2. Allah Teâlâ Hakkında Küfrü Gerektiren Akîde
Kelâmcılar ile fıkıhçılann eserleri incelendiğinde görüleceği gibi, Allah'a şirk koşmak, Allah'ı inkâr etmek, O'nun sıfatlarından birini bilerek inkâr etmek,
Allah'ın oğlu olduğuna inanmak... gibi hususlar kişiyi küfre düşüren bâtü akideler olarak zikredilmiştir.
Allah'a şirk koşmak küfrün en büyüğüdür. Daha önce açıkladığımız gibi şirk, Allah'a ortak koşmak, Allah'ın eşi ve benzeri olduğuna inanmak demektir. Mecusüerde görüldüğü üzere, hayır ve şer için iki ayrı tanrı kabul etmek, bunlardan birinin şerri, diğerinin hayrı yarattığına inanmak küfürdür.195 Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de-, «Allah: "İki tanrı edinmeyin. O ancak bir tek tanrıdır. Onun için benden, yalnız benden korkun" dedi.»196 buyurmuştur.
Ayrıca hıristiyanlarda olduğu gibi âlemin yaratıcısının baba - oğul - rûhu'l - kuds gibi üç esastan meydana geldiğine inanmak ta küfürdür.197 Çünkü Kur'ân'da bu konuda şöyle buyurulmuştur: «Ey kitap ehli dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hak olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu *îsâ Mesih, Allah'ın peygamberi ve kelimesidir ki, onu Meryem'e bırakmıştır. O Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah ve peygamberlerine inanın da "(o) üçtür" demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere (bundan) vazgeçin. Allah ancak bir tek tanrıdır. Çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde olanlar da yerde olanlar da onundur. Hakikî vekil olarak Allah yeter.», 198«"Allah hakikaten üçün (üç tanrının) biridir" diyenler andolsun kâfir olmuştur. Halbuki bir tek tanrıdan başka hiç bir tanrı yoktur. Eğer diyegeldikleri (bu sözden) vaz geçmezlerse içlerinden o kafir olanlara herhalde pek acıklı bir azap dokunacaktır. '199
Âlemin yaratıcısının kökten ve re'sen inkâr edilmesi ise mutlak mânâda bir küfür ve zındıklıktır". 200Yine Allah'a oğul isnâd ederek ortak koşmak ta küfürdür. Çünkü Kur'ân'da yahüdî ve hıristiyanlardan bahisle, «Yahudiler " 'Uzeyr Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar "Mesîh Allah'ın oğludur" dediler. Bu daha önce inkâr edenlerin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin. Nasıl da uyduruyorlar. Onlar Allah'ı bırakıp, bilginlerini, papazlarını, Meryem oğlu Mesih'i tanrı edindiler. Halbuki bunlar da ancak bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emrolunmamışlardır. Ondan başka tanrı yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir.201 denilmiştir.
Allah Teâlâ'yı büyüklüğüne ve ulûhiyyetine uygun olmayan bir şekilde vasıflamak, isimlerinden veya emirlerinden biriyle alay etmek, hafife almak, onun iyi amellere karşılık sevap, kötü amellere karşılık'ceza vereceğini kabullenmemek,202 Allah'a açıkça noksanlık ve acizlik isnat etmek de küfürdür.203
Allah'ın varlığına ve birliğine inanmakla beraber, onun diri ve ezelî oluşunu kabullenmemek, Allah'ın yaratılmış ve insan zihnince tasarlanabilen bir varlık
olduğuna inanmak,204 Allah'ın bazı insanlara hulul ettiğini kabullenmek küfürdür.205
Kur'ân-ı Kerîm'de geçen Allah Teâlâ'nm el, yüz vb. gibi haberi sıfatlarını ele alarak, Allah'ı yaratıklarına benzetmek, onun cisim olduğuna inanmak ta küfür olarak nitelenmiştir. Ancak bazı hanbelilerin dediği gibi Allah'ın, yarattığı cisimlere benzemeyen bir cisim olduğuna; selefin kabul ettiği gibi, Allah'ın el ve yüzünün bulunduğuna fakat mahiyetinin bizce bilinmediğine inanmanın kişiyi küfre düşürmediği kayde'dilmiştir.206
îmam el-GazzâÜ (v. 505/1111) ve kendisini takip eden ehl-i sünnet kelâmcıları âlem-i ulvînin kıdemini, bu sebeple âlemdeki bütün cevherlerin ezelî olduğunu, dolayısıyla Allah'tan başka ezeli varlıkların bulunduğunu kabul etmenin küfür olduğunu söylemişlerdir". 207el-Gazzâlî bu görüşte olan felsefecileri, apaçık nassları inkâr ettiklerinden tekfir etmektedir.
Allah Teâlâ'nın ezelî ilminin değişebileceğine, Üm-i ezelisine zıt bir durumun meydana gelebileceğine, Allah'ın eşya hakkındaki malûmatının ancak eşyanın meydana gelmesinden sonra olacağına inanmak ta küfürdür.208Çünkü böyle bir inanış Allah'a noksanlık izafe etmektir.
İmam el-Gazzâlî felsefecileri, onlar «Allah Teâlâ cüziyyâtı bilemez. Ancak nefsini ve külliyatı bilir.
Cüz'i işler şahıslarla ilgilidir.» şeklinde bir inanca sahip oldukları için tekfir eder. Çünkü şahıslar üzerinde cereyan eden şeylerin hepsini Allah'ın bildiğine dair pek çok âyet ve hadîs mevcuttur. Ayrıca el-Gaz-zâlî felsefecilerin bu inancını te'vil kaideleri ve dereceleriyle uzlaştırmanın mümkün olmadığını zikreder.209 Aynı yolu takip eden ehl-i sünnet kelâmcıları Allah'ın cüz'iyyâtı bilemeyeceği inancının küfür olduğunu söylerler.210
Ancak bununla beraber, Âlemin kıdemi, Allah'ın cüz'iyyâtı bilmediği ve haşrin cismâni olmayacağı konusunda felsefecilerin tekfir edilemiyeceğini ileri sürenler de vardır. Zira İslâm filozofları ne âlemin mahlûk olduğunu, ne haşrin vukuunu ve ne de ilm-i ilâhîyi inkâr etmiyor. Ne var ki bu hususlarda kelâm-cıların (ve âlimler cumhurunun) anlayışına aykırı izahlar yapmış bulunuyorlar. İyi araştırıldığı takdirde bu hususî anlayışa yakın bazı izahların bir kısım ehl-i sünnet kelâmcısmda bile mevcud olduğu görülür.211
İmam Ebû Hanife (v. 150/767) akaide dair kaleme aldığı el-Fıkhu'l - Ekber isimli risalesinde Allah Teâlâ'nın sıfatlarının kadim olduğunu, hadis ve mahlûk olmadığını zikrederek, Allah'ın sıfatlarının yaratılmış olduğunu söylemenin veya bu hususta duraklamanın yahut şüphe etmenin küfür olduğunu söyler.
Zira kul Allah'ın zatını ve bütün sıfatlarını şanına yakışır şekilde tanımak zorundadır.212 el-Cürcânî (v. 916/1413) ise Allah'ın sıfatlarını nefyetmesi sebebiyle Mu'-tezilenin tekfir edilmesi gereğinden bahseder..213 îbn Teymiyye (v. 728/1328) de, hnam Mâlik Cv. 179/795), İmam eş-Şâfi'İ Cv. 204/819) ve Ahmed b. Hanbel'in (v.241/855) «Allah'ın ilmini inkâr edenin kâfir olacağını» söylediklerini kaydeder. 214
Fakat Mu'tezilenin mutedilleri ile ehl-i sünnetin Allah'ın sıfatları hakkındaki inançları incelenecek olursa aradaki ihtilâfın lâfzî olduğu görülür. Zira ilim, kudret, hayat, semi', basar zâid sıfatlar hakkında ehl-i sünnet içerisinde hatta aynı mezhebe mensup kişiler arasında ihtilâf vardır. Meselâ Allah Teâlâ'nın beka sıfatı konusunda İmam el-Eş'arî (v. 324/936), beka sıfatının zât üzerine zâid bir sıfat olduğunu ileri sürerken, el-Bakıllâni (v. 403/1013), beka sıfatının zât üzerine zâid bir sıfat olmadığım söylemiştir. Bir diğer ifadeyle el-Eş'arî, «Allah Teâlâ zâtı üzerine zâid bir beka sıfatı ile bakidir» derken; el-Bâkıllânî «Allah zâtı ile bakîdir.» demiştir"'.215 el-Bâkıllâni'nin el-Eş'arî'ye muhalefetinin lâfzı olduğunu, bunun ötesinde gerçek bir ihtilâf olmadığını ileri süren mutaassıp Eş'ariler, «el-Bâkülâni beka sıfatını kabul etmemekle beraber Allah'ın varlığının devamı hususunda el-Eş'ari ile aynı fikirdedir. Bu konudaki ihtilâf zât veya zât üzerine zâid bir vasıfla ilgili basit bir ihtilâf olup, şiddet göstermeyi gerektirmez.» demişlerdir. Halbuki Allah Teâlâ'nın mümkün olan her şeye kadir olduğunu ve her şeyi eksiksiz olarak bildiğini kabul ettikleri halde, ilâhî sıfatları kabul etmeyen 216 Mu'tezile ile ehl-i sünnet arasındaki ihtilâfın el-Eş'ari - el-Bakâıllânî ihtilâfından farkı yoktur. Zira Mu'tezilenuı Eş'ariye'ye muhalefet ettiği nokta «Allah zâtı ile alim ve kadir midir, yoksa zât üzerine zâid olan ilim ve kudret sıfatı ile mi?» meselesinden ibarettir.217 Mu'tezile Allah'ın âlim olduğunu fakat ilim sıfatının bulunmadığını ileri sürmektedir. Allah'ın ilim sıfatını kabul etmemek onun âdim olduğunu kabullenmemek mânâsına alınırsa bu icmâen küfürdür. Fakat Mu'tezilenin dediği gibi Allah'ın âlim olduğunu kabul edip, onun ilim sıfatını inkâr küfür olmamaktadır.218 Üstelik Mu'tezile kadim varlıkları çoğaltmamak ve tevhide zıt olmaması için Allah'ın zâtıyla âlim, zâtıyla kadir olduğunu söylemiştir. Böyle bir inanca sahip olmaları zât-ı Bari hakkında bir noksanlık değildir.219
Allah'ın sıfatları konusunda; «Mu'tezileye göre ilim, kudret ve hayat gibi sıfatlar vâhid olan zâttan sudur eder. Sırf bundan dolayı Mu'tezile tekfir edilir. Zira bunlar mahiyetleri ve tarifleri itibariyla yekdiğe-rinden farklı olan sıfatlardır. Mahiyetleri farklı olan şeylere bir demek ve bunların yerine bir zâtı ikame etmek mümkün değildir.» itirazına karşılık el-Gazzâ-İİ (v. 505/lllD, el-Eş'ari (v. 324/936)'nin «Kelâm sıfatı Allah Teâlâ'mn zâtı ile kaim olan zâid bir sıfatıdır. Kelâm sıfatı tek olmakla beraber aynı zamanda Tevrat, Zebur, îneü ve Kur'ân'dır; emir, nehiy, haber ve sorudur.» demesi ile Mu'tezile hakkındaki yukarıdaki itiraz arasında bir fark olmadığını, çünkü Tevrat, Zebur, încil ve Kur'ân'm mahiyetleri itibarıyla farklı olduklarını söylemiştir.220
İlâhî sıfatlar konusunda, Ehl-i Sünnet ve Mu'tezilenin fikir ve prensipleri netlik kazanınca, meselenin içyüzünü ve mahiyetini iyi bir incelemeye tabi tutan müteahhir kelâmcüarın çoğunluğu; sıfatların zât üzerine zâid olması veya olmaması meselesinin taraflardan birini tekfir etmeye müteallik usûl meselelerinden olmadığı görüşüne varmışlardır"".221 Hatta Ce-lâlüddîn ed-Devvânİ sıfatullah konusunda şunları söylemektedir: «Ben, Allah'ın bazı temiz (safi) kullarından şöyle dediklerini işittim: «Bana göre sıfatların zât üzerine zâid olması veya olmaması ile bunun gibi meseleler, keşf olmaksızın, idrâk olunamayacak şeylerdendir. Kim bu konuyu keşfin dışında bir mesnede dayarsa, ona kendi fikriyatına göre inandığı galip ihtimâl doğru gibi görünür.» Bu sebeple ben taraflardan herhangi birinin (meselâ Ehl-i Sünnet veya Mu'tezilenin) bu meseledeki kabul veya red inancını seçmesinde bir beis görmem»ri.222
Mu'tezile, mezhebin beş esasından biri olan adalet prensibine dayanarak insanların, ıztırârî fulleri dışında kalan, kendi iradeleri ile yaptıkları işlerin meydana getiricisi olduğunu kabul etmiştir. Adi prensibi-- ne göre Allah kullarına bazı şeyleri emretmiş, bazı şeylerden de nehyetmiştir. însan irade sahibi olup dilediğini yapar, dilediğini de yapmaz. Eğer insan bir şeyi yapmama gücüne sahip olmasaydı, yaptıklarından dolayı mükâfat ve ceza görmesi mânâsız olurdu. Hatta Allah insanları muktedir olmadıkları halde be-îirîi şeyleri yapmağa zorlamış, bundan dolayı da cezalandırmış olsaydı bu zulüm olurdu. Halbuki Allah Kur'ân'da belirttiği gibi zulümden münezzehtir.223 Bu sebeple insan ihtiyari fiillerini yaratmamış olsaydı Allah'ın emir ve yasakları bâtıl, ceza ve sevap vermesi lüzumsuz olurdu.224
Mu'tezile görüşünü desteklemek için bazı Kur'ân âyetlerini delü getirmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'deki; «Kim bir kötülük işlerse onunla cezalandırılır» 225«Bugün herkes ne kazandıysa onunla karşılanacaktır»"226 «De ki: «O Rabbimizden gelen bir haktır. Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun»227 ve «Allah hiç bir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmez 228mealindeki âyetlerin, fiillerin insanlarca ortaya konulduğuna delil olduğunu söyleyen Mu'tezile, Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu bildiren âyetlere' 229muhalefet ederek kulun fiilini Allah'ın yarattığını inkâr etmeleri ve Allah'tan başka kadir tanımaları sebebiyle bazı kelâmcüar tarafından tekfir edilmiştir.230 Hatta Mâverâünnehir bölgesi kelâmcüarı Mecûsüerin Mu'-tezileden daha iyi olduğunu, çünkü fiillerin yaratılmasında mecûsüerin iki ortak tanıdığını buna karşılık Mu'tezüenin sayılamayacak kadar ortaklar kabul ettiğini söylemişlerdir. 231Fakat bu konuda insaflı davranan kelâmcüar Mu'tezüenin islâm taifesinden olduğuna hükmetmişler, zikredilen görüşlerini fiili yaratma için kişiye kudret verilmesi mânâsına hamletmiş-lerdirr Çünkü Mu'tezile kulu kendi başına bir yaratıcı kılmamıştır. Belki «ancak Allah Teâlâ'dır ki başka bir şeye muhtaç olmadan bizzat yaratır. Kul ise Allah'ın kendisine yarattığı âletler ve sebepler vasıtasıyla yaratır» diyerek, fullerin yaratılmasında gerçek mânâda Allah'a ortak ispat etmemişlerdir. Çünkü Allah'a şirk koşmak ya mecûsilerde olduğu gibi ulû-hiyyetinde Allah'a ortak ispat etmek, yahut da puta tapanlarda olduğu gibi Allah'tan başkasına tapınmanın gerçekleşmesidir.232 Halbuki Mu'tezüede mecûsî-lerin ve puta tapanların fikirlerine benzer fikre rastlamak mümkün olmamaktadır.
Allah Teâlâ ile ilgüi küfre götüren bir diğer inanış da, Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, azabından da emin olmaktır. Çünkü Allah Teâlâ Kur'ân-ı Ke-rlm'de: «Doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez»,233 «Fakat büyük zararı göze alanlar güruhundan başkası Allah'ın mekrinden (kulları hakkındaki azabını tehir etmesinden) emin olmaz»234
buyurarak rahmetinden ümit kesenleri kâfir, azabından emin olanları hüsrana uğramışlar olarak nitelemiştir. 235 '
Hanbelîler ise Allah ile kul arasında aracılık meselesini ele almakta ve aracılık yapan insanın ulûhi-yetine inananın, aracıya dua edenin, ondan yardım, hidayet ve rızık dileyenin kâfir olarak önce tevbeye davet edilmesi, etmezse öldürülmesinin gerektiğine işaret etmektedirler. 236
Dostları ilə paylaş: |