Microsoft Word Brown, Dan Da Vinci Sifresi doc



Yüklə 5,01 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə44/116
tarix10.11.2017
ölçüsü5,01 Kb.
#9412
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   116

Sophie, "Yürü!" diye bağırdı. 
Dışarıdaki birkaç fahişe, neler olup bittiğini görmek için onlara doğru yaklaşıyordu. 
Kadınlardan biri telefonuyla bir numarayı arıyordu. Langdon debriyaja basarak vitesi, birinci 
vites olmasını ümit ettiği dişliye geçirdi. Gaz pedalına basarak kontrol etti. 
Langdon debriyaj pedalını  bırakmıştı. Taksi öne doğru sıçrarken tekerlekler uğuldadı. 
Araba yalpalarken kalabalık saklanacak yer bulmak için kaçışıyordu. Cep telefonlu kadın 
ağaçların arasına koşarak, ezilmekten son anda kurtulmuştu. 
Araba sallanarak yola çıktığında Sophie, "Doucement?” dedi. "Yavaşla, ne yapıyorsun?" 
Langdon gıcırdayan tekerlek seslerini bastırmak için bağırarak, "Seni uyarmaya çalıştım," 
dedi. "Ben otomatik araba kullanıyorum!" 


39 
 
Rue la Bruyere'deki taş binanın boş odası pek çok kedere şahit olduğu halde Silas solgun 
bedeninin o an çektiği  ıstıraba eşdeğer bir acı düşünemiyordu.  Kandırıldım. Her şeyi 
kaybettik. 
Silas tuzağa düşmüştü. Kardeşler, gerçek sırlarını açıklamak yerine ölmeyi tercih ederek 
yalan söylemişlerdi. Silas'ın Öğretmen'i aramaya mecali yoktu. Silas kilit taşının saklı olduğu 
yeri bilen dört kişiyi öldürmekle kalmamış, Saint-Sulpice'deki rahibeyi de öldürmüştü.  O, 
Tanrı’ya karşı geliyordu! Opus Dei'yi küçük görüyordu! 
Düşünmeden işlenmiş bir cinayet, kadının ölümü işleri haddinden fazla karıştıracaktı. 
Silas'ın Saint-Sulpice'e girmesini sağlayan telefonu Piskopos Aringarosa açmıştı; rahibenin 
öldürüldüğünü keşfettiğinde başrahip neler düşünecekti? Silas, onu yatağına yatırdığı halde, 
başındaki yara izi belirgindi. Silas yerdeki kırık karoları da yerine koymaya çalışmıştı ama 
verdiği bu hasar da fazlasıyla belli oluyordu. Oraya birinin gittiğini anlayacaklardı. 
Buradaki işi bittiğinde Silas, Opus Dei'de saklanmayı planlıyordu.  Piskopos Aringarosa 
beni korur. Silas, onu Opus Dei'nin New York merkezinin duvarları arasında meditasyon 
yapıp ve dua ederek geçireceği hayattan daha fazla mutlu edecek bir yaşam düşünemiyordu. 
Bir daha dışarı adımını atmayacaktı.  İhtiyaç duyacağı her şey o mabette bulunacaktı.  Beni 
kimse özlemeyecek. Ne yazık ki Silas, Piskopos Aringarosa gibi bir adamın bu kadar kolay 
unutulmayacağını biliyordu. 
Piskoposu tehlikeye attım. Silas dalgın gözlerle yere bakarken, kendi hayatına kıymayı 
düşünüyordu. Her şeyden önce... İspanya'daki o küçük kilisede onu eğitip, bir amaç 
edindirerek Silas'a hayat veren Aringarosa idi. 
Aringarosa, ona, "Dostum," demişti. "Sen bir Albino olarak doğdu Başkalarının seni 
bunun için ayıplamasına izin verme. Bunun seni ne kadar özel kıldığını anlamıyor musun? 
Nuh'un da bir Albino olduğunu farkında değil misin?" 
"Geminin Nuh'u mu?" Silas bunu daha önce hiç duymamıştı. 
Aringarosa gülümsüyordu. "Evet, Geminin Nuh'u. Bir Albino'ydu Senin gibi, onun da teni 
melekler kadar beyazdı. Bunu iyi düşün. Nuh dünyadaki hayatı kurtardı. Sen büyük işler 
yapmak için dünyaya geldin Silas. Rab, seni bir neden için özgür bıraktı. Çağrıyı duydun. 
İşini yapman için Rabbi'n sana ihtiyacı var." 
Silas zaman geçtikçe kendine farklı bir açıdan bakmayı öğrenmişti. Ben safım. Beyazım. 
Güzelim. Bir melek gibi. 
Ama o anda konuttaki odasında, babasının geçmişten gelen hayal kırıklığına uğramış 
fısıldayan sesini duydu. 
Tu es un désastre. Un spectre.
*
 
Silas tahta zeminde diz çökerek bağışlanmak için dua etti. Ardından, cüppesini çıkararak 
bir kez daha kendini cezalandırmaya başladı. 
                                                 
*
 Sen bir felaketsin. Bir hayaletsin. 


40 
 
Vites koluyla mücadele eden Langdon arabayı sadece iki kez stop ettirerek kaçırdıkları 
taksiyi Bois de Boulogne'nin sonuna kadar götürmeyi başardı. Ne yazık ki, durumun 
komikliği, telsizle sürekli şoförlerini arayan taksi şirketinin sesiyle gölgeleniyordu. 
"Araç beş-altı-üç. Neredesin? Yanıt ver!" 
Langdon parkın çıkışına ulaştığında gururunu ayaklar altına alarak frenlere asıldı. "Sen 
kullansan daha iyi olur." 
Sophie direksiyona geçtiğinde rahatlamışa benziyordu. Birkaç saniye içinde, Dünyevi 
Zevkler Bahçesi'ni geride bırakarak, arabayı Allée de Longchamp'dan batıya doğru sürmeye 
başlamıştı. 
Langdon, Sophie'nin hız ibresini saatte yüz kilometreye çıkarmasını seyrederken, "Rue 
Haxo hangi yönde?" diye sordu. 
Sophie gözlerini yoldan ayırmıyordu. "Taksi şoförü Roland Garros Tenis Stadyumu'na 
yakın olduğunu söylemişti. O bölgeyi biliyorum." 
Langdon bir kez daha ağır anahtarı cebinden çıkardı ve avucunda tarttı. Çok önemli bir 
nesne olduğunu hissedebiliyordu. Belki de kendi özgürlüğü bile bu anahtara bağlıydı. 
Langdon, Sophie'ye Tapınak  Şövalyeleri'nden bahsederken, bu anahtarın üstünde tarikat 
mührünü taşımasının yanı sıra, Sion Tarikatına daha derin bağa sahip olduğunu fark etmişti. 
Eşit kollu haç dengenin sembolüydü ama aynı zamanda Tapınak Şövalyeleri'ni simgeliyordu. 
Üzerine eşit kollu kırmızı haçlar işlenmiş beyaz tunikli Tapınak Şövalyeleri resimlerini herkes 
görmüştü. Aslında Tapınakçılar'ın haçının kolları uçlarda biraz genişliyordu ama yine de eşit 
uzunluktaydılar. 
Kare haç. Tıpkı bu anahtarın üstünde olduğu gibi. 
Langdon ne bulacaklarını tahmin etmeye çalışırken hayal gücünün çılgına döndüğünü 
hissetti. Kutsal Kâse. Neredeyse bunun saçmalık kahkahalarla gülecekti. Kâse'nin İngiltere'de 
bir yerlerde olduğuna ve azından 1500 senesinden beri, Tapınakçılar'a ait pek çok kiliseden 
birin altındaki odada gömülü olduğuna inanılıyordu. 
Büyük Usta Da Vinci'nin dönemi. 
Tarikat önemli belgelerini güven içinde saklamak için önceki yüzyıllarda pek çok kez 
yerlerini değiştirmek zorunda kalmıştı. Tarihçiler, Kudüs'ten Avrupa'ya geldiğinden beri 
Kâse'nin altı kez yer değiştirdiğini düşünüyorlardı. Kâse son olarak 1447 yılında görülmüştü. 
Sayısız tanık bir yangın çıktığını ve belgelerin, her birini ancak altı adamın taşıyabildiği dört 
dev sandığa yüklenerek yanmaktan son anda kurtarıldığını anlatmıştı. Bunun ardından bir 
daha Kâse'yi gördüğünü iddia eden biri çıkmamıştı. Artık sadece belgelerin Büyük 
Britanya'da, Kral Arthur'un ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri'nin topraklarında olduğu 
fısıldanıyordu. 
Her nerede olursa olsun, iki temel gerçek vardı: 
Leonardo yaşarken Kâse'nin nerede olduğunu biliyordu. 
Saklandığı bu yer, günümüze kadar muhtemelen değişmemişti. 
İşte bu yüzden, Kâse tutkunları hâlâ Kâse'nin yerini açığa çıkaran gizli bir ipucuna 
rastlayabilmek için, Da Vinci'nin eserleriyle günlüklerini derinlemesine inceliyorlardı. 
Kimileri, Kayalıklar Bakiresi'deki dağlık arka planın, İskoçya'daki mağaralarla dolu dağların 
topografyasıyla uyuştuğunu iddia ediyordu. Kimileri ise Son Akşam Yemeği’ndeki havariler 
şüpheli oturuş düzeninin bir çeşit  şifre olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bazıları ise Mona 
Lisa'nın röntgen filmlerinden, aslında  İsis'in lapislaz taşlı küpesini takarken resmedildiğinin 
anlaşıldığını iddia ediyordu... Da Vinci daha sonra bu ayrıntının üstünü boyamaya karar 
vermişti. Langdon küpenin var olduğuna dair hiçbir ispata rastlamamış, öyle olsa bile Kutsal 


Yüklə 5,01 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   116




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə