ne. Genç çifte veda ediyorlar, çıkıyorlar. Hemşirenin otobüse
bineceği durak, kadının yolunun üstünde.
Yokuş yukarı yürüyorlar, konuşmadan. Hafif bir tepe aşacak
lar, sonra düzleşecek yol. Yerler yine çıtır çıtır buz. Ama gökyü
zü öyle berrak ki yıldızlar görünüyor. Kadının aklı o otuz sani
ye süren buzlaşma anında.
“Ben (,..)’dan nefret ederim,” diyor hemşire. “Hayatımın en
kötü zamanlarını orada yaşadım.”
Kadın şaşırmıyor, sorunun (,..)’la ilgili olduğunu tahmin et
miş. Göz göze geliyorlar. Hemşire o güzel gülüşündeki acılığın
ve gücün sırrını ortaya koyan bir geçmiş anlatıyor.
Öğretmen babasının (...)’nın bir köyünde çalıştığı ilk yıllar
da çok mutlularmış. Köy halkı onları öylesine içtenlikle bağrı
na basmış ki, annesi bu köyde bir ev yaptırıp yerleşme hayal
leri bile kuruyormuş. Ama bir gün köy halkı, Alevi olduklarını
öğrenmiş. Hayatları bir gün içinde cehenneme dönmüş. Herkes
selamı sabahı kesmiş. Fanatik Sünni aileler çocuklarını okul
dan almış. Muhtar gitsinler diye köy halkından imza toplama
ya kalkmış. Bir süre bu hakaretlere, aşağılanma ve dışlanmaya
dayanmak için gayret etmişler. Milli Eğitim tayin isteyen baba
sına bir sürü zorluk çıkarınca babası öğretmenlikten istifa et
miş. Yalnız köyü değil, bütün güzel ve mutlu anılarıyla birlik
te (...)’m terk etmişler. Babası çok geçmeden ölmüş. Kardeşleri
yatılı okullara dağılmış, onun payına da hemşirelik okulu düş
müş. Bir süre sonra annesi de ölmüş. Ailesi dağılmış. Hemşire
hayatının o dönemini unutmak için çok zaman harcamış. Yıl
larca terapiye gitmiş, ilk fırsat bulduğunda yurtdışına çıkmış,
bir süre şehir şehir, ülke ülke dolaşmış, sonunda Londra’ya gel
miş ve bir daha Türkiye’ye ayak basmamış.
“İlkokul ikideydim,” diyor, “kapımıza kırmızı boyayla çarpı
işareti çizdiklerinde.”
Unutabildiğini sandığı kırmızı çarpı işaretiyle terapide yüz
leşmiş.
Kaskatı bir sessizlik oluyor. Kadın söyleyecek bir söz arıyor.
Çok üzüldüm veya özür dilerim. Hangi köydü? Ama bu kor
kunç bir şey!.. gibi saçma sapan, o anda hiçbir anlamı olmayan
74
sözler. Aklından geçen bu sözlerin hiçbiri hissettiği acıya der
man olmuyor. O kırmızı çarpı işaretini sanki kendi ailesi çiz
miş gibi utanç duyuyor. Kalbini ağrıtan şeyin ağır bir utanç ol
duğunu fark ediyor. Kalp Ağrısı. Susuyor.
Hemşire, kadının yüzündeki bu ağır utancı okuyor, gülüm
süyor.
“Üzdüm seni, kusura bakma n’olur,” diyor. “Seninle bir ilgi
si yoktu.”
Olmaz olur mu, var. Bir gün önce bağrına bastığı bir aileye
sırf başka bir inanca mensup diye hayatı zehir eden o köyün in
sanlarına memleketlim diyebiliyorsa onunla ilgisi vardır ve ol
malıdır da. O çarpıyı çizen eller muhtemelen hayatta. O ellerle
tokalaşmış olmadığı ne malum? Bu elin sahibi iyi bir insan ben
ce diye düşünmediği ne malum?
Otobüs gelip de hemşire bininceye kadar yanında bekliyor.
Hâlâ söyleyecek bir sözü yok. Hâlâ tek kelime söylememiş.
Otobüs geliyor. Hemşireyle kucaklaşırken utançtan yüzü yanı
yor. Bu utanç olmasa bu kadar sıkı, böyle özür dilercesine sa
rılmayacak hemşireye.
“Kaç yılıydı?” diye soruyor. “Köyün adı neydi?”
“Boş ver,” diyor hemşire, gelen otobüse biniyor, el sallayıp
gidiyor.
Yatağı buz gibi gene. Rüzgâr Viktoryen evin pencere camla
rını zangırdatıyor. İki çift çorap, hırka, yorganın üstünde polar
battaniye, yatağın içinde sıcak su dolu termofor. Yine de içi do
nuyor ama yüzü utançtan yanıyor.
Ne çok utandığını düşünüyor. Ülkesi adına utanmaktan yor
gun düştüğünü ve bu utancın sadece çok eskide kalan bir geç
mişe değil, yakın düne, hatta bugüne de ait olduğunu.
Ülkemi sevmek için elimde ne kaldı? diye soruyor kendine.
Kalp ağrısı.
75
Pontus
Önce emin olamıyor. Televizyonda bir kadının incenin incesi
yufkalar açmasına, bakır tavada tereyağı eritmesine göz ucuyla
bakıyor. Sonra birden fark ediyor ki kadın şimdi de muhallebi
pişiriyor. Telefonu kaptığı gibi annesini arıyor.
“Anne Alice TV’de Laz böreği yapıyorlar!” diyor. “Yapan ka
dın o değil, ama mutfak Hüsniye Ablaların mutfağı!”
Annesi çok şaşırıyor. “Hüsniye hiç öyle bir şeyden bahset
medi,” diyor.
Israr ediyor kadın. “Hüsniye Abla’nın mutfağı koyu kahve
rengi maun değil mi? Tezgâhı mermer, musluğu da pencere
nin önünde. Raflara, uçları kanaviçeli üçgen örtü örtülü işte!
Onun mutfağı!”
“Elâlemin karısı niye Hüsniye’nin mutfağında Laz böreği
yapsın?” diyor anne.
“Canım belki Hüsniye Abla televizyona çıkmak istememiş
tir.”
“Dur,” diyor anne, heyecanlanıyor. “Hüsniye’yi bir arayayım
da sorayım.”
İkisi iki taraftan telefonlara sarılıyorlar. Kadın tanıdığı ne ka
dar Rizeli, Pazarlı, Oflu, Ardeşenli, Arhavili, Hopalı, Fındıklı-
lı, Maşukiyeli varsa arayıp Alice TV’de Hüsniye Abla’nın mut
76
fağında Laz böreği yapıldığını haber veriyor. Kadının aradığı ta
nıdıklar da kendi tanıdıklarını arıyorlar. İnanılmaz bir telefon
zinciri kuruluyor. Gökyüzü Alice TV’de şu anda Laz böreği ya
pılmakta olduğunu söyleyen hisli cümlelerle doluyor.
Evinde Digiturk olan Alice TV’yi açıyor, karşısına geçiyor.
Anne Digiturk’ü olmadığı için çok hayıflanıyor, ah keşke olsay
dı da milli yemekleri Laz böreğinin televizyonda yapılma anını
seyredebilseydi! Böyle bir gurur kaçırılır mı?
Mutfak Hüsniye’nin mutfağı mı tam emin değiller, ama hiç
şüphe yok, yapılan Laz böreği. Televizyondaki kadın yufka
ların arasını tereyağıyla yağlıyor, soğumuş muhallebiyi dökü
yor. Gerçi adı börek bunun, aslında tatlı. “Laz” işte! Bu böre
ğin bir benzerini Ege’de yapıyorlar, adına da muhallebili bak
lava diyorlar.
Programı izleyenlerin gözünden yaş gelecek sevinçten. Elin
İtalyan’ı, Avrupa’nın yerel mutfaklarını öve öve bitiremeyen
ama Ege’nin karşı yakasına, Anadolu’ya geçtiği görülmeyen
Alice TV nihayet Rize’yi, Laz böreğini keşfetmiş. Milli gurur
la doluyor kadın.
Fakat az sonra huylanmaya başlıyor. Programı niye ruhsuz
bir kadın seslendiriyor ki? Böreği yapan kadın nasıl yapıldığı
nı anlatmaktan aciz mi? Sesle ağız da birbirini tutmuyor. Bu iş
te bir tuhaflık var diye düşünüyor. Tadı kaçıyor.
Tam o sırada annesi arıyor. “Hüsniye’nin bir şeyden haberi
yok,” diyor. “Televizyondaki onun mutfağı değilmiş, ama Şa-
duman’ınki olabilir, dedi. Bi arayıp soracak..”
“Aman boş versin,” diyor kadın coşkusu sönmüş bir sesle.
Bir burukluk yerleşiyor içine. Televizyondaki kadın böre
ği fırına koyuyor, yine o ruhsuz ses konuşup duruyor, şerbe
tin nasıl yapılacağını anlatıyor. Az sonra Laz böreğinin yapıl
dığı yerden görüntüler geçmeye başlıyor. Ama burası Ardeşen
değil, Rize, Hopa, Fındıklı, Beşikdüzü, Vakfıkebir, Of, Borçka,
Arhavi, Pazar, Hemşin hiçbiri değil. Bir kilise görüntüsü geçi
yor, televizyondaki şehir onların oraya hiç benzemiyor. Arka
da Yunanca bir şarkı çalmaya başlıyor. Az sonra aynı ruhsuz ses
Girit mutfağına ait bu tatlıyı övüyor da övüyor.
77
Dostları ilə paylaş: |