28
Langdon, Devlet Salonu'nda pleksiglasın üstünde parlayan
dört kelimeye hayretle
bakıyordu.
Mona Lisa'nın gizemli gülüşüne çentikli bir gölge düşüren kelimeler, havada
uçuşuyor gibiydi.
Langdon, "Tarikat," diye fısıldadı. "Bu, büyükbabanın bir üye olduğunu ispatlıyor!"
Sophie, ona aklı karışmış bir ifadeyle bakıyordu. "Sen bunu
anladın mı?”
Düşünceleri budaklanırken Langdon başını sallayarak, "Kusursuz," dedi. "Tarikatın en
temel felsefelerinden birini açıklıyor!"
Sophie,
Mona Lisa'nın yüzüne karalanan pırıltılı mesaja merakla baktı.
K A R A R İ Y A A K L I B İ L S E K
Langdon, "Sophie," dedi. "Tarikatın tanrıçalara tapınma geleneğini sürdürmesi, eski
Hıristiyan kilisesindeki iktidar sahibi kimselerin, kadınların
değerini düşürecek ve durumu
erkekler lehine çevirecek yalanlar söyleyerek dünyayı aldattığı inancına dayanır."
Kelimelere bakan Sophie sessizliğini sürdürüyordu.
"Tarikat, Constantin ile erkek veliahtlarının, kutsal dişileri şeytan gibi gösterecek bir
propaganda başlatarak dünyayı dişil paganizmden erkek Hristiyanlığa döndürdüğüne ve
tanrıçaları modern dinden sonsuza dek çıkardığına inanır."
Sophie kuşkulu bir ifadeyle bakıyordu. "Büyükbabam buraya beni bunu bulmam için
gönderdi. Daha fazlasını söylemeye çalışmış olmalı."
Langdon, onun ne demek istediğini anlıyordu.
Bunun bir başka şifre olduğunu düşünüyor.
Langdon orada gizli bir anlam olup olmadığını şu anda söyleyemeyecekti. Aklı hâlâ
Sauniére'in bıraktığı mesajın açık yürekliliğiyle boğuşuyordu.
Kara riya aklı bilsek, diye düşündü.
Gerçekten de çok kara.
Modern kilisenin günümüzün karmaşık dünyasına getirdiği onca yenilikleri hiç kimse
reddedemezdi
ama bununla birlikte, kilisenin hilekâr ve vahşi bir geçmişi vardı. Pagan ve
dişilere tapan dinleri "imana getirmek' için başlattıkları merhametsiz haçlı seferleri üç yüzyıl
sürmüştü.
Katolik Engizisyonu, hiç tartışmasız insanlık tarihinin en fazla kana bulanmış kitabını
yayınlamıştı.
Malleus Maleficarum -ya da Cadının Balyozu- dünyaya "serbest düşünen
kadınların tehlikelerini" bildirmiş ve papazlara onları nasıl bulacaklarını,
işkence edeceklerini
ve yok edeceklerini anlatmıştı. Kilisenin belirttiği bu sözde "cadıların" hepsi kadın
alimlerden, rahibelerden, çingenelerden, mistiklerden, doğa âşıklarından, bitki toplayıcılardan
ve "doğal hayata şüphe çekici şekilde uyum sağlayan" kadınlardan oluşuyordu. Ayrıca ebeler
de doğum sırasındaki sancıyı azaltacak, doktrinlere karşı gelen tıp bilgisini kullandıkları için
öldürülüyorlardı -kilise, bu acının Havva'nın Bilgi Elması'nı yediği ve böylece İlk Günah
fikrine sebep olduğu için verilen bir ceza olduğunu iddia ediyordu. Üç yüzyıl boyunca cadı
avı sırasında kilise beş kadın yakmıştı.
Yapılan propagandalar ve kan dökümü işe yaramıştı.
Günümüz dünyası bunun bir kanıtıydı.
Bir zamanlar ruhani aydınlanmanın mutlak yarısı olarak saygı duyulan kadın,
dünyadaki
mabetlerden kovulmuştu. Hiç kadın Ortodoks haham, Katolik papaz, Müslüman imam yoktu.
Bir zamanların kutsal Hieros Gamos'u -erkek ile kadın arasındaki doğal cinsel birlik, bu
sayede her biri ruhen bütünleniyordu- utanç verici bir davranış şekline sokulmuştu. Bir
zamanlar Tanrı ile söyleşmek için dişi meslektaşlarıyla cinsel birleşmeye ihtiyaç duyan kutsal
adamlar, artık şeytanın işi olarak gördükleri doğal seks güdülerinden korkuyorlardı. Çünkü
şeytan en sevdiği suç ortağıyla işbirliği içindeydi...
kadınlarla.
Kadın ile sol taraf ilişkisi bile kilisenin karalamalarından nasibini almıştı. Fransa ve
İtalya'da "sol" -
gauche ve sinistra- kelimelerinin ima ettiği anlamlar olumsuzdu, fakat sağ
taraf için kullanılan kelimeye
dürüstlük, ustalık ve doğruluk gibi anlamlar yüklenmişti.
Günümüze kadar radikal düşüncelere
sol kanat, mantıksız düşüncelere
sol beyin ve şeytani
olan
her şeye netameli sinister denildi.
Tanrıçaların günleri sona ermişti. Saat durmuştu. Toprak Ana,
erkeklerin dünyası haline
gelmişti ve devir, yıkım ile savaş tanrılarının devriydi. Erkek egosu dişi dengi tarafından iki
bin yıl başıboş bırakılmıştı. Sion Tarikatı, modern zamanda kutsal dişilerin bu şekilde
silinmesinin, Hopi Yerli Amerikalıların
koyanisquatsi "dengesiz hayat" dediği şeye sebep
olduğuna inanıyordu. Yakıtı testosteron olan savaşların, kadından
nefret eden cemiyetlerin
artmasının ve Toprak Ana'ya karşı giderek artan bir saygısızlığın oluşturduğu dengesiz bir
duruma sebep olduğunu düşünüyorlardı.
Sesi arka taraftan gelen Sophie, "Robert," diye fısıldadı. "Biri geliyor!"
Langdon koridordan gelen ayak seslerini duydu.
"Buraya!" Sophie siyah ışığı kapatıp, Langdon’ın gözünün önünden adeta kaybolmuştu.
Langdon geçici bir körlük yaşadı.
Nereye! Gözleri seçmeye başladığında, Sophie'nin
odanın ortasına doğru koşturup, sekizgen divanın arkasına saklanan siluetini gördü.
Arkasından fırlamak üzereyken duyduğu gürleyen ses onu olduğu yere çiviledi.
Kapıda duran adam, "
Arrétez!"
*
diye seslendi.
Louvre'un
güvenlik görevlisi, Langdon'ın göğsüne nişan aldığı silahını ileri doğrultmuş bir
halde Devlet Salonu'ndan içeri girmişti.
Langdon'ın kolları içgüdüsel olarak havaya kalktı.
Muhafız, "
Couchez-vous!" diye emretti. "Yere yat!"
Langdon birkaç saniye içinde yüzükoyun yere uzanmıştı. Muhafız hemen yanına gelerek
bacaklarını tekmeleriyle birbirinden ayırdı.
Silahını Langdon'ın sırtına bastırarak, "
Mauvaise idée, Monsiur Langdon,"
**
dedi.
"
Mauvaise idée."
Parkenin üstünde elleri ve kollan yanlara açılmış bir halde yatan on durumu bir parça
komik bulmuştu.
Vitruvius Adamı, diye düşündü.
Ama yüzükoyun yatıyor.
*
Dur.
**
Çok kötü fikir mösyö.