Cangülüm
Hafızamda yıllarca peşinden koştuğum, rüyayı andıran bir gö
rüntüler dizisi var ama rüya olmadığından eminim:
Bir akşam alacası. Beş-altı genç kız bir sokak arasında top
lanmışlar. Kısa kollu elbiseler giymiş olduklarına göre mevsim
bahar olmalı. İçlerinden biri çift kulplu, geniş ağızlı, içinde su
olan yayvan bir testiyi kızlar arasında dolaştırıyor. Kızlar ma
niye benzer sözler söyleyerek içine bir şeyler atıyorlar. Bir kü
pe teki, bir yüzük, bir toka. Biri bir çengelliiğne atıyor, çengel-
liiğne atılması tuhaf çünkü süs eşyası değil. Ardından bir baş
ka genç kız, süslü bir düğme atıyor. Bir genç kız bir kâğıdı par
mak ucu kadar kalacak şekilde katlayıp atıyor mu yoksa bunu
ben mi uyduruyorum emin değilim. Testiyi dolaştıran kız, tür
kü söylüyor ya da mani, orası bulanık. Kızlar çok neşeliler, gü
lüyorlar, birbirlerine takılıyorlar. Hava iyice kararıyor, güneşin
kızıllığı tamamen çekiliyor. Testiyi bir ağacın dibine gömüyor
lar. Galiba. Sonra ne oluyor? Bilmiyorum, gerisi yok, silinmiş.
Yıllar önce çocukluğumun ilk dönemlerine ait, zihnimden
silinmeyen bu görüntülerin işaret ettiği ritüelin peşine düşmüş;
anneme, ablama, teyzeme, Adapazarı’nda yaşayan, iyiden iyiye
yaşlanmış birkaç kadına sormuş, hiçbirinden doyurucu bir ce
67
vap alamayınca da peşini bırakmıştım. Bu kitaba çalışmaya baş
layınca aynı görüntüler yine gözlerimin önünde belirdi. İkide
bir kendilerini hatırlattılar. Bu anı parçası hakkında bir şeyler
yazmak istiyordum ama somut bir şeye dayandıramıyordum.
Yazmaya kalktım, yazdıklarım tuhaf bir rüyanın anlam taşıma
yan tarifini aşmayınca vazgeçtim, Agos gazetesinde birkaç satır
okuyuncaya kadar.
Agos’ıın Ermenice sayfalarında yer aldığı için okuyamadığım
bu yazının ilk sayfada verilen özetinde niyet, testi, adak, yüzük,
bahar sözcüklerinin geçtiğini görünce aradığım şeyi bulduğu
mu hissettim. Yazıyı Ermenice kaleme alan Sarkis Seropyan,
Agos gazetesine yazılar yazan Nayat Karaköse aracılığıyla bana
Türkçesini ulaştırdı. (Her ikisine de teşekkür ederim.) Yazıyı
okudum ve çocukluğumda tanık olduğum bu ritüelin Ermeni-
cesi Vicag (niyet) olan Cangülüm veya Niyet Bayramı olduğu
nu anladım. Seropyan yazısında şöyle diyordu:
Hampartsum sabahı, güneş doğarken yedi kız, yedi avuç do
lusu su doldurdukları deslilerine yedi çeşit çiçek ve yedi de
ğişik yaprak katar, daha sonra evden eve dolaşarak kızlara ait
yüksük, küpe, düğme gibi ufak tefek eşyaları atarlardı içine.
Bu desti daha sonra çekilecek niyetlerin temeli olur, şarkılara
her ara verildiğinde rasgele bir mani söylenir ve bir niyet çeki
lirdi. Daha sonra, niyet sahibi bir diğer arkadaşı için manisini
okur, niyet çekerdi. Gençlerin yemeği ise birbirine atıp kırdık
ları yumurtalardan arta kalanlara sebze ve yeşillikler katarak
tereyağında kızarttıkları
d a b g o t z
denen bir çeşit omlet olurdu.
(...) Kutsal Haçkarlara, Tukh-M anuk adı verilen adak yerleri
ne ve ulu çınarların dallarına genç kız ve erkekler çiçekler ve
giysi parçaları bırakır, bu adakların onları bazı dertlerden arın
dırdığı gibi, ileride evlenecekleri eşlerini seçm elerine de yara
rı olacağına inanırlardı.
Çocukluğumun en erken döneminde, 1966-67 yılları olma
lı, bir Cangülüm Bayramı’nın “niyet toplama” kısmına tanık ol
muşum. Artık hafızamda inatla varlığını sürdüren bu görüntü
lerin rüya veya uydurma olmadığını biliyorum.
68
Ama niye herkes unutmuş? Niye kimse hatırlamıyor?
Baharı bunca güzel karşılayan, havayı aşk, sevgi ve gençlik-
le dolduran bu ritüel ya da bayram niye unutuldu? Bir Ermeni
bayramı olduğu için mi? Yasaklanmış olabilir mi? Müslüman
aileler kızlarını bu Ermeni geleneğini sürdürmekten men et
miş olabilirler mi? İyicil duygular veren bir gelenek neden sür
gün edilir? Başka bir din ve kültüre ait diye mi? Aşkın, sevgi
nin, gençliğin, baharın bir dini olabilir mi?
Yüzlerce yıldır süregelen bir bayram nasıl biter? Son Ermeni
de şehri terk edince mi?
69
Çai'pı işaretini öğrenmenin
yarattığı kalp ağrısı
Z. Durukal, G. Yıldız
ve Y. Yıldız’a
Hava buz. Öğle saatlerinde bile eksi ikinin üstüne çıkmıyor.
İngiltere’nin son yüzyılın en soğuk kışını yaşadığı söyleniyor.
Christmas sırasında öyle bir kar yağıyor ki, Londra’da metro ve
otobüs seferleri aksıyor, tiyatrolar oyunlarını iptal ediyor, ha
vaalanları kapanıyor, Londra-Paris treninin yolcu kuyruğu ki
lometrelere ulaşıyor.
Televizyon kanalları kar nedeniyle ülke çapında kapanan
yolları, tatil edilen okulları, havaalanlarında bavullarının üs
tünde uyuyan yolcuları, alkolle yıkanan uçakları ve dünya
nın bu tarafı soğuktan donarken altın rengi plajlarda denize gi
ren, sörf yapan, dondurma yiyen insanları göstermeye doyamı
yor. Hava durumundan bahsetmeyi ve bu bahsi manyakça sev
meyi ulusal karakter özelliği olarak benimseyen lngilizlere de
gün doğuyor. Kar ve soğuğun günlük sohbetlerde tuttuğu yer
on kat artıyor.
Aldığı nefesin bu kadar soğuk olabileceğini ilk kez fark edi
yor kadın, acaba içime buz tanecikleri mi çekiyorum diye dü
şünüyor. Kaldığı ev öyle ısınmıyor ki, öğrenciliğinden beri ilk
kez çorapla yatıyor. Londra’ya gelirken belki birini kaybederim
diye yanma aldığı iki çift eldiveni üst üste giyeceği aklına gel
mezdi. Yazar olarak tanıdığı ama Londra’da tanıştığı Musa Far-
70
Dostları ilə paylaş: |