Maden jeolojiSİ BİLİMİNİn tanimi



Yüklə 0,67 Mb.
səhifə8/15
tarix11.04.2018
ölçüsü0,67 Mb.
#37739
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   15

D- MADDELERiN YER DEĞİŞTİRMESİ (= maddelerin göçü) : Madde­ler katı, sıvı veya gaz fazlarında yer değiştirebilirler.

Katı fazdaki yer değiştirmeler kütleler halinde tektonik olaylara bağlı olarak veya iyonlar halinde fiziko - kimyasal olay­lara bağlı olarak gerçekleşebilir, iyonların katı ortamda bu şe­kilde yer değiştirmesine iyonik difüzyon denir, iyonik difüzyonun çok kısa mesafeler için geçerli olduğu düşünülmektedir.

Sıvı fazdaki yer değiştirmeler bizzat magma içinde, diferansiyasyon olaylarına bağlı olarak gelişebilir. Ayrıca, farklılaşmış sıvılar magma haznelerini terkederek uzaklara sürüklenebilirler. Bu yer değiştirmeler iç ve dış basınçlar veya tektonik kuvvetler nedeniyle sıvıların başka yerlere taşınması şeklindedir, Diferansiyasyon sırasında magma haznesinin alt kısmında derişmiş sıvıla­rın tektonik kuvvetlerle yankayaçlar içine itilmesine enjeksiyon denmektedir.

Gaz fazında yer değiştirmeler, uçucu unsurların hareket ye­teneği bakımından çok daha kolay gerçekleşmektedir. Çok daha düşük iç ve dış basınçlar veya tektonik kuvvetler uçucu unsurların uzak mesafelere sürüklenmesini sağlayabilir. Ayrıca, uçucu unsurlar çok daha ufak aralıklardan, hatta bazen kristal ağları içinden göç edebilmektedir.

Maddelerin katı, sıvı ve faz fazında yer değiştirmeleri sı­rasında yankayaçlarla yaptıkları kimyasal alışverişe metasomatoz denir.

E- MAGMALARIN KATILAŞMA EVRELERİ ; Magma refrakter maddeler (başlıca silikatlar) ile uçucu elemanlardan (H2O, CO2, HCI, HF, H2S, SO2 vb.) ibaret ikili bir sistem olarak kabul edilirse mag­maların katılaşma evreleri ısı - bileşim ve ısı - basınç diyagram­ları ile açıklanabilir. Bu maksatla NIGGLI (1929) diyagramları kullanılır. Niggli diyagramları, magmatik kökenli maden yatakla­rının oluşumunu da büyük ölçüde açıkladığından çok önemlidir.

a) Plütonizmaya bağlı olaylarda magmaların katılaşması dört evrede gerçekleşir (Şekil 73);

Ortomagmatik Evre (=asıl magmasal evre=likid magmasal evre) : En yüksek sıcaklıkların

(1200° - 700°C) egemen olduğu ve iç basıncın sürekli arttığı evredir. Magmatik kayaçların asıl

kütleleri bu evrede kristalleşir. Diferansiyasyon olaylarına bağlı olarak magmada daha önceden derişmiş bulunan Cr, Pt, Ni, Co, Cu, Fe, Ti gibi elementler katılaşmanın erken dönemlerinde maden ya­takları oluştururlar. Ortomagmatik evre sonunda magmanın büyük bir kütlesi katılaşmış, geriye silis, alümin, alkaliler, nadir element­ler ve uçucu elemanlarca zenginleşmiş kalıntı ergiyikler kalmıştır. Bu bakımdan Ortomagmatik evreden sonrakilere postmagmatik evreler denir.

