e) Uykuda irtidat:
Uykuda iken irtidat geçersizdir. 421Çünkü uykuda akıl yok olmakta, bu sebeple de irtidadın şartlarından biri eksilmektedir. Ayrıca bu konudaki hadisi daha önce zikretmiştik. 422
f) Buluntu çocuğun irtidadı:
Hanefîlure göre İslâm memleketinde buluntu olan (anası babası belli olmayan) çocuğun m üsl um anlığına hükmedilir. Şayet kâfir olarak bulûğa ererse öldürülmez. Müslüman olması için zorlanır.423 Hanbelüe-re göre ise İslâm yurdundaki buluntu çocuğun müs-lümanhğına hükmedilir. Müslümanlığından dönerseöldürülmesi gerekir,424 Dâr-ı harpteki buluntu çocuğun ise müslümanlığına hükmedilmez".425
g) Küfre zorlanan kişinin durumu:
Küfre zorlananın (mükrehin) kâfir olup olmadığı meselesine geçmeden zorlama (ikrah) hakkında biraz bilgi verelim. Lugâtta rıza ve mahabbete zıt olan, zorlayan şahsın zatı ile kâim olan mefhum anlamına gelen «zor»un ortaya konulmasıdır. Zorlama tâm ve nakıs olmak üzere ikiye ayrılır:
1- İkrâh-ı tâm (tam zorlama) : Öldürme, kesme, bedenin zarar görmesi ve şiddetli dövme gibi tabiatı gereği zorlayana boyun eğmeyi ve uymayı gerektiren zorlamadır.
2- İkrâh-ı nakıs (eksik zorlama) : Bağlanma, hapis ve bedenin veya bir organın telef olmasına sebep teşkil etmeyen dövme gibi zorlayana boyun eğmeyi ve uymayı gerektirmeyen zorlamadır. Bu tip zorlamanın üzüntü vermesi veya vermemesi arasında bir fark yoktur.426
Kalbi iman üe dolu iken küfre zorlanan ve bu sebeple küfür kelimesini söyleyen kimsenin mü'min olduğuna hükmedilir.427 Yukarıda açıkladığımız gibi irtidadın geçerli sayılabiliri e si için tav'an olması yani hür bir irade ve ihtiyar ile meydana gelmesi gerekir. Zorlanan şahısta hür bir irade yoktur. Küfür kelimesini isteyerek söylememiştir.
Hanefîler tam ve noksan zorlama hallerinde küfür kelimesini söyleyen şahısların durum ve hükümlerini ayırdetmişlerdir. Bu durumda eğer zorlama tam ise ve küfre zorlanan kişinin kalbi imanla doluysa, bu şahsın küfür kelimesini söylemesine ruhsat vardır. Böyle biri küfrü gerektiren bir söz söylediğinde kâfir olmaz. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de: «Kalbi imanla dolu iken küfre zorlanan müstesna olmak üzere, kim iman ettikten sonra, küfresine açarsa Allah'tan onlara bir azab vardır.» 428 " buyurulmuştur. Bu âyet-i kerime küfre zorlanan kimsenin mü'min olduğuna delildir. Ayrıca Meleke müşriklerinin, İslâm'dan dönmesi için 'Ammar b. Yâsir'e (v. 37/657) baskı yapmaları ve zorla küfür kelimesini söyletmeleri sonucu Hz. Peygamber onun imanının geçerli olduğunu söyleyerek tekrar zorlandığında, müşriklerin istediklerini söylemesine ruhsat verdi.429
Eğer zorlama noksan olursa, «kalbim imanla dolu idi» dese biîe küfür kelimesini söylemeye ruhsat yoktur. Böyle biri küfür kelimesini söylerse kâfir olduğuna hükmedilir".430
Tam bir zorlama karşısında küfür kelimesini söyleyen şahsın karısı istihsanen kendisinden boş olmaz. 431İmam Mâlik (v. 179/795) ve eş-Şâfi'î (v. 204/ 819) de kalbi imanla dolu iken, baskı ve zorlama karşısında küfür kelimesini söyleyenin kâfir olmadığı görüşündedir.432 el-Gazzâlı (v. 505/1111) ise kılıç tehdidi altında küfür kelimesini söyleyeni akıl sahibi hiç bir kimsenin kötü göremeyeceğini, hatta direnmesini ve
ısrar etmesini kötü görmesi gerektiğini söyler.433
İbn Kudâme'ye (v. 620/1223) göre zorlanan kimse için efdal olan davranış sabrederek küfür kelimesini söylememesidir. 434 Dayanamayıp söylerse biraz önce zikrettiğimiz âyet ve 'Aramâr b. Yâsir'e verilen ruhsat gereğince küfrüne hükmedilmez. Çünkü,Peygamberimiz, «Ümmetimin yamlarak, unutarak ve baskı altında kalarak işledikleri bağışlanmıştır.» 435 buyurmuştur. Fakat zorlama kalkar kalkmaz imanını ikrar etmesi gerekir. İkrar ederse müslümanlığı baki kalır. Etmezse küfrü söylediği vakitten itibaren küfrüne hükmedilir. 436
h) Baskı ve zorlamayla müslüman olan şahsın: irtidadı:
Baskı ve zorlama ile müslüman olan şahıs dinden, dönerse istihsanen öldürülmez. 437 Çünkü böyle biri kılıç korkusu ile müslüman olmuştur. Kılıç korkusu ile müslüman olması, söylediğine kalben inanmadığının açık bir delilidir. Onun müslüman oluşu şahsına karşı kötü bir durumu (ölümü) defetmek içindir. 438
i) Kasten küfür kelimesini söylemek :
Kalbi imanla dolu olduğu halde herhangi bir zorlama olmadan kendi irade ve ihtiyarıyla küfrü gerektirecek bir söz söyleyen kimse bu dünyada kâfir hükmündedir439. Hatta kavl-i meşhur taraftarları ismini
verdiğimiz, imanın kalbin tasdiki ve dilin ikrarı gibi iki rükünden oluştuğunu söyleyen Hanefî fıkıhçılan-na göre böyle bir kimse Allah katında da kâfirdir. Çünkü imanın iki rüknünden birini terke tmiştir.440 Halbuki dilin ikrarını, dünyada uygulanacak hüküm-Jer açısından imanın bir şartı kabul eden Ehl-i sünnet Jcelâmcılan, kalbi imanla dolu iken dili ile külür kelimesini konuşan kimsenin dünyada kâfir gibi muamele göreceğini, fakat âhirette kalbin tasdikine göre hüküm verileceğinden, mü'min olarak neticede cennete gireceğini, belki gücü yettiği halde ikrarı terket-tiğinden günahkâr olacağını söylemişlerdir.
Şakacı ve müstehzi kimse şaka olsun diye, alay ederek ve küçük görerek küfür olan bir sözü söylese, inancı söylediği söze zıt bile olsa âlimlerin hepsine göre tekfir edilir. 441 Muhtemeldir ki, buradaki şaka kendisinde seb özelliği taşıyan bir şakadır.
Yine bir kimse küfrü gerektirmeyecek bir şeyi söylemeyi dilemekle beraber, bir hata neticesi küfür kelimesini konuşsa, bu kimsenin kâfir olmadığında .âlimler hemfikirdirler. 442
j) Bilgisizlik sebebiyle küfür keiunesini söylemek:
Birinci bölümde küfür çeşitlerini incelerken Ha-nefilerin küfr-i cehli ismini verdikleri bir küfür çeşidine temas etmiştik. Küfr-i cehlî, kişinin küfür olduğunu bilmediği bir sözü söylemesi sebebiyle, yani bu konudaki bilgisizliğinden meydana gelen küfre denilir. Kendi irade ve ihtiyarıyla, herhangi bir baskı ve zorlama olmaksızın, küfür olduğunu bilmediği bir sözü ve düşünceyi söyleyen kimsenin küfre girip girmediği ihtilaflıdır. Bir kısım hanefî fıkıhçısı bilgisizliğin mazeret olmadığını ileri sürerek cehalet sebebiyle küfrü gerektiren sözü söyleyenin kâfir olduğunu söylemiş, bir kısmı da bilgisizliğin mazeret teşkil ettiğini ve bu mazeret sebebiyle küfür kelimesini söyleyen kişinin tekfir edilemeyeceğini savunmuştur.443
Birinci gruptakiler «Ben mülhidim» diyenin bunu söylemesinin küfür olduğunu bilmese bile küfre düştüğünü misâl getirmişler, 444 «Bu sözün küfür olduğunu bilmiyorum», demesiyle mazur görülemeyeceğini söylemişlerdir.
Kanaatımızca bilgisizliği sebebiyle küfür olduğunu bilmediği bir sözü söyleyen kişinin tekfir edilmemesi, bilgisizliğinin mazeret teşkil etmesi şeklindeki fetva İslâm'ın müsamaha anlayışına daha uygu olsa gerektir. Üstelik Hanefiler arasında fetvaları oldukça kabule şâyân görülen İmam Fahreddin el-Hasan b. Mansûr el-Özcendî (v. 592/1196) Fetâvâ Kâdîhân isimli eserinde bu konudaki her iki fetvayı zikretmiş, fakat iki fetva arasında tercih yapmamıştır 445. Bu durum her iki fetvanın isabet nisbetinin eşit olması demektir. Kişiyi küfre nisbet etmek el~Gazzâlî'nin (v. 505/mı) dediği gibi tehlikelidir. 446Halbuki tekfir yerine susmayı tercih etmekte bir tehlike yoktur. Ayrıca İmam Muhamnıed'in (v. 189/805) es-Siyeru'l - Kebîr isimli eserinde îmam Ebû Hanîfe'den (v. 150/767) şu şekilde bir rivayet vardır: «Bir kişi, kalbi o şeyin küfür olduğuna inanmazsa, küfür kelimesini söylemekle kâfir olmaz.».447
et-Taftâzâni (v. 793/1390) ise Şerhu'l - 'Akâid'de bilgisizlik sebebiyle harama helâl diyenin kâfir olmayacağını söyler". 448Onun bu görüşü sonrakiler tarafından da benimsenmiştir. 449
Günümüzde, münevverler ve halk arasında bilgisizlik, yeterince aydınlatıl amam a, İslâm tebliğinin kendilerine yeter derecede ulaşamaması gibi sebeplerle bir takım küfrü gerektiren sözler söylenmekte, bunlara karşı biraz sert bir tutum takip edilmekte, haklarında ileride tanı bir müslüman olma ümidi beslenen pek çok kişi tekfir edilerek dinden soğutulmaktadır. Günümüz insanına İslâm'ı yeterince anlatamadığımız bir gerçektir. Onun İslâm'dan habersiz yetişmesinde, ailesi, çevresi, toplum, çeşitli haberleşme organları kadar ona İslâm'ın rahmet, afv ve müsamaha dolu kucağını açmak suretiyle gerekli olan İslâmî bilgileri vermeyen din adamları da suçludur. Yani bilgisiz kaldığı için küfrü gerektiren sözü söyleyen kimsenin suçsuzluğunun yarısı onu bilgisiz bırakan müslümanlardadır. Bu açıdan ikinci grubun fetvası günümüzde tercihe daha lâyıktır. Mezkûr fetva gereğince çeşitli sebeplerle, İslâmiyet hakkında yeterli bilgi edinememiş ve bu sebeple küfrü gerektirecek söz söylemiş şahsı hemen tekfir etme yolunu tutmamalı, bu sözünde hatalı olduğu ve İslâm'ın bu konudaki _görüşü kendisine anlatılmalı yani İslâmiyet kendisine tam anlamıyla tebliğ edilmelidir. Yeterli bilgi kendisine verildikten sonra hatasından dönmeyip, söylediği sözde ısrar ederse o zaman tekfir yolunu tutmak daha uygun bir davranış olur. 450
k) Küfür olan şeyi hatırdan geçirmek:
Konuşulduğu zaman kâfir olmayı gerektirecek bir şeyi kişinin hatırına getirmesi, kalbinden geçirmesi küfür değildir'"'. 451 Çünkü dünyada cezalar zahire göre uygulanır. Peygamber Efendimizin şu hadisleri de bu görüşü destekler mahiyettedir: «Allah Teâlâ ümmetimin içlerinden geçirdiklerini, dille konuşmadıkları ve işlemedikleri müddetçe bağışlar.» "452
4. İmanda İstisna
Selefiyye ile Halefiyye arasındaki ihtilâf noktalarından biri olan istisna, mü'min bir kişinin imanı hakkında «İnşaallah (Allah dilerse) mü'minim.» de-mesidir. İstisnanın caiz olup olmadığı konusunda iki görüş vardır.
a) İmanda istisnanın caiz olduğunu söyleyenlere göre kişinin mutlak olarak ve te'vil etmeksizin
«Ben Allah dilerse mü'minim.» demesi imanına zarar vermez. Çünkü selef bu şekilde söylemekle imanının durumundan yani imanının şüphe içinde olup olmadığından haber vermeyi değil, imanının akıbetinin nasıl olacağını bilmenin mümkün olmayışını kastetmektedir. Yine selefin «Allah dilerse mü'minim» demesi imanın aslındaki şüpheye değil, kemalindeki şüpheye istinat eder. Zira bu şekilde söylemekle selef gelecek mevzuunda işleri Allah'a havale etmiş olmaktadır. İmanda istisnanın caiz olduğunu söyleyenler arasında İbn Mes'üd (v.32/653), İmam eş-Şafi'î (v. 204/819), selefin cumhuru, 453 Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) ve îbn Teymiyye (v.728/1328) 454 gibi şahsiyetler vardır.
b) İmanda istisnanın caiz olmadığını söyleyenlere göre, mü'min kişinin «Ben gerçekten mü'minim.» demesi gerekir. Zira kişinin «Ben Allah dilerse mü'minim.» demesi imanından şüphe ettiğine, tasdik ve ikrarının kat'i olmadığına delâlet ettiğinden caiz görülmemiştir. Bu görüş ehl-i sünnet kelâmcolarının çoğunluğu tarafından benimsenmiştir. 455
Eğer istisna gelecekte işi Allah'a havale etmek mânâsında söylenmişse küfür değildir. Çünkü Kur'-ân'da: «Hiç bir şey hakkında "Ben bunu herhalde yarın yaparım" deme. Meğer ki(işi)Allah'ındilemesine(bağlamışolasın).»456 buyurulmuştur. Geleceği ancak Allah'ın bileceğini göz önünde bulunduran ke-lânıcılar, kişinin gelecekte imanı hakkında «Allah dilerse mü'minim» demesini caiz görmüşlerdir.457 Her ne kadar imanın kemâl derecesi bilinmediğinden veya imanın akıbeti meçhul olduğundan, işleri Allah'ın irade ve meşîetine bırakmak kabilinden söylenmiş bile olsa, halihazırda muhatabımıza karşı imanımızda şüpheli olduğumuz kanaatini uyandırmaması îçin ihtiyaten «inşaallah mü'minim» demeyi terketmenin uygun olacağı kaydedilmiş, 458 veya böyle söylemektense, maksadın «Allah dilerse mü'min olarak ölürüm.», «İmanım inşaallah makbul olur.» şeklinde açıklanması daha uygundur, denilmiştir. 459
5. Müslüman Birine Kâfir Demek
Bir takım müslüman kişi ve grupların, mezhep, görüş ve meşrepleri farklı olduğu, veya belli konularda kendi görüşlerini benimsemedikleri için diğer müslüman kişi ve grupları tekfir ettikleri bir gerçektir. Böyle bir hüküm verildiğinde durum ne olacaktır? Bir mü'min ve müslümana kafir diyen küfre düşer mi, düşmez mi? Âlimlerin çoğunluğu mü'min ve müslüman olduğu bilinen birine te'vilsiz ve mutlak olarak kâfir diyenin küfre düştüğü kanaatındadır!ar. Çünkü müslüman kardeşini tekfir eden İslâm'ı küfurle isimlendirmiş, hak dini küfür ve bâtıl görmüştür.460
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde, «Bir kimse - müslüman - kardeşine ey kâfir derse, bu söz mutlaka ikisinden birine döner. » 461 buyurmuştur. Bir diğer hadîste de, «Bir kimse - müslüman - kardeşini tekfir ederse, küfür (tekfir eden veya edilenden) birine döner.» 462 Hadiste belirtildiği gibi müslüman kardeşine kâfir diyen ya doğru söylemiştir veya yalan söylemiştir. Doğru söylemişse, tekfir ettiği şahıs kâfir olur. Eğer yalan söyîemişse müslüman olan kardeşini tekfir ettiğinden, küfür kendine döner ve kendisi kâfir olur.463
el-Buhârî (v. 256/870) ve Müslim'in (v. 261/875) rivayet ettikleri bir başka hadiste de «Kim bir insanı kâfir diye çağırır veya öyle olmadığı halde "Ey Allah düşmanı" derse, bu sözü (küfre nisbet etmesi) kendi aleyhine döner.»464 Yani kendisi kâfir olur.
Her ne kadar bu hadisler müslümanı tekfir edenin kâfir olacağını belirtiyorsa da kelâmcılar zikrettiğimiz hadislerin âhâd oldukları için mütevatir haberler gibi kesinlik ifade etmediklerini ileri sürmüşler, bu sebeple bu hadîslerin, kişileri tekfir edenin tekfir edilmesinde delil olarak kullanılamayacağı görüşünü benimsemişlerdir.
Yukarıdaki hükümler, taklid ve taassupla, herhangi bir ictihâd ve te'vile dayanmaksızın müslümanı tekfir eden içindir. Herhangi bir kasıt olmaksızın ictihâd ederek, arkadaşının Hz. Peygamberi yalanladığını söyleyerek bir müslümanı tekfir etmek küfür değil hatadır.465
Aralarındaki bir geçimsizlik ve anlaşmazlık sebebiyle karı - kocadan biri diğerine kâfir dese çoğunluğa göre'kâfir olmaz, karı da kocasından aynlmaz.466 Bu tip meselelerde tercih edilen görüş : «Kızgınlık, hırçınlık, sövme gibi sebeplerle eşlerden biri diğerine kâfir demişse kâfir olmaz.» şeklindedir. Çünkü ğa-dab halindeki şahsın psikolojik durumu, bu sözü mantığı ile düşünerek söylemediğinin bir delilidir. Yani deli ve sarhoş gibidir. Ayrıca kalben de eşinin kâfir olduğuna inanmamaktadır. Eğer aklı başında iken eşinin kâfir olduğuna inanır ve bu inancını dile getirirse hanefî fetva kitaplarından ez-Zâhîriyye'de belirtildiği gibi kendisi kâfir olur.467
Yukarıki misalde olduğu gibi bir kimse çocuğuna *ey kâfir oğlu» «ey mecûsî oğlu» v.b. gibi sözler söylese bir kısım âlime göre kâfir olursa da, 468 çoğunluk kâfir olmadığı görüşündedir. Tercih edilen görüş de budur". 469 Çünkü bunu söyleyen düşünmeden, ağzma geldiği gibi söylemiş, bu sözün sonucunu düşün-memiştir. 470
6. Küfrü Gerektiren Çeşitli Sözker
a) Zarûrât-ı diniyeden küfre girdiğini söylediğimiz inançları dil ile kasten söylemek de küfürdür. Meselâ «günde beş vakit namaz farz değildir» gibi bir söz zarûrât-ı dîniyeden olduğu kesinlikle bilinen bir esası dille inkârdır.
Fetva kitaplarında şöyle denilmiştir: «Bir kimseye namaz kıl denilse, o da "namaz bana farz değildir, onun için kılmıyorum" dese kâfir olur. Fakat "namazımı daha önce kıldığım için kılmıyorum" mânâsını kastetmişse, "sen emrettiğin için kılmıyorum. Çünkü namazı bana senden daha hayırlı olan emretti" derse veya "Namazın farz oluşunu kabulleniyorum. Fakat suçlu ve fâsık (günahkâr) olarak kılmıyorum." derse kâfir olmaz.» 471
b) Fürûa ait meselelerde bile olsa, Hz. Peygamberi yalanlama söz konusu olursa bu küfür olmaktadır. Meselâ birisi çıkıp «Allah Teâlâ'nm hac için ziyaret edilmesini emrettiği ev Kâ'be değildir.* derse, te-vatüren sabit fer'î bir meselede Peygamber Efendimizi yalanladığı için tekfir edilir. 472
c) Haram olan şeyin helâl, helâl olan şeyin haram olduğuna inanmaniîı küfre girip girmediğini daha önce işlemiştik. İşto bu konuda da küfre giren inancın dille ikrarı küfürdür. Fakat bir kimse ticarî eşyayi revaçta göstermek için veya bilgisizliği sebebiyle harama helâl derse kâfir olmaz.473
d) Kumar oynarken, zina yaparken, şarap içmeğe başlarken, helâl olduğuna niyet ederek «bismillah» demek de küfür sayılmıştır.474 Yine fetva kitaplarında -haram olan bir şeyi yedikten sonra «elhamdülillah» diyen, haramı hatırlayarak derse kâfir olur. Haramı hatırlamak s izm derse kâfir olmaz" 475denilmiştir. 476
Netice
Daha önce de açıkladığımız gibi, İslâm hukukçu-lan eserlerinde küfrü mucip sözlerden uzun uzadıya bahsederler. Teferruata da fazlaca dalarak, derli toplu bilgi vermekten uzaklaşırlar. Elfâz-ı küfür risaleleri de aynı özelliği taşırlar. Küfür sözlerine dair fetvaları içine alan bu risaleler, Besûlüllahı tekzib özel-. ligi taşımadığı halde kişiyi bir takım yanlış anlamalar neticesi tekfir eden, sert ve yersiz fetvaları da bünyesinde barındırmaktadır. Üstelik bu fetvalar âyet ve hadîslerle de delillendirilememiştir.477
Genellikle hanefî fetva kitaplarını inceleyerek ortaya koyduğumuz bu görüşlerde göze çarpan hususlardan biriside hanefîlerin, küfre girdiğini söyledikleri lâfızlarda kişinin niyetini göz önünde bulundurmamaları ve zahire göre hükmederek, iç yüzlerinin muhasebesini yapmamalarıdır. Halbuki imanda asi-olan kalbin tasdikidir. Kalben inandığı halde, boş bulunarak küfre girdiği belirtilen bir sözü söyleyenin niyetinin bu olup olmadığına bakmaksızın kâfir olduğunu söylemek güçtür. Aslında hanefi âlimlerinin bazı fetvaları dikkatle incelenirse onların bir kısım fetvalarında niyete bağlı kaldıkları görülür. Durum böyle olmakla beraber; seb, hakaret, alay kastedilen sözlerde niyet aramak ise abestir. 478
C- Küfrü Gerektiren Fiiller
1. Büyük Günah İşleyen Kimsenîn Durumu
Büyük günah işleyen kimselerin durumları hakkındaki bid'at mezheplerinin görüşlerini, ehl-i bid'at-ta tekfir başlığı altında incelemiştik. Burada da kalbinde imanı bulunduğu, diliyle de kalbindeki imanını ikrar ettiği halde büyük günah işleyen kimsenin ehl-i sünnete göre küfre girip girmediğini inceleyeceğiz. Bu konuda iki görüş vardır. Birincisi el-Hasan el-Basrf-nin (v. 110/728) görüşü olup, hüyük günah işleyenin münafık olduğu şeklindedir. İkincisi ise selefin, ha-dîsçilerin ve ehl-i sünnet kelâmcüannın tercih ettiği, büyük günah işleyenin kâfir olmadığı şeklindeki görüştür. Şimdi bu görüşleri inceleyelim. 479
a) el-Hasan el-Basrî'ye göre:
Büyük günah işleyen kimse münafıktır.480 Tabiînden olan bu zât, el-Cürcâni'nin (v. 816/1413) de dediği gibi münafığın özelliklerinden bahseden hadîslere dayanmıştır'.481 Bu hadislerin ilkinde Resûlüllah, münafığın, konuştuğunda yalan söylemesi, vadetti-ğinde yerine getirmemesi, emanet edildiğinde hıyanet etmesi gibi üç özelliğinin bulunduğunu482 ikincisinde de bu üçe ilâveten, hasımlaştığmda insafsız olmak gibi dört özelliği olduğunu 483söylemiştir.
Büyük günah işleyene münafık denilmesi doğru değildir. Çünkü münafık küfrünü gizleyendir. Halbuki mürtekib-i kebîre küfrünü gizlememiş, bâtıla da inanmamıştır. 484Bu sebeple el-Hasan el-Basrfnin görüşünde bahsettiği münafık, imanı olgunlaşmamış mü'min diye- te'vil edilmiş, ehl-i sünnet görüşüyle uz-laştınlmaya çalışılmıştır. Ayrıca onun bu fikrinden vazgeçtiğine dair rivayetler vardır. 485
b) Ehl-i sünnete göre:
îmanı kalbin tasdiki, veya kalbin tasdiki ile beraber dilin ikrarı, yahut da kalbin tasdiki, dilin ikrarı ile birlikte bir takım vecibeleri işlemektir diye tarif eden ehl-i sünnet, büyük günah işleyen kimsenin kendisinde bulunan imanı sebebiyle mü'min olduğunu söylemiştir. Ehl-i sünnet böyle bir kimsenin fâsık olduğunu, fakat fısk mertebesinin iman üe küfür arasında üçüncü bir mertebe kabul edilemeyeceğini ileri sürer. Çünkü fâsık iman ile küfür arasında bir mertebede kabul edilecek olursa, onun mü'min veya kâfir olmaması, dolayısıyla fâsıkta iman ve küfrün bulunmaması gibi çelişkili bir durum ortaya çıkar. Zira bir şey ya vardır veya yoktur. Üçüncü bir durumda bulunması imkânsız olur.
Büyük günah işleyen kimse, kendisinde bulunan imanı sebebiyle mü'min, işlediği büyük günah ve fışkı sebebiylede fâsıktır. Dil bilginleri, dövene «dârib», öldürene «katil», inkâr edene «kâfir», büyük günah işleyene «fâsık», tasdik edene «musaddık» dedikleri gibi, iman edene «mü'min- demekte ittifak etmişlerdir.486
Sâhib-i kebîreye kâfir denemez. Çünkü fısk imanın zıttı değildir. Zira iki ayrı şeyin bribirine zıt olması için bir mahalde bulunmaları gerekir. Halbuki ameller, dış organlarda, iman da kalbte bulunur. Bu durumda dış organlarda meydana gelen amellerin, kalbteki imanı yok etmesi düşünülemez. Öyleyse iman ile küfür cinsinden olmayan büyük günahların birbirine zıt olmadığı da bir gerçektir.487
Ayrıca dilcilere göre iki farklı özelliğin bir kişide bulunması mümkündür. Bu kaideye göre birbirinden farklı olan mü'min ve günahkar olma özelliği bir kişide bulunabilir. Dolayısıyla büyük günah işleyen kimse mü'min diye vasıflanır.488
Büyük günah işleyen kimse, yaptığın} helâl görerek, hafife alarak alay ederek yapmazsa dünyada rid-detine hükmedilemez. Mü'minler gibi kendisine ganimetten pay ayrılır, cenaze namazı kılınır, müslüman mezarlığına gömülür'.489 Âhirette* de Allah dilerse işlediği büyük günahı rahmet ve fazileti ile affeder. Yahut işlediği günah miktarı cezalandırır. Fakat kalbinde imanı bulunduğu için neticede cennete girdirir.490
Büyük günah işleyenin durumu hakkında yukarıdaki açıklamaları yapan ehl-i sünnet kelâmcıları, büyük günah işleyenin mü'min olduğuna, şirk ve küfür dışındaki büyük günahlarla imanın aynı kişide bulunabileceğine Kur'ân'dan da delil getirmişlerdir. 491Bu âyetleri şöyle sıralayabiliriz:
«Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı.» 492 Bu âyet-i kerimede adam öldürme,
iman ile beraber zikredilmiş, büyük günah imanı iptal etmemiştir.
«Eğer mü'minlerden iki zümre birbiriyle döğüşür-lerse aralarını (bulup) barıştırın.» 493 Bu âyette de birbirleriyle savaşan kimselerin mü'min olarak nitelendikleri görülmektedir.
«Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dostlar edinmeyin.» 494 Bu âyette Allah düşmanlarını dost edinenlere mü'min denmiştir.
«Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz.»495 Bu âyet ile Allah Teâlâ mü'minleri azarla-mıştır. Azarlama ise en büyük ceza va'didir. Böyle olmakla beraber onların imanlarını gidermemiştir.496
«Ey iman edenler, hâlis bir tevbe ile Allah'a dönûn."497 Bilindiği gibi tevbe büyük günahlar için de yapılır. Bu âyetle mü'minlerin günah işledikleri, işlenen günah ile de yine mü'min olarak vasıflandıkları görülmektedir.
İşlenen büyük günahın kişiyi im"an dairesinden çıkarmadığına dair hadisler de vardır. Bu hadîslerin en meşhuru Ebû Zerr el-Ğıfâri'den (v. 32/652) rivayet edilmiştir. Bu hadîse göre Resûl-i Ekrem -.
«Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed onun elçisidir, diyen ve bu sözü üzerine ölen hiç bir kimse yoktur ki, cennete girmemiş olsun.» buyurmuş, buna karşılık Ebû Zerr:
— Zina yapsa, hırsızlık etmiş de olsa? diye sormuş.
Resûlüllah da:
— Evet, zina yapmış, hırsızlık etmiş bile olsa, şeklinde cevap vermiştir.
Ebû Zerr yaratılışına uymayan bir cevapla karşılaşınca, üç defa soruyu tekrarlamış, her seferinde aynı cevabı almıştır. Sonuncusunda, ise Peygamber
Efendimiz:
— Ebû Zerr bu durumdan hoşlanmamış olsa bile cennete girer,498 buyurarak zina ve hırsızlık gibi büyük günahların iman ile beraber bulunabileceğini açıklamıştır. Ayrıca kalbinde imanı bulunanlarla, ke~ lime-i tevhidi diliyle söyleyenlerin cennete gireceğine dair rivayetler ehl-i sünnetin, büyük günah işleyenin mü'min olduğu şeklindeki görüşünü desteklemektedir. Görüldüğü gibi ehl-i sünnet görüşü âyet ve hadislerin ruhunda mevcut olan İsiâmi hoşgörüyü aksettirmektedir.
Ehl-i sünnet kelâmcıları büyük günah işleyenin mü'min olduğunda icmâ bulunduğunu söyleyerek, Asr-ı Saadetten günümüze kadar, Kâbeye yönelen kimselerin ölenlerinden, büyük günah işleyenlerin tevbe etmeden ölseler dahi cenaze namazlarının kılınmakta olduğunu, aynca kendileri için dua ve mağfiret dileğinde bulunulduğunu belirtmişlerdir. Çünkü böyle bir hareketin ancak mü'minler için caiz olduğunda müslümanlann ittifakı vardır. Öyleyse büyük günah işleyen kimselerin mü'min oldukları icmâ ile de sabittir.499
Görüldüğü gibi ehl-i sünnet, işlediği büyük günah sebebiyle kişiyi tekfir etmemekte, dünya hükümlerinde müslûman kabul etmektedir. Âhirette de kalbindeki imanı sebebiyle neticede cennete gireceğini Söylemektedir.500
c) Namazı terkedenin durumu :
Namazın farziyyetini inkâr ederek veya namaz kılmamanın günah olmadığını söyleyerek namazı terkedenin kâfir olduğunda mezhepler arasında bir ihtilâf yoktur. İhtilâf namazın farziyyetini kabul edip de tembellik vb. gibi sebeplerle namaz kılmayan kişinin mü'min veya kâfir olmasındadır.-Ehl-i sünnet kelâm-cıları bu konuda ibadetler arasında bir ayırım yapmazlar. Farz olan bir şeyi terketmek durumunda terk fiilini helâl görme söz konusu değilse ve namazı terkedenin kalbinde imanı, dilinde de ikrarı mevcutsa böyle bir kişi kâfir olmaz. Yani ehl-i sünnet kelâmcı-larma göre, kalbinde imanı bulunan ve imanını diliyle ikrar eden kimse, namazın farz oluşunu kabul ederek namazı terkediyorsa kâfir değil, mü'mindir. Fakat farz olan bir şeyi terkederek büyük günah işlediğinden, günahkâr olur ve cezayı hak eder. Görüldüğü gibi ehl-i sünnet kelâmcıları namazı terkedenin durumunu ayrı bir değerlendirmeye tabi tutmamış, imanın muhtevasına dair ileri sürdükleri görüşleri çerçevesinde değerlendirmişlerdir.
Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) ve tabileri ise tembellik sebebiyle bile olsa özürsüz namazı terkedenin kâfir olduğunu söylemişlerdirn 501 Ahmed b. Hanbel ve ona tabi olan hanbelüer, nakle mutlak bağlılıkları sekebiyle namaz kılmayanı tekfir ederlerken Peygamber Efendimizin şu hadîsine dayanırlar: «Kim kas-den namazı terkederse kâfir olur.»502 Dinde naklin ve akim yeri konusundaki görüşleri sebebiyle hanbelî-ler, hakkında nakli delil bulunan bir meselede akla değer vermezler, nakli delil ile amel ederler. Namaz dışındaki ibadetleri terkedenin kâfir olduğuna dair bir nassa rastlamadıkları için, oruç, zekât, hac gibi farzları mazeretsiz terkedenin kâfir olmadığını söylemişlerdir. Fakat namazı terkedenin kâfir olduğuna dair hadis bulunduğundan, hadîs ile amel etmişler, namaz kılmayanı kâfir saymışlardır.
Namaz kılmayan kimseye uygulanacak hükümlere gelince; Ahmed b. Hanbel ve tâbüerine göre, üç gün namaz kılmaya davet edilir. Kılarsa affedilir, kılmazsa öldürülür".503 Hanbelîlere göre namazı terkedenin öldürülmesi kâfir olduğu içindir.
İmam Mâlik (v. 179/795): 504 ve eş-Şâfi'î (v. 204/ 819): 505ye göre, namaz kılmayan kişiye namaz kılması emrolunur. Kılmazsa kâfir olduğu için değil hadden (şer'i ceza olarak) öldürülür. Böyle bir kimse kâfir olmadığı için cenaze namazı kılınır.
İmam Ebû Hanife'ye (v. 150/767) göre namazı terkeden kâfir olmaz. Namaz kılmadığı için de öldürülmez. Fakat namaz kılmcaya kadar hapsedilerek uygun telkinat ve cezalarla te'dîb edilir ve namaz kılması sağlanır.506
Hanefî fıkıhçüarı kasden abdestsiz namaz kılanı dinle alay ettiği için tekfir ederler.507 Dinle alay söz konusu olmazsa böyle bir fikre varmak yukarıda açıkladığımız gibi mümkün olmamaktadır.
Ayrıca kasden kıble dışında bir yere yönelerek namaz kılanın da küfrüne hükmedilir.508 Çünkü müs-lümanlar için kıblenin Kâ'be oluşu tevatüren sabittir. Mezkur harekette tevatüren sabit bir şeyi kabullenmeme (inkâr) vardır. 509
2. Küfre Alâmet Sayılan Davranışlar
Kelâmcüar ve İslâm hukukçuları insanların bazı hareket, kıyafet ve davranışlarını küfre alâmet saymışlardır. Bu fiillerin bir kısmı zamanın müslüman olmayan, hıristiyan, yahûdî, mecûsi, brahmanist, putperest toplumlarına benzemek kasdıyla yapılan hareket ve davranışlar olmaktadır. Peygamber Efendimiz, «Kim bir topluluğa (düşüncesi, giyimi, hareket v.s. ile) benzerse onlardandır.» 510 «Müşriklere benzeme-yin, bıyıklan kısaltın, sakalları uzatın.»323buyurmak-tadır. Bu ve benzeri hadîslerin ışığı altında hareket eden kelâmcılar ve fıkıhçılar bir takım davranışları iüfre alâmet kabul etmişler ve zamanlarında bu konuda bir icmâm meydana geldiğini söylemişlerdir. Genellikle küfre alâmet sayılan hareketleri şu şekilde sıralamak mümkündür. 511
a) Puta tapmak:
Kur'an âyetlerinde de belirtildiği gibi 512puta tapmak Allaha eş koşmak demektir. Bu sebeple puta tapmak küfürdür. Bu âyetlerin ikisinde:- «Nihayet elçilerimiz canlarını almak üzere onlara geldikleri zaman şöyle diyecekler: "Allah'ı bırakıp da tapındığınız putlar nerede?" Onlar şöyle cevap verecekler: "O putlar bizi bırakıp kayboldular." Onlar kendi aleyhlerine kâfir olduklarına şahitlik edeceklerdir.»', 513 «Onlar Allanın yolundan saptırmak için Allaha eşler uydurdular. De ki: "Eğlenip keyfinize bakın. Çünkü gidişiniz muhakkak ateştir."» 514 buyurulmuş, puta tapmak şirk sayılmıştır. İslâm bilginleri de eserlerinde puta tapmanın küfre alâmet olduğunu belirtmişlerdir".515 Güneşe, aya, yıldızlara, ateşe secd etmek, tapmak da küfürdür 516Çünkü Allah'tan başkasına tapmak küfür alâmetidir.
b) Peygamberlerden birini öldürmek de küfür alâmeti olarak kabul edilmiştir''. 517
c) Mushafı pisliğe atmak:
Mushafı pisliğe atmak da küfür alâmetlerinden biri sayılmıştır. 518 Hatta bu konuda titiz hareket eden el-Heytemî'ye (v. 974/1566) göre üzerinde Kur'an'dan bir şey, AUahın, .peygamberlerden ve meleklerden birinin ismi yazılı kâğıdı pisliğe atmak da aynı hükme tâbi tutulmuştur.519 Tabiiki atma kasden ve bilerek olursa küfür olmaktadır. Çünkü bu durumda kâğıdın üzerindeki şeyi inkâr söz konusudur.
d) Hanefî fikıhçılan def ve ney gibi müzik âletlerini çalarak Kur'an okuyanın kâfir olacağı fikrindedirler.520 Bu harekette Kur'ân-ı Kerim'i hafife alına ve onunla alay söz konusudur.
e) Gayr-ı müslimlerin tapınaklarına (kilise, havra, katedral vb. gibi) ibadet kasdıyla gitmek, buralardaki ibadetin başka yerlerdeki ibadetten daha faziletli olduğuna inanmak dinden çıkmaktır.521 Fakat yukarıdaki yerlere ibadet kasdı olmaksızın, mahiyetleri ve işleyişleri hakkında bilgi edinmek için gitmekte bir sakınca yoktur.522
f) İbadet kasdıyla herhangi bir şahsa secde etmek de küfür alameti sayılmıştır'523. Fakat bir kimse tapınma kasdı olmadan hürmet için bir büyük karşısında eğilse, yeri öpse veya öpmeye yeltense tekfir olunamaz. 524
g) Haç takınmak:
Salîb diye de bilinen bu alâmet hıristiy anların ta^ kındıkları madalyondur. Hıristiyanların iddiasına göre Hz. 'isa'nın çarmıha gerilmiş şeklinin remzidir ve kutsaldır. Âlimler haç takınmanın küfür alâmeti olduğunda hemfikirdirler.525 Günümüzde de böyle bir madalyonu ancak hıristiyanlar takmakta, haç onların mümeyyiz vasfı olmaktadır. Ancak ta'zîm ve hürmet kasdı olmaksızın, bilmeyerek takınmanın küfür olduğunu söylemek güçtür.526
h} Ğiyâr:
Zimmüerin omuzlarına attıkları alâmet yahut kumaş parçasıdır ki, elbiselerinin renginden başka bir renkte olurdu ve bununla müslümanîardan ayrılırlardı. Ğıyârm rengi her bölge ve toplulukta değişik olmakla beraber, genellikle hıristiyanlar için ir*avı, yahûdîler için sarı, mecûsîler için kırmızı veya siyah olurdu. 527Cıyâr da âlimler tarafından küfür alâmeti sayılmıştır. el-Cürcâni'nin (v. 816/1413) de söylediği gibi ister ğıyâr olsun ister az. sonra açıklayacağımız zünnâr veya başka bir alâmet olsun, bunları takınmak, giyinmek, kuşanmak, gayr-ı müslimlere ta'zim niyet ve kasdıyla olursa küfür olmaktadır. Böyle bir kasıt olmadığı, hakiki inancının da İslama zıtlık teşkil etmediği anlaşılırsa bu kişi tekfir edilemez. 528
i) Zünnâr:
Gıyâr ile eş anlamlı olarak da kullanılan 529 zünnâr, hiristiyan ve mecüsüerin küfür alâmetleri olan bir çeşit kuşaktır. İpekten yapılmış olan bu kuşak ge nellikle elbise içinde kuşanılır. Mezkûr toplulukların parmak kalınlığında olan ve elbise dışından kuşandıkları kemere de küstic denilir.530 Bu alâmetleri kuşanmak da kişiyi tekfire sebep olmaktadır.531 Yahudilerin giyindiği hırkaya ise 'aseli denilir. Bu hırka bal renginde olduğu için bu ismi almıştır. Yahudilerin ayırıcı özelliğidir. 532'Aseli giymek de küfre alâmet sayılmıştır. 533
j) Kalensüvetul - mecûs (mecûsî şapkası) :
Mecûsîlerin mümeyyiz vasfı olan şapkalarını onlara benzemek kasdıyla giymek de küfür sayılmıştır.534
Yukarıda saymış olduğumuz alâmetler her asırda ve bölgede değişiklik gösterebilir. 535Bu fiilleri imlemenin küfür oluşu da icmâ ile sabittir. Yani o devir müctehidleri, mezkûr alâmetlerin, Allah nezdin-de yegâne hak din olan İslâm dininin dışındaki dinleri benimsemiş kişilerin özel kıyafetleri mânâsında-ki küfür alâmetleri olduğunda fikir birliğine varmışlardır. Dolayısıyla her devrin küfür alâmeti değişik olmaktadır. Belli bir zamanda küfür alâmeti olan şey, belki kısa zaman sonra küfür alâmeti olma özelliğini kaybedebilmektedir. Müslümanlar arasında yaygınlaşıp çoğalması sebebiyle bu alâmet müslümanların özelliği haline gelmektedir. Bunun en açık misâli şapkada gösterilebilir. Belli bir döneme kadar şapka, küfür alâmeti sayılırken, 536 şu anda böyle bir kanaata sahip olmak güçtür. Çünkü şapka müslümanlar arasında o derece çoğaldı ki, müşlümanın alâmeti haline geldi. Ayrıca gayr-ı müslimlere nisbetle müslümanlar şapkayı daha çok kullanır oldular.
Müslümanların ve gayr-ı müslimlerin giyim, kuşama dair bu ve benzeri alâmetleri değişiklik arzedin-ce, bu alâmetleri giyinip, kuşananlara verilecek hükümler de değişmektedir. Yani küfür alâmeti değişince hüküm de değişmektedir 537. Üstelik bir takım zaruretler ve ihtiyaçlar karşısında, zamanında küfür alâmeti kabul edilen şeyi giyinen, takan ve kuşananın kâfir olmadığına, kendisine ruhsat verildiğine dair fetvalar da mevcuttur. Bu fetvalardan birinde, gayr-ı müslimlerin alâmetini giyinenin, onlara benzeme kas-dı olmaksızın, soğuk vb. gibi sebeplerle bu işi yaparsa kâfir olmayacağı belirtilmiştir'. 538 Bir diğer fetvada da, harp hilesi, casusluk, 539 müslûman esirleri kur~! Tarmalc 540 için zünnâr kuşananın kafir olmayacağı söylenmiştir. Hatta bir fetvada «mecûsiden alman bir inek, eski sahibinin şapkasına alıştığı için süt vermiyorsa, müslûman olan sahibi mecûsi şapkasını giyer ve ineğin süt vermesini temin eder.» 541 denilmiştir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, küfür alâmetlerinin çağlara göre farklılık arzetmesi sebebiyle, eskiden küfür sayılan bir husus bugün küfür olmayabilir. Onun için kendi çağları içinde geçerli olması gereken geçmiş fetvalara veya şahsî kanaatlara dayanarak bir müslümam tekfir etmek yersiz ve ağır bir davranıştır. 542
k) Sihir:
Sihri öğrenip, öğretmenin, sihir yapmanın haram oluşunda mezhepler arasında ihtilâf yoktur. Yine bütün mezhepler sihrin mübahlığına inanmanın küfür olduğunda müttefiktirler. Fakat sihrin haram olduğuna inanmakla beraber, sihir yapan kimsenin kâfir olup olmadığında ihtilâf vardır.
1-Birinci görüşe göre sihirbaz kâfirdir. İmam Ebû Hanife (v. 150/767) ve tabileri, 543 İmam Mâlik (v.179/795)544Ahmed b. Hanbel (v. 241/855} ve tabileri 545" bu görüştedir. Bu gruba göre, sihirbaz sihrin haramlıgına inansada inanmasa da tekfir olunur. Sihirbaz; «Sihirbazın cezası kılıçla öldürülmedir.» 546 anlamındaki merfû hadîse istinaden öldürülür. 547. Ebû Hanife 548ve İmam Malik'e 549 göre, sihirbaz müslûman olsun, zimmî olsun, hür yahut köle olsun tevbeye çağ-nlmaksızın öldürülür. Hanefüere göre sihirbaz kadın öldürülmez. Çünkü o irtidat etmiş bir kadındır. İrti-dat eden kadın (mürtedde) ise öldürülmez, hapsedilir ve uygun bir tarzda dövülür'550.
2- İmam eş-Şâfi'î'ye (v. 204/819) göre, kendisinde güneşe tapmak vb. gibi küfrü gerektirecek bir inanç, söz ve fiil bulunmayan sihir küfür değildir. Sadece haramdır. 551 Şâfi'i fa kinlerinden el-Mâverdi (v. 450/1058) de sihrin kişiyi tekfir için bir sebep olmadığım, onun için sihirbazın öldürülmeyeceğini savunur. Ona göre, sihirbaz küfrü gerektiren bir şeyi itiraf ederse, sihri sebebiyle değil inancı sebebiyle kâfir olur ve öldürülür.552
İmam el-Mâturidî (v. 333/944) de mutlak mânâda sihir yapmanın küfre girdiğini söylemenin hatalı bir davranış olduğu kanaatındadır". 553 Bu sebeple kelâmla meşgul olan hanefi alimleri meseleye şu şekilde açıklık kazandırırlar: Eğer yapılan sihirde imanın şartlarından birini veya bir kısmını reddetmeyi gerektiren bir husus söz konusu ise sihir küfürdür. Eğer reddi gerektiren bir durum yoksa sihir küfür değildir, günahtır. Meselâ bir kimsenin ölümüne, yahut hasta olmasına veya karı - koca arasını açmaya sebep olacak şekilde sihir yapar, fakat imanın şartlarından birini inkâr durumu söz konusu olmazsa, bu tip sihir yapan kimse kâfir olmaz. Ancak yeryüzünde bozgunculuk yapan fâsık bir kişi olur. Böyleleri, toplumda kötülükleri ile fesad çıkarmasınlar diye siyaseten öldürülür. 554 Öldürme sebebi küfür değil, bozgunculuktur.
Hanefüere göre kâhin, kendisinin meydana gelmesini istediği şeyi, şeytanların yaptığına inanırsa kâfir olur. İmam eş-Şâfi'i'ye göre de küfrü gerektiren bir şeye inanırsa kâfirdir. 555 Ahmed b. Hanbel'den bu konuda iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre tev-be etmezse öldürülür. İkinci rivayet ise kâhinin hükmü suç itibarıyla sihirbazdan daha hafif olduğundan öldürülmez şeklindedir. İkinci görüşü tercih eden İbn Kudâme Cv. 620/1223), kâhini öldürmemek gerektiğini, tevbe edinceye kadar hapsedilmesinin uygun ola: cağını zikreder". 556
D- Tekfir Edilebilecek Fırkalar
1. Eski Bid'ât Mezheplerinin Durumu
a) HavâriCi
Sıffin savaşındaki hakem olayından sonra, Hz. 'Ali'ye (v. 40/661) isyan ederek ondan ayrılan ve 'Abdullah b. Vehb er-Râsibî'ye (v. 38/658) bey'at eden, onu imam tanıyan bu topluluk, bilindiği gibi İslâm tarihinde tekfir mekanizmasını ilk işleten mezhep olmuştur. Hâriciler başta Hz. 'Osman (v. 35/656) ve 'Ali olmak üzere sahabenin ileri gelen şahsiyetlerini tekfir etmişlerdir. Bu sebeple kelâmcılardan bir grup âyet ve hadîslerde Allanın ve peygamberin övgüsüne mazhar olmuş hatta hayatlarında iken cennetle müjdelenme şerefine erişmiş kişileri kâfir saydıkları için haricilerin küfre düştüklerini, çünkü sahabeyi tekfirin Allah Resulünü yalanlamak olduğunu söylemişlerdir. 557 Bu kısa girişten sonra Havâric'in kollarını incelemeye geçebiliriz.
1- Hz. 'Alî'ye isyan eden ilk hâricilerin oluşturduğu Muhakktme-i Ûlâ Hz. 'AH başta olmak üzere pek çok sahabeyi tekfir eder. 558 Bu âyet ve hadislerde 559 övülen, mü'min oldukları kesinlikle bilinen şahısların kâfir sayılması demektir ki bu tip bir hareket küfre girmektedir.
2- Ezârika: Nâfi* Îbnu'l-Ezrak'a (v. 65/685) tabi olan bu grup, Hz. 'Osman, 'Alî, Talha (v. 36/656), Zübeyr (v. 36/656) gibi cennetle müjdelenen sahâbi-lerle, ir.ü'minlerm annesi Hz. 'Âişe (v. 58/678) ve Re-sûlüllahm amcazadesi 'Abdullah b. 'Abbâs'ın Cv. 68/ 687) kâfir olduğunu söylemiştir. 560 Biraz önce açıkladığımız gibi sahabeyi veya mü'min bir kişiyi tekfir, kişiyi küfre düşürmektedir. Ayrıca Ezârika Kur'an'da zikredilmediği için evli erkek zina yaptığında kendine recin, (taşlanarak öldürme) cezasının uygulanmaması görüşündedir. 561 Kadî 'Iyad (v. 544/1149) bu görüşlerinden dolayı onların kâfir olduklarını kaydeder.562
3- Acâride: Bu grup Yûsuf sûresinin Kur'ân'-dan olmadığı iddiasındadır. Onlara göre Yûsuf sûresi bir hikâyedir. Kur'an'da böyle bir aşk hikâyesinin bulunması caiz değildir.563 Bu görüşleriyle Kur'an'dan oluşu mütevatiren sabit bir tam sûreyi inkâr ettiklerinden 'Acâride küfre düşmüştür. 'Acâride'nin Mey-mûniye kolu da bir kimsenin erkek ve kız çocuklarının kızları (kız torunlarıyla), ile kız ve erkek kardeşlerinin kız torunları ile evlenmesini caiz görerek «Allah Teâlâ kişinin kendi kızlarıyla, kız ve erkek kardeşinin kızlarıyla evlenmesini haram kıldı. Yoksa torunlarla evlenmeyi değil.» derler. 564 Bu görüşlerinden dolayı Meymûniye tekfir edilmiştir'. 565 Çünkü Kur'an'da kişiye evlenmesi yasak olanların sayıldığı en-Ni-sâ' sûresi 23. âyetini müfessirler; «kızlarınız» ifadesiyle kişinin kendi kızlarının, oğul ve kız çocuklarınızın kızları olan torunlarınız...; -erkek kardeşinizin kızları» sözüyle; erkek kardeşlerin kızları, torunları... olan
yeğenleriniz; «kız kardeşlerinizin kızları» ifadesiyle de, kız kardeşlerin kızları, torunları... olan yeğenleriniz, diye tefsir etmişler, yasaklamanın, sayılanların füruunu da içine aldığını söylemişlerdir. 566
4- îbâdiye'nin bir kolu olan Yezîdiye'ye göre, Allah, âhir zamanda acemlerden bir peygamber gönderecek ve gökten bir kitap indirecektir. Gönderilecek olan acem peygamberinin şeriatı, Hz. Muhammed (a.s.)'in şeriatım neshedecektir.567 Bu görüş Hz. Peygamberin, peygamberlerin sonuncusu olduğuna. £air tevatüren sabit olmuş bir esasi İnkâr demektir. Bu se-"beple Yezidiye tekfir edilmiştir.568
5- Sufriyye fırkası da sahabeyi tekfir eder569. Bu sebeple onlar da küfre düşmüşlerdir.
Kelâma ve mezhepler tarihçisi 'Abdulkâhir el-Bağdâdî (v. 429/1038) hâricilerin durumundan bahsederken, Yezidiye ve Meymûniye'nin mürtedlerden sayılması gerektiğini, bunlar dışında kalan hârici fırkalarının gizli kâfir (münafık) olmaları hasebiyle müslümanlara saldırmadıkları müddetçe, kendileriyle savaşüaimyacağuu söyler.570 Kanaatımızca sahabeyi ve mü'min olduğu kesinlikle bilinen bir müslümam tekfir eden, mütevatiren sabit esasları inkâra yönelen haricî grup ve fertleri küfre düşmüşlerdir. Bu özellikte olmayan bir kısım hâricileri tekfirden sakınmak gerekir. el-Gazzâlî'nin (v. 505/1111) de dediği gibi onların te'vüleri ictihâdmesabesindedir.571
b) Şî'a:
Şî'aya mensup grupların hangi inanç ve düşüncelerinden dolayı küfre girdiğini tesbit edebilmek veya farklı görüşlere sahip bu toplulukların tamamının kâfir olup olmadıklarını sıhhatli bir şekilde ortaya koyabilmek için sınıflandırılmasında fayda vardır.
1- Ğulât-i Şî'â: Dahg- önce de söylediğimiz gibi, teşbih, hulul, tenasüh, ibâha, bedâ ve rec'at gibi inançlara sahip olan bu topluluğun kâfir olduğunda İslâm âlimleri müttefiktir.572 Gali fırkaların en meşhuru ve tarih sahnesine ilk çıkanı Sebeiyye'dir. Se-beiyye, Hz. 'Ali'nin (v. 40/661) ilâh olduğunu söylediği, 573 tenasühe inanarak kıyameti inkâr ettiği 574 için tekfir edilmiştir.
Hâşimiyye'ye göre de ruhlar şahıstan şahıslara intikal eder. Dolayısıyla kıyameti inkâr eden bu mez-hepde 575 tekfir edilir.
Beyâniye, Allanın insan şeklinde olduğunu kabul ederek, Allahın ruhunun Hz. 'Alî ve oğullarına hulul ettiğini söylemiştir. Daha sonra da mezhebin kurucusu Beyân b. Sem'ân et-Temîmi'nin (v. 119/737) ilâhh-ğına inanmışlardır. 576 Bu grup da insanlara ilâhlık is-nad ettiği için tekfir edilmiştir.
Rizâmiye'ye mensup olanlar da Allahın insanlara hulul ettiğini söyledikleri için kâfir sayılmışlardır. 577
Kâmiliye, Hz. 'Ali'ye bey'at etmedikleri içiıı sahabeyi, hakkını aramadığı için Hz. 'Ali'yi tekfir eder. 578Sahabeyi tekfir ettiklerinden kâfir olmuşlardır.
Hz. Peygamberi kötüledikleri için Zemmiyye diye anılan topluluk. Hz. Peygamberi zemmettiklerinden ve Hz. 'Alî'nin ilâhlığını kabullendiklerinden kâfir sayılırlar.579
Muğiriyye de imamların ilâhlığma inandıkları, 580 bir takım haramları helâl saydıkları 581için küfre düşmüştür.
Mansûriyye de cennet ve cehennemi inkâr eder, haramları helâl sayar ve bir takım farzları iskât eder. Bu sebeple kâfir sayılırlar.582
Hattâbiye ise, önce imamların nebi, sonra da ilâh olduklarını söylemiş, Hz. el-Hasan (v. 50/670) ve el-Huseyn'iCv. 61/680) Allanın oğlu kabul etmişler, haramları işlemeyi ve farzları yapmamayı helâl saymışlardır. Bu saydığımız sebeplerden dolayı tekfir edilmişlerdir.583
Hişâmiyye de, Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. 'Ali'ye bey'at etmedikleri için sahabeyi tekfir etmektedir584. Sahabeyi tekfir ettiği ve Allanın insanlara benzediğini, onun da beş duyusu olduğunu... söylediği için tekfir edilmiş tir.585
Cehânıyye ise, kıyameti inkâr ettikleri, haramları helâl gördükleri, Hz. Âdem'i, diğer peygamberleri ve imamları ilâh kabul ettiklerinden kâfir,.,.^yılmiş-lardır.586
Ğurâbiye fırkasına göre Hz. 'Ali Hz. Peygambere karganın kargaya, sifieğin sineğe benzeyişinden daha çok benzediği için, Cebrail (a.s.) peygamberliği Hz. 'Ali'ye tevdi eîZîîesi gerekirken, bu benzeme sebebiyle yanlışlıkla Hz. Peygambere vermiştir. Bu görüşleriyle Hz. Peygamberin nübüvvetini inkâr ettiklerinden tekfir edilmişlerdir.587
Görüldüğü gibi Ğulât-ı Şî'a şu dört konuda küfre düşmektedir:
a) Allanın şahıslara hulul ettiğini söyleyerek, insanların ulûhiyyetine inanmak, yani Allaha şirk koşmak,
b) Resûl-i Ekrem'in peygamberliğini inkâr,
c) Haramları helâl kabul etme, 588
d) Başta râşit halifeler olmak üzere sahabeyi küfre nisbet etmek, 589
Saydığımız hususlarda küfre düşen ğulât-ı şîaya mürtedlerin hükmü uygulanır.590
2- Bâtıniyye (îsmâ'îliyye) : Şîadaki imamlar silsilesinin altıncısı olan Ca'fer es-Sâdık'ın (v. 148/ 765) ölümünden sonra imametin, büyük oğlu İsmail'in (v. 143/760) soyuna ait bir hak olduğunu söyleyerek İmâmiye'den ayrılan îsmâ'üiye, her zahirin bir bâtını olduğunu iddia ederek Kur*ân-ı Kerim'deki muhkem âyetleri te'vil etmişlerdir. Te'vil kaideleriy-3e bağdaşmayan te'vüleriyle farzları iskât etmişler, birtakım haramları da helâl saymışlardır. 591Haram oluşu tevatüren sabit bir esası olmayacağını söyledikleri için küfre düşmüşlerdir. Bâtınîlerin küfre düştüğü bir başka husus da iki ilâh tanımaları, 592 haşr, neşri, cennet ve cehennemin Kur'an'da belirtildiği şekildeki varlığını ve kıyameti inkâr etmeleridir.593
Bâtıniyyenin bid'at ve dalâletlerini, küfre düştüğü yerleri, bilgisiz kişileri nasıl aldattıklarını ortaya koymak için bir eser yazan el-Gazzâlî (v. 505/1111), onların Hz. Ebû Bekr Cv. 13/634) ve 'Ömer'i (v. 23/644) kâfir saymaları sebebiyle küfre düştüklerini söyler. Çünkü müslüman olduğu kesinlikle belli olan ve cennetle müjdelenen bir şahsı tekfir etmek küfürdür.594
Bâtıni olan bir şahıs imametin gerçekte ehl-i beytin hakkı olduğunu söyler, fakat bu hakkı Hz. 'Ali'den v.40/661) aldılar diye Hz. Ebû Bekr ve "Ömer'i tekfir etmezse, imamın hatadan korunmuş olduğunu iddia ederse, müslüman olan şahısların küfrüne inanmazsa kâfir olmaz. Sapık ve bid'atçı olduğu söylenir.595
Bu konuda eser yazan bir başka şahıs da Zeydiy-•ye fakihlerinden ed-Deylemî'dir (v. 711/1311). Beyâ-nu Mezhebi'l - Bâtmiyye ve Butlânihî adanı verdiği eserinde müellif, Bâtıniyyenin yirmi hususta küfre düştüğünü zikretmektedir. 596
el-Bağdâdİ Cv. 429/1037) bâtmi olan şahsa uygulanacak hükümde ihtilâf bulunduğunu kaydederek, İmam Mâlik'e Cv. 179/795) göre bâtını başlangıçta tevbe ederse, tevbesinin kabul edileceğini, bâtını ol-luğu anlaşıldıktan ve yakalandıktan sonra tevbe ederse tevbesinin kabul edilmeyeceğini söyler. 597Şâ-fi'îler arasında ise, bâtınîlerin ya mecûsîler gibi kabul edilip onlardan cizye alınmasını caiz gören, onlarla evlenmeyi ve kestiklerini yemeyi haram sayan; veya onların mürted olduğunu, tevbe etmezlerse öldürülmelerinin gerektiğini savunan iki görüş bulunduğunu zikreden el-Bağdâdî, ikinci görüşü tercih ettiğini söyler. 598
Hanelilere göre bâtınîlerin diğer mürtedlerden ayrıcalığı yoktur. Mürtede uygulanan hükümler ona da uygulanır.
3- İmâmiyye : İsnâ - 'aşeriyye İsmiyle de anılan İmâmiyye fırkasına mensup hiç bir kimse hulul ile hüküm vermemiş, yani Hz. 'Alî ve oğullarının ilâh-hğına hükmetmemiştir. Fakat bir kısmı Hz. 'Alî'ye bey'atı terkettiği için sahabeyi tekfir etmiştir. 599Sahabeyi tekfir etmeyen İmâmiye mensupları müslü-mandırlar. Onları tekfirden kaçınmak gerekir. Belki günahkâr ve bid'atçı olduklarına hükmedilebilir.600 Sahabeyi tekfir eden İmâmiyye mensubu ise kafir sayılır.
4- Zeydiyye : Zeyd b. 'Ali'ye Cv. 122/740) bağlı olan bu toplulukta da ğâlî fırkalardaki görüşlere rastlamak mümkün değildir. Zeyd b. 'Alî, sahabenin en faziletlisi Hz. 'Alî olmakla beraber, sahabe -maslahat gördüğü için hilâfeti Hz. Ebû Bekr'e verdiği kanaatmdadır".601 Onun yolunda yürüyen Zeydîler sahabeyi tekfîr etmemişlerdir. Ayrıca Galiye ve Batıniyye'de görüleri ve kişiyi küfre düşüren inançlara Zeydiye'de rastlanmaz. Bu sebeple zeydilerden sahabeyi tekfîr etmeyenler kâfir değildir. Sonradan Zeydiyye bünyesinde meydana gelen Cârûdiyye Hz. 'Alî'ye uymadıkları için sahabeyi tekfir eder.602 Süleymâniye de, Hz. Ebû Bekr ve 'Ömer'e bey'at edilmesinde hata olduğu, Hz. 'Osman'ın (v. 35/656) ise imameti Hz. 'Alî'den gasbettiği için küfre düştüğü görüşündedir.603Sahabeyi tekfîr ettiği için bu iki fırka tekfîr edilir. Butey-riyye ise Hz. 'Osman hakkında mutedil davranarak tevakkuf eder.604 Genel olarak, saydığımız iki grup hariç, sahabeyi tekfîr etmeyen zeydiler müslümandırlar".605
c) Mu'tezile:
Uzun süre ehl-i sünnet kel âmâlarının hedefi olan Mu'tezile, sünnî kelâm kitaplarındaki münakaşalara bakılarak tekfir edilemez. Bununla beraber Mu'tezilî gruplardan Hadesiyye"606 ve Hâbitıyye607 tenasüh inancını kabul ettiklerinden tekfîr edilirler.
el-Âmidî, (v. 631/1233) bid'atçı ve dalâlette olanları tekfîr yolunu tutanların Mu'tezile (Kaderiyye) 'yi genellikle şu sebeplerle tekfir ettiğini kaydeder:608
1- Peygamber Efendimizin ^Kaderivye bu ümmetin mecûsüeridir.» 609 hadîsi gereğince,
2- Allah'ın sıfatlarını inkâr ettikleri için,
3- Ümmetin icmâma muhalefet ederek, itikadı konularda zıt görüş açıkladıklarından,
4- Kur'ân'ln yaratılmış olduğunu söyledikleri için,
5- Ru'yetullahı inkâr ettikleri için.
Bu iddiaları ele alacak olursak;
a) Hz. Peygambere nisbet edilen «Kaderiyye bu ümmetin mecûsüeridir.» sözünü delillendirmek mümkün olmamıştır, uydurmadır. Ayrıca âhâd rivayet olduğu için itikâdî mevzularda delil olamayacağı ileri sürülmüş,"610hadisin sahih değil, zayıf olduğu söylenmiştir.611 Ayrıca bu hadis sahih bile olsa, Mu'tezile-nin küfrünü kesin olarak söylemeyi gerektirmez.612
b) Daha önce de zikrettiğimiz gibi Mu'tezile sı-fât-ı ma'neviyye denilen sıfatları, yani Allah'ın zâ-tıyla âlim, kadir, hay oluşunu inkâr etmiyor, sıfât-ı maâni dediğimiz zâtı üzerine zâid ilim, kudret, hayat sıfatlarım kabul etmemektedir. Bu ihtilâf ise, el-Eş'arî (v. 324/936) ile el-Bâkulânî (v. 403/1013) arasındaki Beka sıfatı mevzuundaki ihtilaftan farksızdır.
c) Mücerret mânâda ümmetin icmâma muÜale-fet küfür değildir. Böyle bir şey olsaydı, bir suyun aktığında ittifak eden ümmete akmadığını söylemek küfür olurdu.613
d) Kur'ân'ın mahlûk olduğunu söylemenin küfrü gerektirmediğini, halk-ı Kur'ân'ı söyleyenlerin kâfir olacağına dair hadîs diye rivayet edilen haberlerin aslı olmadığını daha önce zikretmiştik.
5- Mu'tezile âhirette Allah'ın gözlerle görülmesini inkâr etmekte bu konuda da «Onu gözler idrâk edemez.»614 mealindeki âyete dayanmaktadır. el-Eş'-ari'nin de dediği gibi, Mu'tezüenin çoğunluğu Allah'ın kalblerle görüleceği görüşündedir. 615 Bu konudaki ihr tilâf görmenin mahiyetindedir.
Bu sebeple Mu'tezileye mensup şahıs bid'atçı sayılır. Sözleri te'vil kaideleri ile bağdaşıyorsa onu tekfirden sakınmak gerekir. el-Gazzâlî'nin (v. 505/1111) şu sözü de bunu ortaya koymaktadır: «Filozofların dışında kalan Mu'tezile, Müşebbihe ve diğer fırka mensupları te'villerinde hata etmişlerdir. Onların bu te'vüleri ictihâd mesabesindedir. Onun için elden geldiği kadar bunları tekfir etmekten kaçınmalıdır. Çünkü bu fırkalarda Resûlüllahı tekzib söz konusu değildir.». 616
d) Mürcie:
Mürcieden hiç bir fırka sahabeyi veya diğer müminleri tekfir etme yoluna gitmemiş, kişinin durumu hakkında söz söylemeyi âhirete bırakmıştır. Bu sebeple kelâmcılardan hiç bir kimse ve selefin müteahhirini 617 Mürcieyi tekfir etmemiştir. Hz. Peygamberin «Ümmetimden iki sınıfa şefaatim ulaşmaz : Kaderiy-ye, Mürcie.» 618 mealindeki sözü ise Mürcieyi tekfir için yeterli delil değildir. 619
e) Mücessime ve Müşebbihe:
el-Âmidî (v. 631/1233) ve el-Cürcânî (v. 816/1413) bir kısım âlimlerin Müşebbihe ve Mücessimeyi şu inançlarından dolayı tekfir ettiklerini kaydederler';620
1- Allah'ın cisim olduğunu söyleyerek Allah'ı tanımadıkları,
2- Cisme taptıkları, Allah'ı yaratıklara benzeterek, başka ilâhlar kabul ettikleri için.
Yine el-Âmidî ve el-.Cürcânî bu iddiaları ele aîa-rak, onların Allah'ı bazı yönlerden bifrneyişinin kendilerini küfre düşürmediğini, ayrıca mücessimin Allah'tan başkasına tapmadığını bu sebeple de tekfir edilmelerinin gereksiz olduğunu söylerler.621 Çünkü Müşebbihe ve Mücessimenin sözleri te'vil edilir. Hz. Peygamberin cahil bir cariyeye yönelttiği, «Allah nerededir?» sorusuna, cariyenin «göktedir» cevabını vermesi, bu cevaba dayanarak cariyenin mü'min olduğunu söylemeside 622Müşebbihe ve Mücessimenin tekfirinin yersiz olduğu fikrini desteklemektedir. Ayrıca el-Gazzâlî'nin Müşebbihe'nin kâfir sayılmamasına dair sözünü az önce zikretmiştik. 623
f) Cehmiyye:
Cehm b. Safvân'ın (v. 128/745) yolunda gidenlerin meydana getirdiği Cehmiyye kulların fiillerinin mecburi olduğunu, fiilde kişinin bir katkısı ve gücü olmadığını söyledikleri için tekfir edilmeseler de, cennet ve cehennemin ebedi olmayıp, fâni olduğunu söyledikleri için tekfir edilirler.624 Çünkü Cehmiyye'nin bu iddiası Kur'ân âyetlerini 625 inkârdır. 626
2. Mezheplerin Bugünkü Durumu
K AVÂRİE :
Müslümanları tekfir ettikleri ve mutaassıp davrandıkları için îbâdıyye hariç, diğer hârici toplulukları günümüze kadar gelememişlerdir. 'Abdullah b. İbâd'a Cv. 86/705) bağlı olan İbâdiyye hâriciler içinde en mutedilidir. İbâdiyye büyük günah işleyenlerin nimete nankörlük ettiklerini, onlarla evlenilebileceğini söylemiştir. Bugün Zengibar 627 ve Kuzey Afrika'da 628 bulunan İbâdîler sahabeyi tekfir etmedikleri müddetçe kendilerini tekfire sebep olacak bir inanç içerisinde değildirler. İbâdiye'nin ğulâtı olan Yezidiye'ye bağlı kişiler az da olsa bugün vardır 629. Bunların kâfir sayıldıklarım söylemiştik. 630
b) Ş i' a:
Ğulât-ı Şi'a; Ğurâbiye hariç, bugün müstakil bir mezhep olarak mevcut değilse de bir takım görüşleri bazı sapık ve bid'atçı topluluklarda görülmektedir. Bu topluluklar incelenirken bu tip görüşlere de temas edilecektir. Ğurâbiye bugün Irak'ta vardır". 631 Bu grup da küfre düşmüştür.
Bugün Şi'i mezhepler içerisinde faaliyet gösteren ve geçerliliğini sürdüren Zeydiyye ve Ca'feriyye (İmâ-miye, İsnâ - 'aşeriyye) vardır. Bugünki şeydiler itikatta büyük ölçüde Mu'tezilenin görüşlerini benimserler. İnançlarında küfrü gerektiren bir hususa rastlanmamaktadır. Son devir zeydiîeri arasında Neylu'1-Ev-târ müellifi eş-Şevkâni (v. 1250/1823), Sübülü's - Selâm müellifi es-San'âm" (v. 1182/1768) gibi sünnî çizgide olan âlimler de yetişmiştir. Zeydiyye Yemen'de oldukça yaygındır.632
Ca'feriler bugün çoğunlukla İran'da yaşarlar. Irak ve Suriye'de yaşayan Ca'ferüer de vardır. Ca'fe-rîler sahabeyi tekfir etmedikleri müddetçe kâfir sayılmazlar. Ehl-i sünnete muhalif oldukları noktalarda sapıklık v ebid'atçılıkla nitelenebilirler. Menşe' itibarıyla şii olan fakat şu anda Şi'adan farklı birer mezhep hüviyetindeki sapık mezhepleri ayrı incelemekte fayda vardır. 633
c) Mu'tezile:
Bugün Mu'tezile müstakil bir mezhep olarak mevcut değildir. Görüşlerine bazı mezheplerde rastlanabilir. 634
d) Şeyhiyye ve Keşfiyye:
İsnâ - 'aşeriye'den doğan bu iki mezhep, değişik fikirleri ile ayrı birer mezhep hüviyetine bürünerek ortaya çıkmışlardır. Şeyhiyye'nin kurucusu Ahmed el-Ahsâi'dir. Cv. 1247/1831). el-Ahsâi Hz. 'Ali'ye (v. 40/ 661) tapan, hulule inanan şiilerdendır. Kıyamet hakkındaki inançları Kur'ân âyetlerine muhaliftir. 635 Keşfiyye mezhebi de el-Ahsâî'iıin talebesi Kâzım el-Hu-seynî er-Reşti (v. 1259/1843) tarafından kurulmuştur. Aşırı fikirlere sahip olan Keşfiyye İsnâ - 'aşeriyye tarafından bile tekfir edilmiştir. 636
e) Babîlik:
Mirza 'Alî Muhammed Rızâ eş-Şirâzî'nin tv. 1265/ 1869)/ kurduğu mezheptir. «Eve nasıl kapıdan girilirse, Allah'a ulaşmak için babın vasıta olması gerekir. Bu bâh da Mirza 'Alî Muhammed'dir. O peygamberdir.* inancına sahip olan Babîlik, 637 İslâmiyet, Hıristiyanlık, Yahudilik ve Veseniliğin sentezinden meydana gelmiş karma bir din kabul edilebilir. 638Bâb kendi kitabının Kur'ân'dan, kendisinin de Hz. Muhammed'-den üstün olduğunu,. 639 el-Beyân isimli eserinin de
Kur'ân'ın hükümlerini kaldırdığını ve Allah'ın kendine hulul ettiğini söylemiştir. 640 Bâb (Mirza 'Alî Muhammedi tenasühü kabul ederek kıyameti inkâr eder. 641 Âlimler Mirza 'Alî Muhammed'i peygamberlik taslayarak, îslâm dînini iptal ettiğini bildirdiği için kâfir saymışlardır. 642 Onun yolunda olan bâbîler de tekfir edilirler. 643
f) Bahaîlik:
Mirza 'Alî Muhammed'in talebesi Mirza Huseyn 'Ali'nin (v. 1289/1892) kurduğu bu mezhep Brahman, Buda, Konfüçyüs, Mani, Mazdek, Yahudi, Hıristiyan ve İslâm dinleri ile bâtını fırkaların karışımıdır. 644 Mirza Huseyn 'Ali fikirlerini yayabilmek için Kurra-tu'l - 'Ayn denilen Zerrin Tâç isimli kadını vasıta olarak kullandı. Cazibesi ile epeyce taraftar toplayan bu kadın, dînî yükümlülükleri kaldırıyor, kadınların dokuz erkekle bir anda evlenmelerini caiz görüyor, Hz. Peygamberin şeriatının mensûh olduğunu (hükmünün kalktığını) söylüyordu. 645Mîrzâ Huseyn 'Ali yani Bahâ, önce mehdi, sonra da rnesîh olduğunu iddia etti. 646Sonunda da önce kendinin bilâhere oğlu Abbâs Efendi'nin (v. 1340/1921) tanrılığını savundu. 647 Bahâller dokuz gün oruç tutarlar. Namaz her bahâiye farzdır. Fakat kıble olarak 'Akkâ'daki Bahâullâhm kabrine yönelirler. Hac ibadetini de mezheplerinin kurucusu Bahâullâhm doğduğu yer olan Şirâz'ı veya
'Akkâ'yı ziyaret ederek gerçekleştirirlerr''. 648 Ayrıca ilâhî dinlerin haram saydığı pek çok şeyi helâl sayarlar. 649Bahâi kitapları incelenecek olursa, Kur'ân'daki apaçık nassları inkâr ettikleri göze çarpar':!. 650 Saydığımız inançları sebebiyle Bahâiler tekfir edilirler. Mısır Danıştayı Bahâüiğin semavi bir din olmak şöyle durr sun alelade bir din bile olmadığım kabul etmiş, «Bunlar olsa olsa tamamen İslâm'ı yıkmak, müslümanlar arasında anarşi ve dinsizliği yaymak kastıyla ortaya atılmış görüşlerden ibarettir.- demiştir. Bu sebeple de üç bahâinin evlenme akitlerinin vesikalandınlabilme-si için fetva vermemiştir. 651
g) Kâdıyânîlik (Ahmediyye) :
Mirza Ğ.ulâm Ahmed el-Kâdıyân (v. 1326/1908) tarafından Hindistan'da kurulan bu mezhep, mehdi inancının bir neticesidir. Mirza Gulâm Ahmed 1880 -1888 yılları arasında İslâm'a davet eden ve gayr-ı müs-limlere karşı İslâm'ı müdafaa eden bir mücahid iken, bir müddet sonra müceddit, daha sonra da mehdi ve beklenen Mesih îsâ olduğunu iddia etti, 1900 yılında, halk kendisini peygamber diye isimlendirdi. Nihayet 1901'de peygamber olduğunu iddia etti. 1904'te ise kendinin Krişna (eski Hind tanrılarından biri) olduğunu söyledi. 652 Ğulâm Ahmed'e izafeten Ahmediyye ismiyle de anılan bu topluluk Mîrzâ Culâm Ahmed'in ölümünden sonra iki gruba ayrıldı.
1- Kâdıyânîler: Ğulâm Ahmed'in nübüvvetine inananlar,
2- Lahor iler : Onun 14. hicrî asrın nıüceddidi ve müctehidi olduğunu söyleyenler. 653 Culâm Ahmed'in oğlu Mirza Beş'ruddîn Mahmûd Ahmed el-Beyân isimli eserde Mirza Gulâm Ahmed'in nübüvvetine inanmayanların kâfir olacağını söyle-mektedir. 654 Pakistanlı İslâm mütefekkiri Dr. Muham-med İkbâl gazetelerde neşrettiği sayısız açıklama ve makalelerle, Kâdıyâniliğm sırlarım açıklamıştır. Onların gayelerinin İngiliz sömürgeciliğini desteklemek olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca bu konuda İslâm ve Ahmedizm isimli bir eser vücuda getirmiştir4-'8. Üs-tâd Ebu'1-A'lâ el-Mevdüdi de Kâdıyânîliğin içyüzünü açıklamak için bir eser kaleme almıştır. Bu eserinde, onların İslâm'ın hatm-ı nübüvve (peygamberliğin sona ermesi) inancı ile bağdaşmayan iddialarını kendi eserlerinden kaynaklar vererek çürütmeye çalışmıştır. el-Mevdüdi'nin naklettiğine göre Kâdıyânî bir şahıs, mü si umanlardan birinin kızıyla evlenir. Sonradan kendisinin Kâdıyâni olduğu kız tarafından öğrenilince, kız onun karısı olarak kalmaya razı olmaz. Bu çeşit durumlarda mahkemelere pek çok şikâyetler vaki olur. Mahkemeler de nübüvvet silsilesinin devam ettiğini söyleyen Kâdıyânilerin mürted olduğuna, dolayısıyla da kadının Kâdıyânî olan kocasından boşanmasına karar verirler. 655 Görüldüğü gibi Lahor Ahmedileri dışında kalan Kâdiyânîler İslâm dışı bir mezhep görünümü arzetnıektedirler. 656
h) Nusayriyye:
Bâtıni davetçilerinden İbn Nusayr (v. 245/859)'a mensup olan bu grup, hulul, tenasüh ve bir takım haramları mubah sayma gibi inançlara sahiptir. Âhire-ti inkâr ederler. Bâtınilerde olduğu gibi nassları te'-vü ederler. Beş vakit namazın beş kişiyi ('Ali (v. 40/ 661), el-Hasan (v. 50/670), el-Huseyn (v. 61/680), el-Muhsin, 657 Fâtıma (v. 11/632) ) anmak olduğunu söy-Ierler. 658 Yine bâtınilerde olduğu gibi propaganda usulleri vardır. Mezhebin en yüksek derecesi olan el-Be-lâğu'l-Ekber veya en-Nâmûsu'l- A'zam mertebesine erişenler, Allah'ı inkâr ederler, bütün dîni yasakları işlemekten çekinmezler. Haramları mubah sayarlar 659Nusayrîler de saydığımız inançları mütevatir nassları inkar demek olduğundan küfre nisbet edilirler. 660
i) Dürziyye:
Mısır'da hükümet kuran Fatımi hükümdarlarından Hâkim bi Eınrihî'nüı üâhlığma inananlardır. Şiî olan bu şahsın lâkabı Hâkim bi Emrillâh (v. 411/1021) idi. Üâhlık iddiasında bulununca Hâkim bi Emrihî diye anıldı. Onun iddiasını ilk tasdik eden Muhammed Dürzi olduğundan ona nisbetle Dürziler diye meşhurdurlar. Sonra Hamza b. 'Alî (v. 433/1041) isminde bir başka şahıs insanları Hakim'e ibadet etmeye çağırdı. 661
Dürziler dış görünüşleri itibarıyla müslüman görünürler. Namaz kılar, oruç tutarlar. Fakat bir takım bâtmî te'villere dalarak şer'î yükümlülükleri ortadan kaldırırlar. Tenasühe ve Allah'ın bazı şahıslara hulul ettiğine inanırlar".662 Sünnüere ehl-i zahir, şîîlere ehl-i bâtın diyerek, sünnîleri münkir ve kâfir, şîüeri müşrik sayarlar. Hâkim'in her iki grubun şeriatını neshettiğüıi söylerler. Dürziler pek çok yönden Nu-sayrîlere benzerler. Ancak Dürziler iffetlidirler, zinadan sakınırlar. Nusayrüer ise zinayı mubah görürler.663Dürziler de saydığımız inançlarından dolayı tekfir edilirler. Lübnan ve İsrail'de yaşarlar.
Görüldüğü gibi Şeyhiyye ve Keşfiyye Gulât-ı Şî'a'-mn; Bâbiler, Bahâîler, Kâdiyânîler, Nusayrîler ve Dürziler Bâtmiyye'nin asrırmzdaki sapık, bid'atçı ve küfre düşmüş temsilcileri durumundadırlar. 664
Dostları ilə paylaş: |