Geçmişten günümüze İslâm mabedi
313
ki- “Her yıl cami sayısı, bilmem şu kadar artıyor” diye plânsız-projesiz
tarzda ortaya
çıkan ve hiç de iç açıcı olmayan bu çarpık/çelimsiz manzaradan gurur duymaktayız.
Semtlerine/mahallelerine yeni cami inşası için bir araya gelen hayırseverlerden
Cenâb-ı Hakk binlerce kez
razı olsun! Elbette bu girişimler dinî hamiyetin, millî
hamasetin, varlıktan/kendinden fedakârlığın, hayırda yarışmanın takdire şayan
tezahürleridir. Ancak sırf ihtiyacın giderilmesi emeliyle gelişigüzel yapılan “dört
duvar bir tavan” görünümündeki “gecekondu mimarîsi”nin ürünü olduğunu andıran
bu camileri gönül rızası/hoşluğuyla gelecek nesillere miras olarak bırakabilecek, bu
eserlerle iftihar edebilecek ve gurur duyabilecek miyiz?
23
Kaldı ki yerli ve yabancı ziyaretçiler bile hâlâ ecdadımızın yadigârı olan camileri
dolaşıyor, gıpta ile onları gezip seyre dalıyor ve hayranlıklarını gizleyemiyorlar.
Acaba günümüz kuşağının meydana getirdiği, yani
bizim jenerasyonun ürettiği
camilerden ziyarete değer bulunan kaç tane vardır dersiniz? Bu vaziyetleriyle –pek
tabiîdir ki- camiler câzibesini yitirir, işlevini icra edemez (yerine getiremez); gençliği
çekemez, konuklarına ibadet tadı/lezzeti veremez; aksine onları –hâşâ- sıkar, boğar ve
kaçırır! Sonuçta “
Mescidlerin hakikî mimarları durumundaki oraların daimî cemaati
olan inananlar
24
” da peyderpey/günden güne azalır. Daha da garibi, buralar artık
emekli (yapacak başka bir şeyi olmayan) birkaç ihtiyarın meskenine dönüşüverir.
Gerçi son yıllarda Selçuklu-Osmanlı mimarîsi karması bir
sitilde ve büyük oranda
kamu sermayesi kullanılarak ve dahi estetik kaygılar gözetilerek güzel eserler vücuda
getirilmiyor (ortaya konulmuyor) değil. Bunları görmezden gelmek, nankörlük ve
haksızlık olur. Ama yine de koca bir medeniyetin mirasçıları (çocukları ve torunları)
hüviyetindeki bizler, bu sınırlı sayıdaki numunelik eseri –nicel ve nitel açıdan- yeterli
ve tatmin edici bulmuyor ve bunlarla yetinilmemesi gerektiğini düşünüyoruz. O
sebeple geçmişin selâtîn, vüzerâ, âyân ve eşrâf camileri
benzerlerinde olduğu gibi
bugün, yine önemli ölçüde hazine katkısı, önde gelen devlet ricâlinin marifeti ve
servet sahibi hamiyetperver vatandaşların himmetleriyle geleceğe kalıcı
muazzam/görkemli ve muhteşem (göz alıcı/kamaştıran) anıtsal eserler bırakmalıyız ki
bunu, ihmâl ederek daha fazla öteleyip erteleyemeyiz.
Netice itibariyle bu vahim gidişatı –birazcık olsun- iyileştirmek sadedinde –ilk
etapta- şu tedbirlerin alınmasını öneriyoruz:
1. Cami inşa yerlerinin saptanması ve yapım işini kişi ve derneklere bırakmayıp
bunun organizesi, tam teşekküllü bir merci (yetkin ve yetkili bir makam) tarafından
yürütülmeli/yönetilmelidir. Açıkçası bu iş, “ehil eller”de kurum-sal-laştırılmalıdır.