2- Pegmatitik Evre : Sıcaklık (700° - 600°C) düşerken iç ba­sınç artar, iç basıncın artması uçucu elemanların oranlarının yükselmesine bağlıdır. Uçucu elemanlarca zenginleşmiş kalıntı magma-


nın alışkanlığı, dolayısıyle göç edebilme yeteneği büyük ölçekte yükselmiştir. Uçucu elemanlar minerallerin kristalleşme olanakla­rını da arttırırlar. Böylece Ortomagmatik safhada katılaşan kayaçların veya komşu kayaçların kırıklarında pegmatit denilen iri kristalli kayaçlar oluşur. Li, Be, Nb, Ta, Zr, Th, U, nadir toprak ele­
mentleri gibi unsurların konsantrasyonu bu evrede büyük ölçüde art­tığından kristalleşmeye katılmaları mümkün olur. Bu nedenle, pegmatitik evrede hem elementler, hem de mineral bakımından işletmeye elverişli maden yatakları oluşur.

3- Pnömatolitik Evre : Kalıntı magmanın büyük ölçüde uçucu elemanlardan ibaret bir ergiyik haline gelmesi nedeniyle, bu ev­renin başlangıcında iç basınç maksimum düzeydedir. Pnömatolitik evrede sıcaklık (~600° - 400°C) düşerken iç basınç da azalır, an­cak yüksek değerlerini korur. Çok büyük göç etme, eritme ve reaksiyon yapabilme yeteneğine sahip akışkanlar daha önceki evrelerde

katılaşmış kütlelerin içine veya yankayaçlara çatlaklar, mineral sınırları, hatta kristallografik düzlemler boyunca nüfuz ederek yeni mineralleşmelere, metasomatoza ve ayrısına olaylarına sebe­biyet verirler. Sn, W, Mo ve Bi bu evrede oluşan pnömatolitik ya­takların tipik elementleridir. Pirometasomatik yataklar da bu ev­rede meydana gelirler.

4- Hidrotermal Evre : Sıcaklığın 400°C'nin altına düşmesiyle başlar ve 100°C'ye inmesine kadar devam eder. Bu evre süresinde iç basınç da hızla azalır. Zira uçucu elemanların büyük bir bölümü önceden kristalleşmiştir. Geriye kalan uçucu elemanlar da ısının düşmesiyle yoğunlaşırlar ve sıvı hale geçerler. Böylece kalıntı magma su bakımından zengin eriyikler haline dönüşür. Bu hidrotermal sıvılar içinde kristalleşme ısısı düşük .birçok madde erimiş halde bulunur. Hidrotermal sıvılar gerek önceden oluşmuş magmatik kayaçların, gerek yankayaçların içine sısarak Cu, Pb, Zn, Au, Ağ, Sb, Hg, vb. maden yataklarının oluşumuna ve ayrışmalara (hidrotermal ayrışma) neden olurlar.

Hidrotermal evreye S03, C02 gibi çok düşük ısılarda dahi gaz halinde kalabilen bazı uçucuların yeryüzeyine yayıldığı bir solfatar evresi eklenebilir.

FERSMAN'a (1931) göre hidrotermal sıvılar katılaşmakta olan bir magmadan itibaren farklı iki şekilde olusabilmektedir;






Kalıntı Mağma Pegmatitik eriyik Hidrotermal eriyik

M


AĞMA Pnömatolik eriyik Hidrotermal eriyik (hidrotermalit)

Silikatların kristalleşmesi ( granit, vb.)

b) Volkanizmaya bağlı olaylarda mağma yeryüzünde veya yüze­ye çok yakın yerlerde kristalleştiğinden ısı ve basınç koşulları farklıdır (Şekil 74). Başlıca iki evre ayırt edilir:

İntratellürik Evre : Mağmanın yeryüzüne çıkmadan önce hazne içinde bulunduğu ve yükseldiği evredir. Fenokristaller bu evrede oluşurlar, intratellürik evre süresinde ısı düşerken, iç basınç artar.

Püskürme Evresi : Lavların aktığı ve yeryüzünde katılaştığı evredir. Yeryüzüne varan magmada ucucu elemanlar yeterince derişmemiştir. Dış basıncın ani olarak düşmesiyle magma kaynamaya başlar ve uçucu elemanların hemen hemen tamamı magmadan kurtulur.

Uçucu elemanların kurtulması sırasında meydana gelen reaksiyonlar nedeniyle lavların ısısı ani olarak yükselir. Daha sonra ısının tekrar alçalmasıyla volkanik kayaçlar oluşur. Magmadan kurtulan uçucu elemanlar ise:

Büyük bir oranda fümeroller halinde atmosfere karışırlar,

CO2 bakımından zongin gazlar (mofet) ile CC>2 ve H2S bakı­mından zengin gazlar (solfatar) yüzeye çıkış yerlerinde traverten, kükürt, borat, vb. gibi çökeltiler oluştururlar.

Uçucu elemanların bir kısmı lavların gözenek ve çatlakları içinde hapis olurlar. Bunlar yüksek ısılarda kristobalit, tridimit, hematit, vb. gibi minerallerin kristallerini çökeltirler. Daha son­


ra ısının düşmesiyle hidrotermal karakter kazanan eriyikler kalseduan, zeolit, klorit, epidot, kalsit, vb, gibi düşük sıcaklık minerallerini oluştururlar.

Anlaşılacağı gibi volkanik olaylarda intratellürik evre plütonizmalardaki ortomagmatik evrenin ancak bir kısmına tekabül et­mektedir. Pegmatitik evre görülmez. Pnömatolitik ve hidrotermal evre ise püskürme evresine tekabül etmekle beraber nadir element­ler yeterli düzeyde derişmeye fırsat bulamadıklarından maden ya­taklarının oluşması için ön koşullar gereği gibi mevcut değildir. Ancak, deniz altında meydana gelen volkanik olaylar maden yatakla­rı açısından çok daha verimlidir. Deniz suyuna karışan uçucu ele­manlar (H2S, vb.) ve bunların sürükledikleri metaller (Cu, Pb, Zn,Fe, vb.) tortullaşmayla ekzalatif - sedimanter yatakları oluşturur­lar .

Yer derinlikleri ile yeryüzeyi arasında gerçekleşen sübvolkanik olaylar ve bunlara bağlı sübvolkanlk aklar hem platonik, hem de volkanik özelliklere geçiş gösterirler.

F- MAGMALARIN KRİSTALLEŞMESİNDE UÇUCU ELEMANLARIN ETKİSİ : Yüksek sıcaklıklarda ve uçucu elemanların oranlarının çok düşük olduğu ortamlarda pirojen mineraller kristalleşir. Ortomagmatik evrenin ilk dönemlerine tekabül eden bu ortamlarda böylece olivin, piroksen, bazik plajiyoklazlar, lor omit,-İlmenit gibi mineraller oluşur.

Ortomagmatik evrenin sonlarında ve bunu takip eden evreler­de magmanın içindeki uçucu elemanların oranı gittikçe artar. Uçucu elemanlar içinde en çok bulunan H2 O'dur. Su buharına F, Cl, S^ As,C, P, B gibi elementlerin bileşikleri (HF, HCl, H2S, CO2, SO2 , metal klorür, metal flüorür, vb.) eşlik ederler. Kolayca bileşik­ler yapabilen, eriyebilme yetenekleri büyük ve buhar basınçları yüksek olan bu uçucu elemanlara pnömatolit adı verilir. Pnömatolitlerin başlıca etkileri şunlardır;

- Magmaların viskozitelerini azaltarak onlara büyük bir akı­cılık ve reaksiyon kabiliyeti verirler.

- Katılaşma süresince derişmiş nadir elementleri beraberlerin­de sürüklerler.

- Kristalleşme ısısını düşürürler.

- Minerallerin bileşimine girerek veya katalitik bir rol oynayarak onların kristalleşmesini kolaylaştırırlar. Bu nedenle pnömatolitlere aynı zamanda mineralizatör adı da verilir. Böylece,
uçucu elemanlarca zengin ortamlarda kristalleşen minerallere pnömatojen mineral denir, örneğin, kuvars, amfiboller, mikalar, alkalen feldispatlar, albit, turmalin, kassiterit, volframit, molibdenit, bizmütinit gibi mineraller pnömatojendir.

- Pnömatolitler daha önceden katılaşmış magmatik kayaçlara veya yankayaçlara etki ederek kimyasal ve mineralojik değişiklik­lere neden olurlar. Bu olaylara pnömatoliz denir.

G- CEVHER YERLEŞİMİ : îç kökenli senjenetik yataklarda cev­her, beraberinde bulunduğu plütonik kayaçlarla yaklaşık aynı za­manda katılaşmıştır. Genellikle bazik ve ultrabazik kayaçlarda rastlanan bu durumlarda cevher (kromit, manyetit, vb.) katmansı, mercek veya saçınımlar şeklinde yerinde oluşmuştur.

iç kökenli epijenetik yataklarda ise cevher içinde bulunduğu kayaçlara akışkanlar halinde başka yerden taşınarak gelmiştir. Cev­herli akışkanların katılaşarak içine yerleştikleri kayaca yankayaç denir. Yankayaç cevherli akışkanların türediği magmadan itibaren oluşmuş, fakat daha önce katılaşmış magmatik bir kayaç veya bu mag-matizmayla ilişkisiz çok daha önceki jeolojik zamanlarda oluşmuş herhangi bir kayaç olabilir. Cevherli akışkanların yankayaca gir­mesi ve yerleşmesi değişik biçimlerde olmaktadır:

a) Dolgu ( = ramplisaj ) : Cevherli akışkanların yankayaç içindea daha önce gelişmiş bir açıklığı doldurmasına dolgu denir. Kırık aralıklarının, irice boşlukların veya kovukların dolmasıyla damar,

mercek, stokverk ve yığın şeklinde yataklar oluşur. Pipo, baca ve breşik yapıdaki damarların breş parçaları arasındaki açıklıklara da cevherli akışkanlar dolgu şeklinde yerleşebilir. Dolguların en ayırtman özelliği cevher - yankayaç sınırının net ve düzlemsel olu­şudur. Damarlarda karşılıklı sınırlar paraleldir (Şekil 75 a) . Cev­her yapıları genellikle kuşaklıdır.

b) Ornatım ( = ramplasman = sübstitüsyon): Cevherli akışkan­ların yankayacın veya daha önce oluşmuş minerallerin yerini tama­men veya kısmen almasına ornatım denir. Ornatım biçiminde yerleşim madde alışverişi, yani metasomatoz ile gerçekleşir. Sadece ornatımla yerleşmiş cevherlerin bulunduğu yataklar enderdir. Genel­likle ornatım dolguya eşlik eder veya onu takip eder. Bu durumlarda dolgu özellikleri az çok kaybolur. Ornatımın en ayırtman özel­liği cevher - yankayaç sınırının belirsiz ve girintili çıkıntılı
olmasıdır. Ornatımla oluşmuş damarlarda karşılıklı sınırlar genellikle paralel değildir (Şekil 75 b) . Ancak çeperleri birbirine pa­ralel, ornatımla oluşmuş yataklar da vardır. Bu hal metasomatozun her doğrultuda aynı hız ile gelişmesiyle mümkün olabilir (Şekil 75c).

c) İçirme ( = empregnasyon) : Cevherli akışkanların yankayaç gözeneklerini, çok ufak ölçekteki boşluklarını doldurmasına içirme denir. İçirme dolgu şeklindeki yerleşimin bir çeşiti olarak da ka­


bul edilebilir. Ancak burada cevherli akışkanlar mikroskopik ölçekteki aralıklardan,, hatta kristal ağları arasından yankayaca girerek birbirlerinden ayrı taneler veya kümeler halinde kristalleşmişlerdir. (Şekil 75 d) Özellikle saçınım şeklindeki yataklar içirmeyle oluşur. Saçınımların çok yoğun olarak bulunmasıyla da yığın şeklinde masif yataklar meydana gelir. İçirmeyle oluşmuş yataklarda cevher yapıları genellikle beneklidir, içirmeye bazen ornatımda eşlik edebilir. Yerinde oluşmuş senjenetik bir cevherleşme ile dolgu, orna­tım veya içirmeyle oluşmuş epijenetik bir cevherleşme jeolojik bir zaman aralığından sonra tekrar harekete geçebilir. Bu olaya yeni­lenme ( = re jenerasyon) denir. Yenilenme ile cevherli akışkanlar aynı yerde veya göç ederek başka bir yerde yeni bir yatak oluştu­rurlar .

H- MAGMATİK KÖKENLİ MlNERAL BİRLiKLERİ VE SIRAYLA KRİSTALLENMELER : Magmaların katılaşma evrelerine, akışkanların göç ede­bilme yeteneğine ve fiziko - kimyasal esaslara bağlı olarak ancak belli: mineraller belli kesimlerde beraberce kristalleşebilirler. Böylece belli bir maden yatağında benzer kökenli mineraller parajenez adını verdiğimiz bir birlik oluştururlar, örneğin;

Kromit, platin

Manyetit, pirotin

Çinkoblend, pirit, galen, kalkopirit (B.P.G.C. parajönezi)

En sık rastlanan parajönezler ileride çeşitli maden yatakla­rı ile beraber verilecektir.

Bir parajönez içindeki mineraller aynı bir evrime bağlı ola­rak, fakat bu evrim içinde farklı zamanlarda kristalleşmişlerdir. Kayaç yapıcı minerallerin sırayla kristallenmesine fraksiyonel kristalleşme denmektedir. Fraksiyonel kristalleşme sürecinde mine­rallerin belli fiziko - kimyasal dengelere uyarak oluşturduğu sıra­ya ise reaksiyonel seri adı verilir. Cevher mineralleri de aynı fiziko - kimyasal dengelere uyarak sırayla kristalleşirler. Bu sı­raya süksesyon denir. Süksesyon doğal verilerin gözlenmesiyle sap­tanırsa gerçek süksesyon, deneysel verilerle saptanırsa normal ve­ya kuramsal süksesyon adını almaktadır.

BANDY'nin (1940) bellibaşlı mineraller için saptadığı normal süksesyon şöyledir: Kassiterit - manyetit - hematit - ilmenit - arsenopirit - pirit - pirotin - pentlandit - kalkopirit - çinkoblend - enarjit ve tennantit - bornit - tetraedrit - burnonit - galen - altın.

Doğada gözlenen gerçek süksesyonlar genellikle birbirleriyle bağdaşmakta ve normal süksesyonlardan pek az farklılık göstermek­tedir. Gerçek süksesyonlarla normal süksesyonlar arasındaki uyar-lılık, yatak ne kadar yüksek ısıda oluşmuş ise o kadar tamdır.

Aynı türdeki birçok yatağın gerçek süksesyonlarının birleş­tirilmesi sonucu genel süksesyonlar elde edilir. Bu genel sükses­yonlar ilerideki bölümlerde maden yatağı türleriyle beraber veri­lecektir.

Gerçek süksesyonların saptanmasında şu kriterlerden yarar­lanılır:

Bir mineral diğeri içinde bulunuyorsa, içteki mineral daha önce oluşmuştur. Ancak metasomatoz ve ayrışma olaylarıyla bu­nun tersi gerçekleşebilir.

Bir minerali veya bir mineral kümesini saran başka bir mineral kümesi genellikle daha sonra oluşmuştur.

İlk kristalleşen mineraller sonrakilere oranla daha otomorftur.

Grafik, mikrografik, ötektik, mikropegmatitik, pertitik gibi bazı dokular iki mineralin aynı anda kristalleşmesi sonucu meydana gelmiştir.

Eksolüsyon mineralleri ana mineralden daha gençtir.

Volkanik ve sübvolkanik kayaçlarda fenokristaller diğer­lerinden önce, porfiroid granitlerde ortoz porfiroblastları digerlerinden sonra kristalleşmişlerdir.

Breşik yapılarda berş parçalarını oluşturan mineraller çimentodaki minerallerden daha yaşlıdır.

Damarlarda genellikle kenarda en eski mineraller, ortaya doğru gittikçe daha genç mineraller oluşmuştur.

Maden yataklarında derine doğru gittikçe miktarı artan mineral diğerlerinden genellikle daha yaşlıdır.

Son iki kriterden de anlaşılacağı gibi süksesyon ile zonlanma arasında sıkı bir ilişki vardır. Genellikle süksesyon zonlanmayı aksettirir. Bir mostra ölçeğinde görülen süksesyon - zonlanma ilişkisi zaman faktörüyle açıklanabilir. (Şekil 76). Kuşaklı yapıya sahip bir damarın kenar kısımlarında ilk oluşan minerallerden sonra zamanla ortaya doğru gittikçe daha düşük ısılı, yani daha genç mineraller oluşacaktır. Daha büyük hacimlerde süksesyon-zonlanma ilişkisi ise mesafe faktörüyle açıklanabilir (Şekil 77). Cevherli akışkanların kaynaklandığı yerden veya başka bir deyimle ısı mer­kezinden uzaklaştıkça daha düşük, ısılı, yani daha genç mineraller oluşacaktır. Bu mesafe faktörü hem yatay, hem de düşey zonlanmalarda rol oynar.

Laboratuvar incelemeleri (cevher mikroskopisi, mikroprob, vb.) sonucunda ayrıntılı gerçek süksesyonlar saptanır, incelemeler bir mineralin oluşum süreci sonaermeden diğer bir mineralin oluşmaya başlayabileceğini göstermektedir. Zira jeolojik termometre olarak kullanılacak çok tipik mineral veya mineral birlikleri dışında diğerleri geniş bir ısı, dolayısıyle geniş bir zaman aralığında kristalleşirler. Bu nedenle süksesyonlar genellikle zaman faktörünü dikkate alan diyagramlarla gösterilir (Şekil 78).

P
irit

K

alkopirit Çinkoblend

G
alen

Şekil 78 Süksesycn diyagramı örneği. Kalkopirit, çinkoblend ve galen sırayla, fakat bir önceki mineralin oluşumu sona ermeden kristalleşmeye başlamışlardır. Pirit ise en önce oluşmaya başlamış, diğer minerallerin kristalleşmesi sırasında, hatta daha sonra olu­şumunu sürdürmüştür.

Çoğu maden yataklarda kısmi süksesyonlardan oluşan bir toplam süksesyon mevcuttur. Kısmi süksesyonların varlığı farklı zonlarda, yani farklı zamanlarda oluşan minerallerin tekrarlanmasından anla­şılır. Şekil 79'da hipotetik bir toplam süksesyon diyagramı veril­miştir.


O















L

U



Ş

U

M



S

I

R



A

S

I







MİNERALLER

ZAMAN

ISI

KISMİ SÜKSESYON 1

B

C

D








KISMİ SÜKSESYON 2

C

D

E









KISMİ SÜKSESYON 3

A

B

D



E







KISMİ SÜKSESYON 4

C

D

E









Sekil 79 Hipotetik bir toplam süksesyon diyagramı (A, B, C, D, E, F; gittikçe daha düşük ısıda oluşan mineralleri simgelemek­tedir) .

Kısmi süksesyonlar birbirlerinden ısı yükselmeleri ile ayrıl­mışlardır. Herhangi bir mineralin kısmi süksesyonlarda ardalanmasına rekürans (-mineral tekrarlanması) denir. Bir kısmi süksesyonun önceki kısmi süksesyonlara göre net bir şekilde daha yüksek ısılar­da başlamasına ise rejüvenasyon ( = mineral tazelenmesi) adı verilir.

