Bu üç evde yaşayanların hepsi dinlerine bağlı, iyi kalpli, yar
dımsever, aynı zamanda neşeli, hayat dolu insanlar. Yiyip iç
meyi, eğlenmeyi, nişanları, düğünleri, hıdrellez ateşi üstünden
atlamayı seviyorlar. Yaz ramazanları gibi çamaşır günlerini de
şenliğe çeviriyorlar. Çamaşır yıkarken şarkı, türkü söylüyorlar,
şakalar yapıyorlar. Yaşlı kadınların işi onlara soğuk su yetiştir
mek, küçük molalar için çay demlemek, arada birer sigara tüt
türsünler diye ortadan kaybolmak. Büyüklerin yanında siga
ra içilmiyor.
İkindi ezanı okunup yaşlılar namaza durduklarında bütün ça
maşırlar karadutun dallarıyla pencere demirleri arasına gerilen
iplere asılmış olacak; karadut, dallarında salınan renk renk ça
maşırlarla dilek ağacına benzeyecek. Yorgunluktan bitap düş
müş kadınlar çaylarını içerlerken kalplerini de yıkayıp astıkları
çamaşırlar kadar temiz hissedecekler. Onlar iyi insanlar çünkü.
Nihayet dağ gibi çamaşırın hakkından geliyorlar. Leyla ma
kineyi yerine sürüklüyor. Leğenleri topluyorlar, kazanları kal
dırıp ateşleri söndürüyorlar Taşlıktaki masada ikindi kahval
tısı hazır. Çay kokusu sarmış ortalığı, börek fırından çıkmış.
Sofraya oturuyorlar ve çamaşır şenliğinin en güzel kısmı baş
lıyor; sohbet.
Karşı mahalleden bir delikanlı nişanlanmış. İçlerinden bi
ri “Gelin hangi millettenmiş?” diye soruyor. Böylece, sık sık ol
duğu gibi, bu temiz kalpli, iyi insanların sohbet konusunu Çer-
kezler, Abhazlar, Gürcüler, Lazlar, Adigeler, Kabartaylar, Po-
maklar, Boşnaklar, Tatarlar, Çeçenler, Arnavutlar, Manavlar,
Türkmenler, Makedonlar, Yörükler, Ermeni ve Rumların bı
raktıkları yerlere yerleştirilen “macır” dedikleri Balkanlı muha
cirler; Gümülcineliler, Vodinalılar, tskeçeliler, Varnalılar, Ko-
sovalılar, Selanikliler, Dramalılar, Serezliler, Manastırlılar, Boş
nak Mahallesinde, Tatar Mahallesinde, Çingene Mahallesinde
oturanlar, bütün bu milletlerin âdetleri, huyları, iyi ve kötü ta
rafları, haklarında anlatılan hikâyeler, rivayetler oluşturuyor.
Birbiriyle akraba olan bu beş aile, gelinlerinden birkaçı dı
şında, aynı millet’ten. Hangi millet olduğunun bir önemi yok.
Çünkü aynı şehirde, başka evlerde oturan, başka milletlere
64
mensup iyi insanlar da benzer hikâyeleri başka milletler için
anlatıyorlar. Bu küçük şehrin, evlerinde anadilleri olduğunu
hiç düşünmedikleri ikinci dillerini konuşan iyi insanlarının
hepsi kendilerini Türk ve Müslüman görüyor.
Çerkez gelinlerinin hürmetkârlığını, Bulgar muhacirlerin
çalışkanlığını, Boşnak kızlarının güzelliğini övüyorlar. Arna
vutların inatçılığından, Lazların sinirinden, Abhaz erkekleri
nin tembelliğinden, Gürcü kadınlarının huysuzluğundan şikâ
yet ediyorlar. Onların dünyasında bir milletler hiyerarşisi var
ve bu hiyerarşinin en tepesinde kendileri, en altta da Çingene
ler yer alıyor.
Bu iyi insanların gözünde Çingenelerin tamamı hırsız, pis ve
dinsiz. Haklarında konuşmaya bile değmez. Öte yandan, Laz-
lar sinirli, Abhazlar tembel, Arnavutlar inatçı olabilir; ama so
run değil, pek gönüllü olmasalar da kız alıp verebilirler. Çünkü
hepsi Müslüman ve hiçbirinin Türklükle bir zoru yok.