2. Yerleşim birimlerinin nüfus ve gelişme kapasitesine göre farklı standartlarda
cami plânları hazırlanmalı hatta bu konuda proje müsabaka/yarışmaları
düzenlenmelidir. Bundan böyle camilerimiz, belki sorumsuz yerleşme ve düzensiz
yapılaşmaya kurban gitmezler.
23
18-21 no’lu dipnotların ait olduğu
ana metindeki beş paragrafta; Hamdi Mert, “Devlet Millet İşbirliği”,
Diyanet Gazetesi, sy. 332, Ankara (Ekim) 1986, s. 3 ve Hüsrev Subaşı, “Hatt San’atı ve Câmilerimiz”,
ay.e., s. 22-23’te yer alan makalelerden kısmen iktibas yapılmıştır.
24
9/
Tevbe, 18.
Yusuf Alemdar
314
3. Bunlar yapılırken birtakım ilmî ve ictimaî-harsî (bilimsel ve sosyo-kültürel)
ünitelere de yer verilmelidir. Böylelikle umulur ki caminin eski fonksiyonlarından
birkaçı –şartlar muvacehesinde/elverdiğince- tekrar yürürlüğe konabilir ve hayata
geçirilebilir.
4. Mevcut ve yeni hizmete girecek her camiye –büyüklüğü ve cemaat
adedi/miktarı ne kadar olursa olsun- en azından çift görevli tayin edilmelidir. Yeni
kadro tahsisi yapılmak, boş olanlar da doldurulmak suretiyle camilerdeki eleman açığı
kapatılırsa camilerimiz, –sanki müşteri memnuniyeti
gözetilircesine- hem daha
sağlıklı temizlik ve bakıma kavuşabilir, hem de gelen davetliler müsterih (mutlu,
mesut ve hoşnut) olarak oralardan ayrılırlar.
Nihâyet İslâm, cemaat ve cemiyet dinidir. Bütün emir ve nehiylerinde (buyruk ve
yasaklarında) cemaat ruhunu güçlendiren, parçalanmanın ve ayrılmanın zararlarını
açık-seçik (gayet net) biçimde gösteren unsurları müşahede etmek mümkündür.
Kurtuluşa ermek için İslâm toplumundan kopmanın/ayrılmamanın (sosyal çevreden
uzaklaşmamanın) şart olduğunu
her müslüman düşünmeli, bilmeli ve kendini bunların
içerisinde bulundurmaya gayret sarf etmelidir. Zira “
Cemaatte/birliktelikte rahmet,
tefrikada/ayrılıkta azap vardır.
25
” buyurulmuştur.
Kaldı ki “camilerin ziyneti ve gülü cemaattir.” Öyleyse bizler, her hâlükârda
camilere devam ve cemaate iştirak ederek/katılarak buraları süslemeye ve
renklendirmeye çaba göstermeliyiz. Bu yolla “
Sadıklarla beraber olunuz!
26
” davetine
uyarak Allah’ın selâmını, rahmetini, mağfiretini ve bereketini kazanmış oluruz.
27
25
Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî,
el-Müsned (Tahkik: Sıdkî Muhammed Cemil Attar), c.
IV, Beyrut 1991, Hd. no: 375.
26
9/
Tevbe, 119.
27
Aslında burada, peygamber mesleğini kuşanarak –hasbe’l-kader- o ulvî makamın vârisi
olan hademe-
i hayrâtın (cami hizmetlileri/gönüllülerinin) sorumluluklarına, sahip olmaları gereken vasıflara, vazife
sırasında ve dışında takınmaları lazım gelen söz, tutum ve davranış biçimlerine değinmek isterdik ve
bu yapılsaydı çok da iyi olurdu. Ancak takdir edilmelidir ki makale boyutları/sınırları içinde kalma
kaygısıyla yerimizin müsaitsiz/yetersizliğini göz önünde bulundurarak o bahsi bir başka
yazımıza/buluşmamıza bırakmayı yeğledik