41
esas almakta ve beşerî yorum gücünü de devreye sokarak bu malzemeyi işlemeyi
hedeflemekteydi
183
.
Bu iki ekolü hadîslere verdikleri önem ve hadîslerin anlaşılması hususunda
kesin hatlarla birbirinden ayırmak o kadar kolay değildir. Zira her iki tarafın da
hadîse başvurdukları gibi re’ye de başvurdukları bilinmektedir. Hadîs seçiminde ve
hadîslerin anlaşılmasında fikir ve düşünceye her iki taraf da başvurmuştur. Fakat bu
hususta Irak Ekolunun daha fazla temâyüz ettiği de bilinen bir gerçektir
184
. Şu halde
Ş
âfiî’den önceki dönemde, sadece re’yi kullanan ya da tümüyle hadîsi savunan iki
ayrı grubtan bahsetmek doğru değildir. Doğrusu her iki ekol de hadîs ve re’yi
kullanmaktaydı. Mesela hadîs otoritelerinden biri olan mam Mâlik Muvattâ’da
sıklıkla re’ye başvurmakta olup, yine Şâfiî’nin ehl-i kıyas olarak nitelediği Iraklılar
da hadîsleri kullanmaktaydılar
185
.
slam düşünce tarihinde ortaya çıkmış olan bu en köklü ve temel ekoller iki
ana akımı temsil etmektedir. lki, slâmî mirasa sıkı sıkıya sarılan ve eşyayı
değerlendirmede yegane ölçüt olarak ona dayanmaya çağıran, diğeri ise görüşe (re’y)
sarılan
ve gerek slâm mirasının anlaşılmasında gerekse yeni gelişmelerin
değerlendirilmesinde ona yaslanmaya çağıran akımdır
186
.
Tâbiûn devrinde netleşmeye başlayan bu iki temel akım Şâfiî’den önce
187
Ebû Hanîfe ve mam Mâlik’e nisbet edilecek şekilde ekolleşmeye başlamıştır. Ebû
Hanîfe ve talebelerinin, hadîsleri değerlendirme ve onları anlama yöntemleri
başkalarına nazaran farklılık arzetmektedir. Nitekim bir hadîsin sıhhatine hükmetme
konusunda, sadece ravilerinin sika ve isnadının muttasıl olmasıyla yetinmemişlerdir.
Zira onlara göre, bilinen inkıta’nın yanısıra ayrıca bir de manevî inkıta vardır ki, bu
183
Bedir, Fıkıh, Mezhep ve Sünnet, s.76-77.
184
Ebû Zehra, Ebû Hanîfe, çev. Osman Keskioğlu, Can Kitabevi, Konya, 1981, s. 121; Görmez,
Metodoloji Sorunu, s. 53; Özşenel, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s. 91; Bu arada ehl-i re’y ve ehl-i
hadîs mensuplarının tayininde, yani kesin olarak bu iki yaklaşımdan birine nispet edilmesinde de
izafilikler vardır. Bu konudaki değerlendirmeler için bkz. Özşenel, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s.
95-100.
185
Özen, Aklîleşme Süreci, s. 231; Kılıç, Nassların Lafzî Yorumu, s. 122.
186
Câbirî, Arap Aklının Oluşumu, s. 139.
187
Genelde dinin yorumu, özel olarak da fıkhî konularda izlenilecek yol konusunda, tutum ve
yaklaşımlar, arada birtakım nüanslar bulunsa da Şâfiî öncesinde ortaya çıkıp netleşmiştir.
Kırbaşoğlu, “ slamî limlerde Şâfiî’nin Rolü Üzerine”, slâmiyât, c. II, sy. 1, Ankara, 1999, s.
26.
42
ise tamamen hadîs metninin muhtevasıyla ilgilidir. Bir hadîsin Kur’an’a, meşhûr
sünnete, umum-u belvâya ve ilk dönem uygulamalarına ters düşmesi, manevî inkıta
sayılmıştır. Mana itibariyle munkatı‘ olan bir hadîs ise merdud olarak
değerlendirilmiştir
188
. Bu bakımdan hadîslerin yalnız isnadına bakmamışlar,
hadîslerin içeriğini ifade eden metinlerini de tenkide tabi tutmuşlardır.
Hanefîlerin kıyas, re’y ve istihsan gibi aklî yöntemlerle nassları ele alma
çabaları da onların temel yaklaşım biçimini farklı kılmıştır. Bu açıdan Hanefî
mezhebi çoğu zaman nassların lafzını bırakıp (lafzî mana) nassdaki mevcut hükümle
gerçekleştirilmek istenen şer’î gayeye bakmıştır. Hanefîlere nispet edilen istihsan
metodu belli oranda tümel ilkelere (külliyat=makasıd) göre hareket etmeyi
gerektirmekte ve zahirdeki anlamın ötesine gidilmektedir
189
. Nitekim . Hakkı Ünal,
Ebû Hanîfe ve talebelerinin hadîsleri değerlendirmede dikkate aldıkları yedi ilke ve
esastan birinin de rivâyetler arasında maksada uygun olanının tercih edilmesi
olduğunu tesbit etmektedir. Zira fakihlerin görevi, hadîsleri olduğu gibi aktarmak
olmayıp, bunlardan maksada uygun hükümler çıkarmaktır. Bu ise ancak hadîsleri
geniş olarak yorumlama ve dikkatli bir değerlendirmeyle mümkün olur
190
. Bu
bakımdan onlar hadîsin lafzına, sünnetin şekline takılıp kalmamışlar, hadîs
yorumunda; akıl, fikir ve düşünceyi hiçbir zaman göz ardı etmemişlerdir. Hadîsleri
Kur’an doğrultusunda anlamaları, akıl, fikir ve düşünceye başvurmaları bakımından
Hanefîlerin metodu, Hz. Aişe, Hz.Ömer, Abdullah b. Abbas gibi sahâbîlerin
anlayışının bir devamı olarak kabul edilmiştir. Nitekim Abdullah b. Mes’ûd Irak
ekolünün mümessili olarak tanınmaktadır
191
.
Ayrıca slam hukukunda literalizmin ortaya çıkışında etkili olan temel
faktörün Ebû Hanîfe’nin hukuktaki metodolojisine dayandığı belirtilmiştir. Zira Ebû
188
es-Serahsî, Ebûbekr Muhammed b. Ahmed, Usûlu’s-Serahsî, thk. Refîk el-Acem, Dâru’l-
Ma’rife, Beyrût, 1997, I. 374-375; Ünal, smail Hakkı, mam Ebû Hanîfe’nin Hadîs Anlayışı
ve Hanefî Mezhebi’nin Hadîs Metodu, D B Yay., Ankara, 1994, s. 173; Görmez, Metodoloji
Sorunu, s. 53.
189
Koşum, Yöntem Sorunu, s. 83-84. Bu demek değildir ki, başta Ebû Hanîfe ve diğer Hanefî
bilginler asla zahirî ve literal bir yaklaşımda bulunmamışlardır. Onlar da zaman zaman
hadîslerin lafzına bağlı yorum ve değerlendirmeler de bulunmuştur. Nitekim . Hakkı Ünal, Ebû
Hanîfe ve talebelerinin hadîs tercih ve tefsirinde dayandıkları temel ilke ve esaslara aykırı
istisnâî yorumlarda bulunduklarını ifade etmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ünal, A.g.e., s. 83-
84.
190
Ünal, A.g.e., 109.
191
Görmez, A.g.e., s. 54.
Dostları ilə paylaş: |