Rekürans ve rejüvenasyon olayları çeşitli nedenlerle açıklamaya çalışılmaktadır.

plütonların birçok safhada sokulum yaparak yükselmesi,

plütonların etrafındaki izotermlerin önce yükselip, sonra alçalması,

İzotermlerin ritraik olarak yükselip alçalması.

Getirimlerin ritmik olarak değişmesi.

Basınç değişiklikleri.

2- Metamorfizma : Metamorfizma kayaçların daha evvel içinde bulunduklarından değişik fiziko - kimyasal koşullar altında yeniden kristallenmesi, böylece yani bir mineralojik bileşim ve yapı kazanmasıdır. Metamorfizma katı ortamda iyonların difüzyonu ile ger­çekleşir. Bu arada minerallerin sınırlarındaki küçük aralıklarda sıvı faz da bulunabilir.

Isı ve basınç metamorfizmayı sağlayan başlıca iki etkendir. Bu iki etkenindeğişik ranlarda rol oynamasına göre termik metamorfizma (kontakt metamorfizma) , termo - dinamik metamorfizma (böl­gesel metamorfizma = rejyonal metamorfizma), dinamik metamorfizma gibi türler ile çeşitli fasiyesler ve fasiyes serileri ayırt edi­lir.

Topoşimik koşullarda meydana gelen metamorfizmalarda kayaçlar eski kimyasal bileşimlerini koruduklarından element derişimi olmayacak, böylece yeni bir maden yatağı teşekkül etmeyecektir. Bununla beraber topoşimik metamorfizmayla:

- Eski bir maden yatağı yeni bir mineralojik bileşim ve yapı kazanabilir.

- Ekonomik olmayan bir kayaç yeni kazandığı mineralojik bi­leşim ve fiziksel özellikler ile maden yatağı niteliğine kavuşabilir. Bu tür maden yatakları özellikle endüstriyel hammaddeler bakımından önemlidir.

Metasomatik koşullarda meydana gelen metamorfizmalarda kim­yasal alışveriş genellikle çok kısa mesafeler içinde gerçekleşir. Bu nedenle maden jeolojisi açısından durum topoşimik metamorfizmadan pek farklı olmayacaktır. Daha ender olarak uzun mesafelerde gerçekleşen metasomatoz olaylarında ise söz konusu getirim steril olan migmadır. Bununla beraber metasomatik metamorfizmayla;

Bileşimleri çok farklı iki kayaç sınırında kontakt metamorfik yataklarda olduğu gibi yeni derişimler meydana gelebilir.

Yenilenme (= rejenerasyon) ile cevher yer değiştirebilir.

Çok ender olarak yeni maden yatakları oluşabilir.

MAGMATİZMAYA BAĞLI MADEN YATAKLARININ SINIFLANDIRILMASI

1- Katılaşma evrelerine göre : Niggli (1929) diyagramlarında belirtilen katılaşma evrelerine göre yapılan jenetik sınıflandırma şöyledir;

A . Ortomagmatik yataklar (~1200°-700°C)

B .Pegmatitik yataklar ( 700C°-600°C )

C . Pnömatolitik yataklar ( 600°-400°C )

D. Hidrotermal yataklar

a. Hipotermal yataklar ( 400C°-300°C)

b. Mezotermal yataklar ( 300C°-200°C)

c. Epitermal yataklar ( < 200°C)

Bu sınıflamayla ilgili notlar :

Bazı yazarlar ortomagmatik yatak deyimi yerine magmatik magmatojen, intramagmatik veya likit magmatik yatak deyimlerini kullanmaktadır.

Bazı yazarlar pnömatolitik yatakları asıl pnömatolitik yataklar ve pirometasomatik yataklar şeklinde iki kısma ayırmakta­dır. Pironetosomatik yataklar için kontakt pnömatolitik veya kontakt metasomatik yatak deyimleri de kullanılmaktadır.

Bazı yazarlar hipotermal yatak deyimi yerine katatermal yatak deyimini kullanmaktadır.


Yüklə 0,67 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   15




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə