Memleket Hikâyeleri / Ayfer Tunç



Yüklə 7,9 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə20/66
tarix26.09.2018
ölçüsü7,9 Mb.
#70871
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   66

hani  karısı  AvusturyalI  olan  mıydı?  Aile  epeyce  tartışıyor.  Ne­
relisiniz?  sorusuna  verecekleri  cevap çok uzun  ve  karışık.  Za­
ten  kendileri  de  altından  kalkamıyorlar.  Dolayısıyla  İstanbul­
luyuz  diyorlar.
Sarp’ın  tarafı  da  farklı  değil.  Babaannenin  ataları  1864’teki 
Kafkas  sürgünü  sırasında,  Sohum’dan  gelmişler.  Ama  babaan­
nenin kocası  Konya Karamanlıymış, evde Abhazca konuşulma­
sından  hiç  hazzetmezmiş.  Sarp ın  babası  annesinin  dilini  öğ­
renmemiş. Ama halası  her dile çok meraklıymış, bu  yüzden Al­
man  filolojisi  okumuş, ayrıca İngilizce  ve  İtalyanca  biliyor.
Damadın  dile  meraklı  halası  Sarp  sınır  kapısı  açılıp  Kafkas 
memleketlerine  gitme  imkânı  doğunca  birkaç  kez  Abhazya’ya 
gitmiş.  Her gidişinde  epeyce  kalmış,  hatta  fahri öğrenci  olarak 
bir süre  üniversiteye bile  devam etmiş.  Şimdi de  karı-koca  Rus­
ça  öğrenmeye  başlamışlar.  Eskişehirli,  İstanbul’da yaşayan,  ha­
layla  Alman  filolojisinde  öğrenciyken  tanışan,  annesi  Gürcü 
babası Tatar enişte,  Ruslarla iş yapan bir şirkette  ihracat müdü­
rü.  Rusçayı  hala  zevk  için,  enişte  iş için  öğrenmek istiyor.
Sarp  kapısı  lafı  geçince  herkes  dönüp  Sarp’a  bakıyor.  Sarp’m 
annesi lafa karışıyor.
“Yok,  hiç  alakası  yok,”  diyor.  “Benim  abim  koydu  Sarp’ın 
adını.  Biz  Keşanlıyız,  Sarp  kapısıyla bi  alakamız  yok.”
Gülüşüyorlar.
Halanın  Sohum  maceralarına  geliyor  sıra.  Abhazların  tem­
belliklerinden ve eğlenceye düşkünlüklerinden bahsediyor. Ba­
baanne dünyanın  çamını  devirmemiş gibi suratını  asıyor.
“M illetini  kötülemeye  utanmıyor  m usun!”  diyor  kızına, 
Türkçe.
“Yalan  mı?”  diyor  hala  Türkçe.  Milletin  lafını  hiç  üstüne 
alınmıyor.  “Tembel  değil  misiniz?”
Ayten  Yenge  ile  karşılıklı  Abhazların  ceplerinde  beş  kuruş 
olmasa bile iki dirhem bir çekirdek giyindiklerinden, har vurup 
harman  savurmayı,  düğün  dernek  yapıp eğlenmeyi  ne  çok sev­
diklerinden bahsediyorlar.  Sık sık Rusya’ya giden, orada Kafkas 
halklarıyla  da  içli  dışlı  olan  Eskişehirli  enişte  hararetle  ve  çok 
eğlenerek onaylıyor karısını.
85


