İstanbul üNİversitesi



Yüklə 14,12 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/63
tarix19.07.2018
ölçüsü14,12 Mb.
#56886
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   63

_______________________________________________________ART-SANAT 2014/1_______________________________________________________ 
 
58 
 
güvenilir  kaynakların  da  Türkçe  bilmemeleri  bu  oyunların  tam  olarak 
aktarılamamasına  sebep  olmuştur.  Bizlere  en  tanıdık  gelebilecek  anlatılardan  biri 
Cornelia Magni’ye aittir;  
“Türklerin evine çağrıldığında şarap içilmediği için sofra faslı çabuk 
biter,  ve  konukları  eğlendirmek  için  tuhaf  tavırlarla  olağan  dışı  danslar 
gösteren genç kızlar içeri girerler. Bundan başka, kendi dillerinde şarkı ve 
sözle  bin  türlü  soytarılık  gösteren  kukla  oyunları  var.  Ayrıca  bir  perde 
arasında  gerisinden  ışıkla  at,  insan,  ağaç,  deve  ve  başka  hayvanların  ve 
bunların  dövüşlerini  perdenin  önüne  düşüren  bir  gösterileri  var.  Bu  gibi 
oyunlar iyi gösterildiklerinde gerçekten çok başarılı oluyorlar”  
(And, 1982: 196). 
Karagöz’den  daha  eski  olmak  üzere,  Osmanlı  sarayında  da  Selçuklu 
saraylarında  olduğu  gibi  en  erken  dönemlerinden  itibaren  ozanlar  ve  daha 
sonrasında  meddahlar  vardı  (Nutku  1997:  22).  Anlatı  sanatının,  hikâyeciliğin  ve 
sözel  kültürün,  yazı  geleneğine  göre  daha  güçlü  kök  saldığı  ve  ilerlediği  İslam 
medeniyetlerinde  meddahlık,  diğer  seyirlik  sanatlardan  daha  eski  bir  geçmişe 
sahiptir.  
“Bağdat  halifelerinin  ve  onları  her  hususta  önder  bilen  sair  İslam 
hükümdarlarının  sarayları  bu  cins  dalkavuklar,  nedimler,  komiklerle 
dolduğu  için,  onları  taklit  suretiyle  İslam  âleminin  her  tarafında,  büyük 
medeniyet merkezlerinde mukallidlik eden kıssa-hanlar yetişmeğe başladı 
ve  bunlar  az  zamanda  çoğaldı.  Bu  mukallid-kıssahanlar,  hikâyeleri  öyle 
sadece  anlatmakla  yetinmiyorlar,  anlattıkları  adamların-hatta  muhtelif 
hayvanların  bile-  ayrı  ayrı  taklidlerini  yapıyorlardı;  tıpkı  bizim  son 
zamanlarda yetişen meddahlar gibi” (Köprülü 1966: 365).  
Meddah’ın  tek  kişilik  performansı  önce  Selçuklu  saraylarında  kendisine  bir 
yer  bulmuştur  ve  daha  sonra  bu  gelenek  halk  arasında  olduğu  kadar  saray 
çevrelerinde  de  yayılmıştır.  Doğulu  kaynakların  verdikleri  bilgilere  göre  Anadolu 
Beyliklerinin  saraylarında  “nedim  ve  komikler,  taklitçiler,  ozanlar  ve  şairler 
bulundurmak”  geleneği  Selçuklulardan  alınmıştır
 
(Köprülü  1966:  375).  On  altıncı 
yüzyıldaki örneklerinden biri II. Selim’in sarayında “arp, keman, nefir çalan oğlanlar; 
akrobasi,  jonglorlük,  pehlivanlık  yapan  kişiler  ya  da  padişahı  güldüren,  eğlendiren 
mukallitler  ve  meddahlar”dır  (Stephan  Gerlach’tan
 
alıntılayan  Nutku  1997:  24). 
Saray  meddahlarının  en  ünlülerinden  “sarayında  bulunan  mukallid  ve  meddahlarla 
eğlenen”  III.  Murat  için  hikâyeler  anlatan  La’lin  Kaba  takma  adıyle  tanınan  Bursalı 
Seyyit Mustafa Baba’dır (Nutku 1997: 25).  
Kahvehaneler 
Şenlikler,  eğlenceler  ve  saray  hayatı  dışında,  Karagöz  perdesine,  Meddah 
hikâyelerine ve Ortaoyunu güldürülerine mekân sağlayan bir de kahvehaneler vardı. 
On  altıncı  yüzyılda  ilkleri  açılan  ve  çok  çeşitli  bir  kamusal  alan  niteliği  taşıyan  bu 
kahvehaneler  sadece  sundukları  sosyal  ortamla  değil,  bu  seyirliklere  özellikle  yer 


_______________________________________________________ART-SANAT 2014/1_______________________________________________________ 
 
 
59
 
 
vermelerinden  dolayı  tiyatro-kahvehaneler  diye  de  nitelendirilir  (Yaşar  2009:  63). 
Cami, pazar, çarşı, hamam gibi yerler dışında sosyalleşme imkânı çok fazla olmayan 
şehirlerde  (Aktaş  2011:  59)  kahvehaneler  bu  gösterimlere  ev  sahipliği  yapmıştır. 
Özellikle  İstanbul’un  çok  milletli  ve  kültürlü  semtlerinde,  yazılı  kültürün  henüz 
gelişmediği  zamanlarda,  her  sınıftan  insanın  bir  araya  gelerek,  bilgi  ve  düşünce 
alışverişlerini  sınıfsal  ayrımlardan  sıyrılmış  bir  şekilde  yaptıkları  yerlerdi  ve  yine 
İstanbul’da  yeniçeri,  âşık,  meddah,  esnaf,  mahalle,  semai,  tiryaki  imaret  ve  esrar 
kahvehaneleri gibi çeşitleri vardı (Duvarcı 2012: 101).  
Çoğu  yıkıldığı  veya  yandığı  için  on  dokuzuncu  ve  yirminci  yüzyıl  gravürleri 
kahvehanelerin ilk mekânlarını gösteren tek kaynaklardır. Bu gravürlerden de yola 
çıkarak çok genel bir tespitte bulunulduğunda kahvehane mimarisi mecma-i zürefa 
yani güzel konuşmaların toplantı yeri görevini üstlendiği için ona uygun bir pratiklik 
ve işlevsellik üzerine kuruluydu
13
 (Evren 1996: 45).  
Kahvehaneler İstanbul’da en çok ve ilk Tahtakale olmak üzere Galata, Haliç ve 
Unkapanı gibi eski ve işlek yerleşim yerlerindeydiler. Şenliklerin yapıldığı mekânlar 
ile  benzerlik  göstermesi  de  “kamusal  mekan  ve  sosyal  yaşam”  konularında  ayrıca 
aydınlatıcı  olabilir.  Mahalle  sakinlerinin  sokak  kültürüne  ve  şehir  hayatına 
doğrudan,    dini  ve  sivil  mekanlardan  bağımsız  olarak  katılabilme  olanağı  sunan 
kahvehanelerde en popüler seyirlik meddah gösterileriydi (Bayartan 2005: 101).  
Özellikle  on  yedinci  yüzyılda  kahvehanelerde  meddah  ve  kıssahan  sayısı 
artmıştır (Köprülü 1966: 382) ve düzenli olarak meddah gösterilerinin düzenlendiği 
kahvehanelerin  yanı  sıra  ramazan  ve  bayramlarda  faaliyet  gösteren  özel  meddah 
kahvehaneleri oluşmuştur ve en ünlüsü Beyoğlu’nda kendisi de bir meddah olan Kız 
Ahmet’indir (Evren, 1996: 101).  
Daha  çok  tulumbacı  kahvehanelerinin  kapanmasıyla  ortaya  çıkan  semai 
kahvehaneleri de teatral gösteriler açısından önemli yer tutar çünkü çok çeşitli şiir 
ve  müzik  gösterilerine  ev  sahipliği  yaparak  edebiyata  da  katkıları  olan  bu 
kahvehanelerin  “en  belirgin  özelliği,  normal  kahvehane  oturma  düzeninde  değil, 
işlevine  uygun  olarak  tiyatrovari  bir  oturma  düzenine  sahip  olmalarıdır”  (Özden 
2006: 92).  
Meddah  hikâyesini  seyirciye  göre  seçer,  onlara  göre  şekillendirir  ve  ondan 
aldığı  tepkiye  göre  bitirirdi.  Örneğin,  “bir  hikâyeyi  okumuşların  karşısında  başka 
üslupla,  halk  kahvelerinde  oraya  uygun  üslupla”  (Nutku  1997:  36)  söylerdi  ve 
                                                           
13
  Klasik  bir  kahvehanede  orta  meydanı  olarak  da  bilinen  kare  bir  avlu  giriş  yeri  olurdu  ve  buranın 
etrafının  oturma  yerleri  ile  çevrilmiş  olduğunu  söyleyen  Evren  şöyle  devam  ediyor:  “Çoğunlukla  bu 
mekanın  üç  ya  da  dört  tarafı  bir  metreye  yakın  oturma  yerleriyle  çevrelenmişti.  Kimi  zaman 
ayakkabıların çıkarılacağı bir kunduralık bölümü de içerirdi. Esas ana mekân bu giriş mekanından 20-30 
cm  yükseklikte  bir  tabana  sahipti.  Bu  mekân  da  kimi  zaman  çepeçevre  30  cm  yüksekliğinde  oturma 
yerleriyle çevriliydi ve ortasında tüm mekana hakim olan bir şadırvan ya da ona benzer havuz içeriyordu. 
Ocağın  bulunduğu  köşenin  karşısında  ise  merdivenle  çıkılan  etrafı  parmaklıkla  çevrilmiş  20-25  kişinin 
sığabileceği kerevetli başsedir bulunuyordu....Kahvehanenin en hakim yerinde alçıdan yapılmış, yaşmaklı 
ocak bulunuyordu” (Evren 1996, s. 45).  


Yüklə 14,12 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   63




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə