TEKFİRİN NETİCELERİ
1 YERİNDE TEKFÎRİN LÜZUMU
A- Tekfir Niçin Lüzumludur?
Ehl-i sünnet kelâmcıları ile mezhep imamları ve onları takib eden ilk fukahanın çoğunluğu tekfir ko-, nusunda temkinli, mutedil ve insaflı hareket etmeye, tekfirden kaçınmaya gayret etmişlerdir. Buna karşılık müteahhir fıkıhçılar ilk devirlere oranla daha çok şahsı ve topluluğu tekfir yolunu tutmuşlardır. İkinci grubu böyle bir harekete sevkeden şey ne olabilir? Üstelik bir müslümanm veya müslüman gözüken kimsenin iman dairesinden çıktığını ilân etmek, pek büyük bir olaydır. Çünkü İslâm Hukukuna göre kâfir olduğuna hükmedilen kişi tmürted) artık dünya hayatında, İslâm toplumunun müslümana tanıdığı haklardan, bunun da ötesinde bir gayr-ı müslim gibi yaşayabilme hakkından bile mahrumdur. O halde bir mânâda yaşama hakkının kaldırılması demek olan tekfire niçin lüzum görülmüştür. İslâmiyetten dönen böyle birinin yine İslâm toplumu içerisinde yaşamasına izin verilm ey işinde şüphesiz ki pek çok hikmetler vardır.
Bilindiği gibi İslâm Hukuku insanların dinî ve dünyevî yaşayışlarını düzenleyen, bunun için bir takım kanunlar, hükümler koyan ve kaynağı şer'i olan. bir hukuk sistemidir. Dolayısıyla Kur'ân-i Kerim, hadîs-i şerif, icmâ ve ictihadlarla ortaya konan hükümlerin gayeleri şu üç noktaya yönelmiştir 665.
1- Ferdi yetiştirip, ahlâk bakımından olgunlaştırmak. Böylece îslâmi hükümler toplum için iyilik kaynağı olacak ve kötülük unsuru olmayacaktır. Bu da ibadetlerle gerçekleşir. îbadetler ruhları olgunlaş-tınr.
2- Müslüman toplumunda adaleti yerine getirmek, islâm'da adalet en yüksek bir gayedir. Bu sebeple cezalar .işlenen fiillere göre takdir edilmiştir.
3- îslâmî hükümlerin gerçekleştirmeyi hedef tuttuğu gayelerden üçüncüsü maslahatı korumaktır. İslâm'ın istediği maslahat şahsî olmayan ve herkesi ilgilendiren kamu yararıdır. îsîâmî hükümlerin gerçekleştirmeye çalıştığı ve dînî nasslarm açıkladığı maslahatlar şu beş şeyin korunmasını hedef alır : Din, can, akıl, nesil ve mal.
Din, insanı hayvanlık derekesinden kurtarıp, insanlık mertebesine yükselten bir. müessesedir. Bir dine bağlı olmak insanın özellikl erindendir. O halde insanın dini her türlü saldırıdan korunmalıdır. Dinin korunması açısından inanç, söz ve fiillerinden kâfir olduğu anlaşılan bir kişiyi müslüman kabul ederek, müslumanların haklarından faydalanmasını sağlamak sakıncalı sonuçlar doğurabilir. Dinin muhafaza edilebilmesi, müsl umanların belli bir düzen içinde rahat ve huzurlu yaşayabilmeleri için fıkihçılar herhan-
edilmesi gereğini söylemişler, müşrikler nasıl İslâm'ı yıkmak için çalışıp, müslümanlarla muharebe etmişlerse, mürtedlerin de dini yıkmak için müslümanlarla savaşacaklarını söylemişlerdir 666. Bu sebeple iman sınırından çıkan kişi tekfir edilmeli ve kendisine gereken hüküm uygulanmalıdır. İrtidadın cezası Peygamber Efendimizin bir hadîsinde belirttiği gibi ölümdür. Resûl-i Ekrem buyurur ki: «Allah'tan başka tanrı bulunmadığını ve benim O'nun elçisi olduğumu kabul eden bir müslüman ancak şu üç sebebin biriyle öldürülebilir: Üzerinden nikâh geçtiği halde zina eden, kasten adam öldüren ve dinini terkederek cemaattan ayrılan.» 667 Dîni terketmek bir suç teşkil ettiğine göre bu suçu işleyenin kâfir olduğuna hükme-dümeli, İslâmi hükümlerin gayelerinden biri olan adaletin tecellisi sağlanmalıdır. Ayrıca îrtidat eden şahıs, Allah'ın müslüman kulu üzerindeki hakkını çiğneyerek en büyük suçu işlemiştir. Bu suç şüphesiz ki, diğer suçların da en büyüğüdür 668. Yalnız hatıra şöyle bir soru gelebilir : ikisi de müslüman olmadıkları halde İslâm toplumunda yaşayan bir gayr-ı müslim zim-mî öldürölmezken, mürted niçin öldürülüyor? es-Se-rahsî'nin (v. 490/1097) de dediği gibi 669 mürted, önce müslüman idi. İslâmiyetin kudsiyetini, cihanşümûllü-ğünü, insaniliğini, sadra şifa olacak yegâne din olduğunu... bildiği halde sırt' dünya menfaati, hased, kin vb. gibi düşüncelerle dinini terketmiştir. Böyle bir şahıs müslümanken gerçeğin hangi tarafta olduğunu öğrenmiştir. Halbuki gayr-ı müslim bir zımmi için saydıklarımız söz konusu değildir.
Yine çeşitli sebeplerle küfre düşen kişi tekfir edilmeyecek ve suçunun cezasını görmeyecek olursa, İslâm toplumunda düşünce, söz ve hareketleri ile Kur'-ân'm adam öldürmekten daha şiddetli bir suç saydığı 670bir takım fitne, kargaşa ve düzensizliğin çıkmasına sebep olacak, toplum huzuru kaçacak bu sebeple de müslümanlann dinî vecibelerini düzenli bir şekilde yerine getirmeleri engellenmiş olacaktır.
İmanı el-Gazzâlî (v. 505/1111) bir takım mükellefiyetleri ortadan kaldırarak, ibahe kapısını açar ve bu sebeple küfre düşen kimselerin dine zararının çok büyük olduğuna işaret ederek, böyle birini öldürmenin yüz tane kâfiri öldürmekten daha hayırlı olduğunu zikreder 671 .
İbn 'Âbidîn (v. 1252/1836) ise bu konuda şunları söyler: -Dinden dönene verilecek ceza kullarla ilgili en büyük bir maslahattır. Çünkü mürted kişiye karşı uygulanan hadde (cezada); nesebi koruyan zina, malı koruyan hırsızlık, aklı koruyan sarhoşluk, arazları koruyan zina iftirası haddindeki maslahatlardan daha büyük olan ve dini muhafazayı hedef alan bir maslahat vardır. Şayet mürted öldürülmez, serbest bırakılırsa, imanı zayıf olanlar peşi peşine irtidat ederler.»8
îman dairesinden çıkan kişiyi tekfir etmek aynı zamanda nesli de korumuş Gİacaktır. Düşüncesi, inancı, sözü ve fiiliyle kâfir olan biri tekfir edilmeyip, işlediği suçun cezası verilmezse, toplum fertleri arasına dağılan bu tip şahıslar aşıladıkları bâtıl düşüncelerle neslin bozulmasına sebep olacaklardır. Aile fertleri ve akrabalar böyle birinden nefret edeceklerdir. Birbirinden nefret eden fertlerden kurulu nesiller arasında birlik, beraberlik sağlanamayacak, bir düzensizlik ve başıbozukluk görülecektir.