Aynı şehirde, iç içe yaşadıkları milletler hakkında fütursuzca
konuşup gülerlerken sohbetlerine kapkara bir is çöküyor. Hep
böyle oluyor, eğlenceli hikâyelerle başladıkları sohbetleri nef
ret dolu yargılarla bitiriyorlar.
O günlerde nereden gelmişse şehre bir siyah gelmiş. İçle
rinden biri bu “gündüz feneri”ne çarşıda rastlamış, sözde ödü
kopmuş. Hayatında ilk defa kömür gibi kara bir “zenci” gören
kadın, Arap diye tanımladığı siyahiyi korku süsü verdiği bir
alay ve küçümsemeyle anlatıyor. Biri radyoda dinledikleri Ba
cı Kalfa’mn taklidini yapıyor. Ölüyorlar gülmekten. Zencile
rin uğursuz olduklarına dair hurafeler, söylentiler gırla gidiyor.
Genç kadınlardan biri, bir insan evladının aklına gelebile
cek en korkunç soruyu soruyor: “Zenciler insan sayılır mı, sa
yılmaz mı?”
Tuhaf olan, hiçbirinin bu soruyu korkunç bulmadan, “T a
bii kı insan, Allah onları da öyle yaratmış,” diye cevaplamaları.
Alevi oldukları ortaya çıkan bir aileye dünyayı nasıl dar et
tiklerini hatırlıyorlar sonra. Övünerek anlatıyorlar. Çocukları
na camlarını taşlatmışlar; yollarını kesmişler; kapılarına tavuk
kanı sürmüşler; bakkal, kasap -elbette kahraman, Türk ve Sün-
65
ni Müslüman- onlara satış yapmayı reddetmiş. Alevilerden şey
tani tariflerle bahsediyorlar.
Bu “dini ve milli” sohbetlere Kürtleri nadiren konu ediyor
lar çünkü şehirlerinde Kürt olduklarını tahmin ettikleri insan
lar varsa da, açıkça söyleyen, “Ben Kürt’üm,” diyen yok. Zaten
otuz küsur yıl sonra şehrin tarihine Kürtleri linç etme girişim
lerini, bu iyi insanların torunları yazdıracak, hem de üç kere.
Irkçı deyimler, tekerlemeler, atasözleri ağızlarında yuva yap
mışsa da henüz köpürmüş sayılmazlar, seslerinde tekrar tek
rar anlatılmaktan coşkusu yıpranmış bir nefret var. Ne zaman
ki içlerinden biri, bir zamanlar bu şehirde Ermenilerin, Rumla
rın hatta Yahudilerin yaşadığını söylemeye kalkıyor, işte o za
man öfkeleniyorlar. Bu iyi insanların kullandıkları dil, ağızla
rında insanlığı parçalayan çarklara dönüşüyor. Söyleyeni söyle
diğine pişman ediyorlar. 1915’i duymuşlukları yok. Ya da geç
mişi mükemmelen silen bir hafızaları var. On dokuzuncu yüz
yılın sonunda bu şehirde yaşayan her dört kişiden birinin Er
meni, her beş kişiden birinin Rum olduğunu bilmeyi, duymayı,
öğrenmeyi reddediyorlar.
Ama cumhuriyetin ilk yıllarında bu şehirde doğan büyükan
ne, şehrin tarihindeki Hıristiyanların varlığını doğruluyor ve
atalarının -hepsi nur içinde yatsın- gâvurların tümünü kov
duklarını, bir tekini bile bırakmadıklarını gururdan göğsü inip
kalkarak anlatıyor.
Büyükanne “gâvurun başının nasıl kahramanca ezildiği
ni” anlatırken, hepsi iyi insanlar olan bu aileye Istanbul-Feri-
köy’den gelin gelen Leyla, kendi annesinin gerçekten Ermeni
dönmesi olup olmadığını merak ediyor. Lafını sözünü bilme
yen bir teyzesi vardı, Leyla çok küçükken ağzından kaçırmıştı,
ama hemen inkâr etmişti. Leyla alacağı cevaptan korktuğu için
annesine sormadı. Artık istese de soramaz. Annesi öldü çünkü.
Hacı babasına soracak olsa cevap almak yerine okkalı bir tokat
yiyeceğini biliyor.
Yıllar sonra Leyla’nın kızı örtüsü yırtılmış bu sırrı, inkâr et
mesini umarak annesine soracak. Leyla tüm kalbiyle hayır di
yecek. Onlar dönme falan değil, özbeöz Türk ve Müslüman.
66
Dostları ilə paylaş: |