi bir yapıya kavuşuncaya değin, Derrida’nın
önerdiği gibi, sınırların ötesine uzanmaya çalışan, hukuku değil adaleti hedefleyen bir
eylem tarzını tercih etmek gerekebilir.
Böylesi bir eylem tarzı, türde gerçekleşecek bir hedefin uzak hayalinin yaratacağı ataleti
engelleyerek, yaşanılanların ortaklığından hareketle kurulacak bir kamusal gücü harekete
geçirmelidir.
Bu ortak zemini, Stoacı halkaların da gösterdiği biçimde, sürekli
98
geliştirmeye ve büyütmeye çalışmak, her seferinde bir sonraki sınırı yıkarak, ortak
kamusal alanı tüm dünya vatandaşlarını içine alacak şekilde genişletmeye çalışmak ise
Derrida’nın önerdiği tarzda, hukukun yeterli olmadığı noktada etik bir bakış açısını
benimsemekle mümkün olacaktır.
Böylece kozmopolitizm fikrini, Kant’tan hareketle
yola çıkan, küresel dünya düzeninin neden olduğu problemleri daha kuvvetli bir hukuki
korumayla çözmeyi hedefleyen ve bu hedefi, yeni ortaya çıkan kamusal alanların da
hesaba katılmasıyla daha güçlü bir şekilde talep eden bireylerin, adaleti şimdi ve burada
sağlamak maksadıyla her seferinde bir sonraki sınırı aşarak en dış halkaya erişmeyi
amaçlayan eylemlerinde muhafaza etmek imkânı ortaya çıkacaktır.