Ayrıca küfre düşen ve cezasız bırakılan bu şahısların çoğalmaları, bir araya gelmeleri ve sonunda İslâm toplumuna baş kaldırarak, harp açmaları halinde müslümanlarm mal ve canlarına pek çok zararlar verdireceklerdir. O halde müslümanlann mal ve canlarının korunabilmesi için de müslümanlıktan çıkan kişinin tekfir edilmesi gereklidir. Bu konuya temas eden Ömer Nasûhî Bilmen (v. 1884/1971 m.) şunları ilâve eder: İslâm toplumuna dahil bir şahsın sonradan bu toplumdan çıkması, o topluma karşı hasmane tavır almaktan, o toplumu küçümsemekten, o topluma karşı muharip kesilmekten başka bir şey değildir. Bu gibi muharip olanlarda herhalde öldürülmeye lâyıktırlar. Üstelik İslâmiyet gibi bir dinin yüceliğini ve güzelliklerini anladıktan sonra, bu gayeye zıt hareket etmesi, hem kendisinin hem de toplumun menfaatla-rma faydalı olan genel ahengi bozacağından, dinden dönenler hakkında böyle bir ceza gerekli olur» 672.
Kısaca söylemek gerekirse İslâm'ın, müslümanlann can ve mallarının korunabilmesi, toplumda gerekli olan sükûn ve huzurun sağlanabilmesi, işlenen suça gerekli cezanın verilerek adaletin gerçekleşmesi için inancı, sözü veya fiiliyle küfre düştüğü belli olan birini tekfir etmek gerekmektedir. İşte tekfir, bu yüce gayelerin tahakkuku için şart ve lüzumludur. 673
B- Tekfire Karar Verecek Kişi
îman dairesindeki bir kişiyi kâfir savmak; onun kanının helâl kabul edilmesi yani öldürülmesi, karısının kendisinden ayrılması, cenaze namazının kılın-maması, müslüman kabristanına gömülmemesi, âhirette de ebedî cehennemde kalacağına hükmedilmesi gibi önemli hukuki ve dînî neticeler doğuracağından, tekfir işlemini yapacak şahısta bir takım şartların bulunması gerekmektedir. Bu sebeple, bu kadar ağır sonuçları olan bir hükmü, ciddiyet, samimiyet ve ehliyetten uzak, maddi servet, manevî nüfuz ve şöhret peşinde koşarak kendisinin yükselmesi için şahsında istidat ve irade bulamayıp başkalarına taarruz eden şahıslar veremezler.
Daha önce de söylediğimiz gibi tekfir kelâm ve fıkıh ilmini ilgilendiren bir konudur. Fıkıh ve kelâm ilminin inceliklerini bilmeyen kimselerin bu konuda verecekleri hükmün. isabetli olacağını söylemek ise güçtür. Bu sebeple tekfire karar verecek kişi kelâm ilminde münakaşa edilen meseleleri derinlemesine ihata edecek, fıkhın ve fıkıh usûlünün inceliklerini anlayabilecek ve bunlara göre olayı değerlendirip neticeye varabilecek kapasite ve bilgide olmak zorundadır.
el-üazzâli (v. 505/1111) tekfire yönelenin şu hususları göz önünde bulundunnasının gereğine işaret eder 674:
1- Herhangi bir te'vildyi tekfir eden şahıs; zahirî mânâsı terkedilen nass acaba te'vile müsait mi-
Tekfirin Neticeleri / 241dir, değil midir? Eğer müsait ise bu te'vü akla yakın bir te'vü midir? Yoksa akıl ve mantıktan uzak bir te1-vil midir? gibi hususları iyi bilmelidir. Çünkü te'vil edilmesi mümkün olan nassla te'vile müsait olmayan nassı ayırmak kolay bir şey değildir. Bu hususta söz sahibi olabilmek için Arap dilini ve bu dilin esaslarını, istiare ve mecaz olan ifadelerin bu dildeki kullanılış tarzını, atasözlerinin kullanılış şekillerini bütün incelikleri ile gayet iyi bilmelidir.
2- Te'vil edilen nassm tevatüren mi, âhad olarak mı, yoksa mücerred icmâ'a istinaden mi sabit olduğunu bilmek gerekir. Tevatürle sabit olmuşsa, acaba tevatür, şartlarım haiz midir, yoksa değil midir? Zira genellikle meşhur haberler mütevatir sanılır. Ayrıca haberin mütevatir sayılabilmesi için, Hz. Pay-gamber zamanına varıncaya kadar bütün asırlar için mütevatir olması icap eder. Acaba herhangi bir asırda tevatürde bulunması şart olan sayının eksilmesi düşünülebilir mi? Kur'ân-ı Kerîm için şart kılman tevatürün şartları için böyle bir şeye ihtimali yoktur. Kur'-şn-ı Kerînrden başka şeyler için bunu bilmek güçtür. Bunu ancak tarih kitaplarını, eski milletlerin durumlarını, hadis kitaplarını, hadîs râvilerinin durumlarını ve sözlerin hangi maksat için rivayet edildiğini inceleyen mütehassıslar bilirler.
3- Belli bir fikri benimseyen şahsa, haberin tevatüren gelip gelmediği, imcâm ulaşıp ulaşmadığı iyi bilinmelidir. Çünkü yeni doğan (ve yetişen) bir insan için hangi haberlerin mütevatir olduğunu, hangi hususların icmâ ile sabit olduğunu, hangi meselelerde icmâ bulunduğunu bilmek mümkün değildir. Bunlar zamanla, selefin üzerinde ittifak ve ihtilâf ettiği mekan -.: 16seleleri anlatan kitapları aıütalâa etmek suretiyle öğrenilir. Bir - iki.kitap okumak bu hususu öğrenmeye kâfi gelmez. Çünkü bununla icmâın mütevatir olduğu bilinemez. Bu gibi hususlarda inceleme yaparak mütehassıs olmak da kolay değildir.
4- Te'vilci için zahiri mânâya muhalefet edilmesine sebep teşkil eden delilin şartlarının bilinmesi gerekir. Delilin şartlarının bilinmesi de ciltler tutacak izaha muhtaçtır.
5- Söylenen sözün dine ne derece zararlı olduğuna bakılmalıdır. Eğer dine vereceği zarar büyük değilse, söylenen söz çok bâtıl ve çok yakışıksız da olsa iş çok basittir. Meselâ; beklenen imama inanan bazı Şiilerin "İmam serdab'ta gizlenmiştir. Vakti gelince çıkacaktır." demeleri gibi. Gerçekte bu söz bâtıldır. Yalan ve çirkin bir sözdür. Fakat din bakımından zararlı değildir. Bu sözün zararı buna inanan kafasız kişi içindir. Çünkü böyle bir kişi, imamı karşılamak için hergün bulunduğu yerden ayrılır. Sonunda imamın gelmediğini görünce ümitsiz ve eli boş evine döner. Bu misalden maksat şudur: Bâtıl olduğu açıkça belli olsa da her hezeyan sahibini tekfir etmemek lâzımdır,»
Fıkıh ve kelâmda söz sahibi olmayan ve rastgele herkesi tekfir eden şahıslar hakkında da büyük İmam şunları zikretmektedir: «Tekfir yapan kimsenin anlattığımız bu hususları bilmesi gerektiği anlaşılınca - ki herkes bunları inceden inceye bilemez - el-Eş'ari'-ye (v. 324/936) veya diğer birine muhalif olan kimseleri gelişigüzel tekfir edenlerin cahil ve düşünmeden konuşan kimseler oldukları ortaya çıkmış olur. Fıkıhtan başka bir şey bilmeyen kimseler (kelâmı meselelere ve bunların teVülerine hakim olamayan kimseler) bu gibi çok önemli konularda nasıl söz sahibi olurlar? Bu bilgilere fıkhın hangi bölümünde rastlanır? Fıkıhtan başka ilim sermayesi olmayan bir faki-hin onu bunu tekfir ve dalâlete nisbet etmekle uğraştığını görürseniz ondan yüz çeviriniz. Aklınızı ve fikrinizi^onunla meşgul etmeyiniz. Zira bilgi ile ona buna meydan okumak insan tabiatında mevcuttur. Kendini âlim sanan cahiller bundan kendilerini alamazlar. Halk arasında ihtilâfın çok olmasının sebebi de budur. Cahiller ortadan çekilseîerdi halk arasında ihtilâf azalırdı.» 675
Dostları ilə paylaş: |