Hala  küçük  bir  hikâye  anlatıyor.  Abhazya’da  bir  köyde,  bir 
sürü  oğulları olan,  çok neşeli, hayat dolu bir Abhaz ailesine bir 
süre  misafir  olmuş.  Aile  kendi  hikâyelerini  kendileriyle  dalga 
geçerek  anlatmışlar.
Hikâye  şu:  Abhaz  ailenin iyi  ürün veren  elma ağaçları ve  yı­
ğınla borçları varmış.  Aile bireyleri bir gün bahçenin  ortasında, 
borçlarına  rağmen  eksiksiz  donatılmış sofrada  oturmuş yemek 
yerlerken,  ağaçlara  bakmışlar ve  “Elmalar  çiçeklendi,  iyi  ürün 
verecek. Bu  sene ihmal etmeyelim de  toplayıp satalım,”  demiş­
ler.  Çiçekler  meyveye  durmuş.  “Elma  çok  olacak,  bu  sene  ih­
mal etmeyelim  de  toplayıp satalım,”  demişler.  Elmalar dallarda 
olgunlaşmış.  Aile bu  kez  “Şu  elmaların güzelliğine bak, bari  bu 
sene  ihmal  etmeyelim,  yarın  toplamaya  başlayalım  da satalım,” 
demişler. Elmalar dallardan düşmüş,  düştükleri yerde çürüme­
ye  başlamış.  Yine  aynı  masada  oturup,  yine borçlarına  rağmen 
yiyip içerken ailenin babası ağaçlara bakmış.  “Bu sene  de ihmal 
ettik,”  demiş,  “ama  seneye etmeyelim,  toplayıp satalım.”
Bu  gerçek  hikâyeye  babaanne  bile  gülüyor.  Ortam  yumuşu­
yor,  hala ile Ayten Yenge Abhaz fıkraları anlatmaya başlıyorlar. 
Babaanne  duramıyor,  o  da  anlatıyor.
Geç  oluyor,  neredeyse  yüzükleri  takmayı  unutacaklar. 
Eser’in  annesi  hatırlatıyor  da  gençler  nişanlanıyor.  Pırlantalı 
gerdanlığı babaanne bizzat kendi takıyor gelinin boynuna.
Misafirler gittikten sonra Eser’in annesi babaannenin Abhaz- 
ca  ne  dediğini  soruyor.  Ayten  Yenge  tam  doğruyu  söyleyecek­
ken vazgeçiyor.
“Vallahi  kötü  bir  şey  söylemedi  kadıncağız.  Midesi  ağrıyor- 
muş,  bu  sofradaki  şeylerden yiyemem  dedi,”  diyor.
Dilinin ilk  kez Abhaz şivesine  kaydığını fark ediyorlar, gülü­
yorlar.  Ayten  Yenge  babaannenin  dediği  gibi  yapıyor,  “milleti­
ni”  kötülemiyor.
86


Zanaatkarlar
Aralarında birer-ikişer yaş fark bulunan beş  kardeş, beş gecedir 
çoluk  çocuklarıyla  birlikte,  ölüm  döşeğindeki  babalarının  ba­
şında  toplanıyorlar.  Anneleri  başucunda  Kuran  okurken  öm­
rü  boyunca  karıncayı  incitmemiş  babaları  huzurlu,  ölmeye  ha­
zır görünüyor.
Baba  çalışkanlığıyla  meşhurdu.  Her  gün  sabah  ezanıyla  kal­
kar,  camiye  gider,  namazını  kılar,  sonra  da  “Bismillah!”  deyip 
caminin  hemen altındaki  küçücük  aktar  dükkânını  açar,  işinin 
başına  geçerdi.  Beş oğlu yıllardır doğru  dürüst gelir getirmeyen 
dükkânı  kapatıp  evde  oturması  için  ısrar  ediyorlar  ama  dinle- 
temiyorlardı.
Altı  gün  önce,  fındık  kadar  kuru  zencefil,  yarım  çay bardağı 
ıhlamur,  bir  tatlı  kaşığı  hibiskus,  bir  tatlı  kaşığı  şahtere  otun­
dan  oluşan,  öksürüğe iyi gelen  karışımını  küçük poşetlere dol­
dururken  birden fenalaştı.  Dükkân  komşuları  hemen  hastane­
ye  götürdüler.  Doktorlar  halini  iyi  bulmadı.  Kalp,  ciğer,  böb­
rek  ne  varsa  iflas etmiş, yaşlılıktan.  “Evine  götürün,  çoluk ço­
cuğuyla  helalleşerek ruhunu  teslim etsin,” dediler. Onlar da al­
dı eve getirdi. Şimdi başında üzüntüyle bekliyorlar.
Baba  son  nefesine yaklaşırken  gözünü  açıyor,  büyük  oğluna 
yaklaş  diye  işaret  ediyor.  Anne  ayaklanıyor,  okuduğu  Kuran’ı
87


kenara  koyup  kalkıyor.  Hepsi  başına  toplanıyorlar.  Baba  oğul­
larına  hitaben  güçlükle  konuşuyor.
“Hakkınızda  en  hayırlısını  istedim,”  diyor.  “Altın  bileziğiniz 
olsun,  kendi  kendinizin efendisi olun istedim.”
Çocuklar  “Çok  şükür  baba,  sayende  hepimizin  altın  bilezi­
ği var,”  diyorlar.
Baba  ne  fayda!  der gibi bir el  işareti  yapıyor.
Oğullar aslında  ne  demek  istediğini  anlıyorlar.
Baba  en  büyük  oğlunu  marangoza  çırak  vermişti,  gün  gelsin 
kendi  marangozhanesini  açsın,  kendi  işinin  sahibi  olsun  diye. 
Oğlu  maharetli  bir marangoz  oldu,  babasının istediği gibi ken­
di atölyesini  açtı.  İşleri uzun yıllar iyi gitti ama sonra ne olduy­
sa  hayat  hızla  değişti.  Kimse  marangoza  kapı  pencere  doğra­
maları,  mutfak  dolapları  veya  bebek  karyolası  yaptırmaz  oldu. 
Herkes  hazır almaya başladı.  Çaresiz atölyesini kapattı,  mobil­
ya  fabrikasına  işçi girdi.
İkinci oğul dükkânını devam ettirecek bir oğlu olmayan yaşlı 
bir Arnavut kasaba çırak  oldu.  Arnavut’un kızıyla evlendi, dük­
kânı  devraldı.  Epeyce  işletti  ama  marketler  şehri  ele  geçirince, 
günler siftahsız geçmeye başladı.  Masrafla  baş  edemedi,  kapat­
tı.  Şimdi  Migros’ta,  kasap reyonunda çalışıyor.
Üçüncü  oğul  terzi  oldu.  İyi bir erkek  terzisiydi, askerden ge­
lir gelmez şehir  merkezinde dükkân  açtı.  Takım  elbise dikme­
ye yetişemiyordu.  Ama konfeksiyon başlayınca müşterinin aya­
ğı  kesildi.  Epey  direndi  ama  olmadı.  Şimdi  bir  mefruşatçıda 
tezgâhtar,  gece  yarılarına  kadar  çalışıyor.  Emekli olup  evinde 
oturmaktan başka bir dileği yok.
Dördüncü  oğul  iş  hayatına  demir  doğrama  atölyesinde  baş­
ladı.  Yaptığı  ferforje  balkon  demirlerinin  üstüne  yoktu.  Babası 
bugün yarın kendi dükkânını açar diye bekledi ama oğlan denk 
getiremedi bir türlü. Şimdi elektrikli vinç imalatı yapan bir fab­
rikada  ustabaşı,  ama  hâlâ boş  kaldıkça  kâğıtlara  ferforje  desen­
leri çiziyor.
Beşinci  oğul  en  haylazlarıydı,  baba  bir  türlü  bir  altın  bile­
zik  sahibi  olmasını  sağlayamadı.  Hiç  değilse  okul  okusun  de­
di.  Oğul onu  da yapamadı,  ticaret lisesini ikiden terk etti.  Şim­
88


Yüklə 7,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə