94
İnsan ve Toplum
Giriş
Psikoloji bilimi, insanı ve toplumu ele alış şekliyle modern
bilimsel söylem içerisinde
-objektif, deneye dayalı, evrensel geçerliliği olan - bilgilerini üretmektedir. Dolayısıyla
insana ve topluma dair ortaya koyduğu pratikler de bu çerçevede olmaktadır. 1960
sonrası süreçte sosyal bilimlerde yaşanan paradigmatik kriz, psikoloji biliminin temel
faraziyelerine ciddi eleştiriler yöneltilmesini ve kültürü merkeze alan çalışmaların,
yayınların çok daha görünür olmasını sağlamıştır (Jahoda ve Krever, 1996; Kim, Yang ve
Hwang, 2006). Kültürlerarası psikoloji, kültürel psikoloji, yerel(indigenous) psikoloji gibi
ekoller, kültürü psikolojik çalışmaların merkezine yerleştirmeye gayret etseler de Batı
kökenli ana akım psikoloji kuram ve uygulamalarının bazı
önemli istisnalara rağmen
büyük oranda psikolojideki hâkimiyetini sürdürdüğü (Kağıtçıbaşı, 2010) görülmektedir.
Bu durum, büyük oranda Türk psikoloji camiası için de geçerlidir. Gerek Türkiye’deki
psikoloji tarihi yazımına gerekse tarihsel süreçteki kurumsallaşmalara, uygulamalara
bakıldığında benzer bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Örneğin, Türkiye’de
psikoloji biliminin başlangıcı olarak Dr. George Anschütz’ün 1915’te İstanbul’a geli-
şinin kabul edilmesi, Batur’a (2003) göre Türkiye’de psikoloji dünyasına hâkim olan
anlayışın bir neticesidir. Çünkü bu yaklaşım psikolojiyi yalnızca deneysel psikolojiye
indirgemekte, psikolojideki diğer anlama biçimlerini ise görmezden gelmektedir.
Kuş (2007), sosyal bilimlerdeki paradigmatik dönüşümün psikoloji alanındaki yan-
sımalarını incelediği çalışmasında, sosyal bilimlerin tüm disiplinleri içinde pozitivist
paradigmaya alternatif yaklaşımlar ortaya konulduğunu; ancak bu köklü dönüşüm
sürecinden en az psikoloji biliminin etkilendiğini söylemektedir. Türkiye’de
psikolog-
ların -pozitivist yaklaşımların dışında yer alan bir teknik olarak-nitel teknikleri kullanıp
kullanmadıklarını/ne ölçüde kullandıklarını araştırdığı bu çalışmasında, araştırmaya
katılan psikologlar hem nitel araştırma bulgularını yayınlatacak dergileri bulmakta
hem de akademik destek bulmakta zorluk yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Kuş’un bu
bulguları, onun psikolojideki pozitivist anlayışın halen daha gücünü devam ettirdiğine
dair tespitlerini destekler mahiyettedir.
Misra ve Gergen’e (1993) göre psikoloji, öncelikli olarak Avrupa-Amerikan kültürü-
nün bir ürünüdür. Ancak bilim olmanın gereği olarak sunulan, değerden/kültürden
bağımsız olma fikri ve ekonomik emperyalizm vasıtasıyla bu Batılı
yerel psikoloji, Batılı
olmayan toplumlara taşınmaktadır. Kağıtçıbaşı (2010) da psikolojinin ithal edilmiş bir
bilim dalı olması hasebiyle, Batı dışı toplumlarda önemli sosyal olaylara yabancı kaldı-
ğını, dolayısıyla bu toplumlarda bilgi üretmek yerine Batılı kuram anlama biçimlerini
transfer etmekle iktifa ettiğini vurgulamıştır. Bu yönüyle psikoloji biliminin, Batı dışı
toplumlarda Batılı insan tasavvurunun, bilgi anlayışının,
anlama biçimlerinin insana
ve topluma ulaştırılmasında ve bu şekilde buradaki insanın ve toplumun dönüştürül-
mesinde önemli bir işlev gördüğü söylenebilir. Bu durum, Arkonaç (2010) tarafından,
95
Karagöz / Teori ya da Realite: Hâkim Terapi Kuram ve Uygulamaları Karşısında Konumlanış ve Arayışlar
Batılı epistemolojinin özne/kimlik/fail ve gerçeklik bilgisinin kendi elitleri eliyle bu coğ-
rafyaya taşınması, dolayısıyla “psişenin sömürgeleştirilmesi” şeklinde yorumlanmıştır.
Psikolojinin alt alanlarının her biri incelendiğinde yukarıdaki tespitlerin yansımaları net
bir biçimde görülecektir. Gelişim psikolojisi alanında yapılan çalışmalar, psikolojinin
bu yönünü en iyi yansıtan alanlarından biri olması nedeniyle önem arz etmektedir.
Zira gelişim psikolojisi, insanın doğum öncesi hayatından itibaren çocukluğuna, okul,
evlilik ve iş hayatına, yaşlılığına dair çok geniş bir yelpazede bilimsel bilgi üretmektedir.
Sahip olduğu Batılı “evrensel” bilgi anlayışı ile insan ve toplum hayatına
-hem teorik
hem de uygulamalı olarak- önemli ölçüde müdahil olmaktadır. Kağıtçıbaşı (2010),
mevcut gelişim psikolojisi ders kitaplarının büyük çoğunluğunda kültürel farklılıkların
vurgulanmayıp bu farklılıkların konu dışı ele alındığını belirtmiştir. Son zamanlarda
kültürü merkeze alan bazı kitapların ortaya çıkmasına rağmen kültürün çoğunlukla
çalışmaların merkezinden uzak, ikincil olarak ele alındığını vurgulamıştır. Robinson
(2001) da son dönemde kültür merkezli çalışmalar yürüten psikologların çalışmaların-
da artış olsa da günümüz gelişim psikolojisinin hâkim bilgilerinin Avrupalı-Amerikan
psikologlar tarafından, kendi kültürel deneyimleri neticesinde üretildiğini belirtmiştir.
Ergenlik üzerine yapılan çalışmalar ve uygulamalar, gelişim
psikolojisinin bu yönünü
anlamak için önemlidir. Yaklaşık 12-22 yaş arası uzun bir süreci kapsayan bu döneme ait
çok fazla sayıda akademik ve popüler yayın mevcuttur. Bu bağlamda gelişim psikolojisi
kitapları, bu alandaki makaleler vb çalışmalar incelendiğinde, ergenlik deyince çoğun-
lukla hüzün, güvensizlik, karamsarlık beden ve ruhun dengesizliğinden dolayı
ortaya
çıkan kaos, suçluluk, utanç, karşı cinse ilgi duyma gibi temel bazı özelliklerle karşılaşıl-
maktadır. Türkiye’de gelişim psikolojisi alanında yaptığı çalışmalarla tanınan bazı aka-
demisyenlerin ergenliğe dair bazı yorumları da söz konusu tespitleri güçlendirmektedir.
Parman (2010, s. 22), ergenlik hakkında, “İnsan yaşamının hiçbir dönemi için bu den-
li birbirine zıt ve karmaşık tanımlar yapılmaz.” tespitinde bulunurken, Kulaksızoğlu’na
(2009, s. 52) göre, “Çocukluk ve ergenlik yıllarındaki kız erkek beraberliğinde geçirilen
gelişim aşaması, tamamen o çağa has, yaşlara bağlı ve bütün
toplumlarda görülen bir
özelliktir”. Bu çerçevede Saynur Canat’ın ergenliğe yönelik yorumları da oldukça mani-
dardır:
“Ergenlik; anne babadan duygusal olarak ayrılma, onların sevgi ve desteğine
daha az ihtiyaç duyma, gencin daha bağımsız ve kendine yeter duruma gelmek
için hazırlık dönemidir. Bu süreçte, aile içi ilişkiler azalırken aile dışındaki arkadaş
ve diğer çevrelerle olan ilişkiler de artmaya başlar.
Ailenin gencin duygusal ola-
rak kendine yeter hale gelebilmesi ve ‘bireyleşebilmesi’ için uygun davranışlar
içinde olması beklenir.” (akt., Kulaksızoğlu, 2009, s. 121)
Ergenlikle ilgili bu tespitlerde, ergenlik dönemi olarak tanımlanan ve yaklaşık olarak
12-22 ya da 12-18 yaş dönemlerindeki insana dair tespitlerin, oldukça modern, seküler,