«'«»«I
Wı y .f
^
*we:a :)>*,
TMfcH » s »
*
MttUl
'i
eıcttrm
HUfeSijftRi
Ahşap Cami’nin yaygın olarak bilinen yok oluş hikâyesi bence
dünya çapındadır. (Yeri gelmişken: İstanbul’da 1950’den bu ya
na büyük çoğunluğu cami olmak üzere, üç yüzden fazla birinci
derecede tarihi eserin yok olduğu kayıtlara geçmiştir.)
Şehirler eskir, eskidikçe de değerlenir. Ama bu eskiyişte za
mana bilgece bir meydan okuma, gururunu ve gücünü tarihin
den, kendi değerlerinden alma yeteneği bulunmalıdır. Ancak
39
bu yeteneğe sahip şehirler dünyanın geri kalanına tepeden ba
kabilir. Şehrinin bilgece eskime yeteneği yoksa bir zamanlar
var olan tarihini ve güzelliğini kendi yazdığın (çoğunu da uy
durduğun) kitaplardan okursun. İstersen yok olup giden şeh
rinin arkasından ağıt niteliğinde yazılar yazıp ağlayabilirsin,
(şu anda benim yaptığım gibi). Arsa açacağım, bina dikeceğim,
zengin olacağım diye gözü dönmeyenlerdensen, bir avuç şehir-
severden biriysen, senin gibilerle bir araya gelip devlet duvarla
rını yumruklayarak sızlanabilirsin. Kana kana acı çekebilirsin.
Zenginlik de iyidir öte yandan. Kim şehrinin yoksul ve za
vallı olmasını, kendi ürettiği pisliğin içinde boğulmasını ister
ki. Ama değere dönüşen zenginlik iyidir. Zenginlik açgözlüy
se, doymak bilmiyorsa, tamahkârlıkla besleniyorsa kendini var
eden değerleri yer bitirir.
İstanbul bitiyor. Çok yakında siluetine bile tecavüz edilmiş,
belki daha zengin ama kesinlikle çakma bir İstanbul’un ruhu
çalınmış/satılmış sakinleri olacağız. Hakiki İstanbul’u ancak ki
taplardan görebileceğiz. Onun için, hazır tamamen bitmemiş
ken İstanbul hakkında daha çok kitap yazılsın, “coffetable bo-
ok” tarzında, büyük boy, renkli, resimli, parası mühim değil. I
I
40
Fotoğraflar Anlatıyo
Bıçakçı Gümüş Ahmet ve
bir bando hikâyesi
1
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Anadolu’nun hemen her ye
rinde devlet eliyle veya eşrafın önayak olmasıyla Batılılaşma ve
modernleşmenin yerleştiricileri olarak çeşitli birlikler yeşeri
yor. Akşehir Sanatkârlar İdman Yurdu da bunlardan biri. Ama
cı öncelikle spor olan bu birliğin çatısı altında bir araya gelen
ler (erkekler) futbol oynuyor, atletizm yapıyor, bisiklete bini
yor, pek çok dalda müsabaka düzenliyorlar. Akşehir Sanatkâr
lar İdman Yurdu’nun bu “sivil” faaliyetleri dönemin milli ruhu
ve cumhuriyet projesinin gereği olarak bandonun kurulmasıy
la taçlanıyor. Böylece sivil bir spor kuruluşu bir anlamda dev
lete eklemleniyor; askeri bir disiplin, bir ciddiyet kazanıyor, bu
da dönemin milliliği her şeyin üstünde tutan otoriter ruhuy
la örtüşüyor.
Akşehir Sanatkârlar İdman Yurdu Bandosu’nun (ASİYB) ku
ruluş tarihi 1931. Cumhuriyet projesinin Batılılaştırma ku-
rumlarından biri olan ve halkı “eğlendirirken” eğitmeyi amaç
layan Halkevleri ise 1932’de kurulmuş. Yani ASİYB cumhuri
1
Türkiye'nin (bence hüzünlü) modernleşme serüvenine dair bu fotoğrafların
anlattığı gerçek öyküyü bana Aynadaki Ncnkissos, Dolaylı Hayvan, Tasavvuf
Sözlüğü, Yazılı
Yüz gibi kitaplarıyla tanınan, edebiyatçı, araştırmacı, tarihçi,
editör, yayıncı arkadaşım, sevgili dostum Ergun Kocabıyık hediye etti. Fotoğ
rafların tümü onun arşivine aittir. Ergun’a sonsuz teşekkürlerimle.
43
yet projesinin "taşrada Batılılaşma çabaları” konusunda yuka
rıdan aşağıya doğru kurguladığı örgütlenme biçiminin tersi
ne bir örnek. Akşehir’de ASİYB aracılığıyla Batılılaşma faaliyeti
merkezden taşraya, bizzat merkez eliyle dağıtılmıyor, taşra bu
adımı kendi atıyor. Mu acaba? Tam böyle mi? Akşehir’de mer
kezin temsilcisi etkin bürokrat mı bu yurdun ve bandonun ku
rulmasına önayak oldu? Yoksa merkezin doğrudan etkisi olma
dan kendiliklerinden mi bu çabaya dahil oldular? Bilinmiyor.
Elimizde sadece fotoğraflar var. Öte yandan küçük bir hikâye
ye tanıklık eden bu fotoğraflar bana inançlı ve fakat çok hüzün
lü bir hikâye anlatıyor.
Hikâyenin kahram anı Bıçakçı Gümüş Ahmet
Büyük paralar harcayarak şahsi bandosunu kurmuş bir adam
olması, elli yıldan fazla bir süre boyunca bando ve klasik Ba
tı müziği aşkından vazgeçmemesi onu bu hikâyenin kahrama
nı yapıyor.
Ahmet ASlYB’ye katıldığında henüz 15-16 yaşlarındaymış.
Trampet çalıyormuş. Bandocu olmaya nasıl karar vermiş bil
miyoruz. Bu müziğe bandoya girdikten sonra gönül vermiş
olabilir, ama başlangıçta klasik Batı müziğinin sevdalısı olma
sı uzak ihtimal. Radyonun ancak belli başlı evlere girebildiği
bir çağda kulağı bu müzikle nasıl dolmuş olabilir ki? Ama Ba-
tı’nın müziğine aşina değilse de, Tanzimat’tan beri süregelen
"Batılılaşma” çabalarına aşina olması muhtemel, dolayısıyla
bu yenilikçi öncülerin içinde yer almak istemiş olabilir. Belki
büyük parlak boruların büyülercesine ışıldadığı bir topluluk
ta trampet çalmak Akşehirli bu delikanlıya çekici gelmiştir ve
ya marşların dinleyiciler üstünde yarattığı güç ve otorite his
sine, milliyetçiliği ve hamaseti pompalayan ritmine kapılmış
tır. Cumhuriyetin yılmaz bekçisi olmaya dair ulvi bir his ya
yan, saygınlık simgesi, üniformalı bir bütünün parçası olmak,
böylece sıradan halktan ayrılmak istemiş de olabilir, bilmiyo
ruz. Ama hikâye ilerledikçe görülecek, işin işinde bir müzik
aşkı olduğu kesin.
44
Dostları ilə paylaş: |