51
Günah’takiler, Köksal’ın deyişiyle, “kendi yaşamlarından çekilip alınmış duygusunu
veriyorlar okura. Öyküdeki konuklukları bitince, kendi yaşamlarına dönmeyi—en
azından—deneyeceklerdir sanki” (6). Köksal’ın bu yorumuna göre, yazarın öykü
kişilerini bir anlamda metin içinde özgür bıraktığı anlamı çıkartılıyor. Bu da bizi
metin-içi postmodern gerçeklik anlayışı tartışmalarına götürebilir.
Tomris
Uyar,
Sekizinci Günah’taki öykülerde gerilim dozunu hayli yüksek
tutuyor. Gerilimin ortaya çıktığı alan ise gündelik gerçekler ve düşler olarak
sunuluyor. “Kişisel Sorgulamalar”da bir komşunun monoloğundan okunan satır
araları, “Kelepir”de sıradan bir karabasanın kehaneti, “Dondurma”da yalnız, dul ve
yaşı ilerlemiş bir kadının kendini kandırma mekanizmalarının çöküş sahnesi,
“Yapayalnız Bir Gök”te kocasının kendisine biçtiği yaşamdan kaçamamasını ölümü
usulca bekleyerek değerlendiren evli bir kadının çevresinden kopukluğunun hikayesi,
yalnızlıklarıyla sivrilen kadın kahramanlarıyla dikkat çekiyorlar. “Mavikan
Kokusu”nda bir müze-kitaplığında kendine göre bir zamanda yaşayan münzevi
koruma görevlisinin kendi yazdığı kaderi, “Alte Liebe: Küçük Akşam Müziği”nde
“sonuna kadar gidilebilirlik” (65) duygusu veren bir tanışmanın düşündürdükleri,
“Pasaport”ta bir seyahatte yanımızda oturan kişinin olası kimliğinin akla getirdikleri,
“Manastırlı Hilmi Bey’e Beşinci Mektup” taki belirsizlik oyununda sonsuz
bekleyişler, Tomris Uyar’ın bu kitabındaki öyküleriyle bizi sürüklemeye çalıştığı
sonu belirsiz yolculuklar olarak ortaya çıkıyorlar. Çağdaş günahların sıradan
düşlerimizdeki izdüşümleri bu metinlere ilham veriyor.
“Kelepir”de
başı rüyalarla belada olan evli, zengin ama yalnız kadın
karakterin, kocasının tahammülsüzlüğüne rağmen anlatmaya çalıştığı mor köpekli
düşün sıkıntısı, çağdaş uçurumlar hakkında olabilir:
52
Morköpeği sürüyüp götürüyorlar. Elimden hiçbir şey gelmiyor.
Bahçeyi çevreleyen beton duvarı o anda görüyorum. Hiç tanımadığım
yapılar var uzakta—gecekondu gibi. Ta aşağıda toplu bir mezar
varmış da biz yukardan göremiyormuşuz. Kuduz sanılan yaratıklar—
kadınlar, erkekler, çocuklar, hayvanlar—birbirlerine zincirlenmiş
olarak o çukurda ölmeye bırakılmışmış. Çırpınıyorlar. Düşlerimi bile
sıradanlaştıran haber başlıklarından, hemen yorumlanabilen bu simge
artıklarından nasıl kurtulacağım? (17)
“Tomris
Uyar’ın ‘Sekizinci Günah’ı” başlıklı eleştiri yazısında, Mustafa
Kutlu, bu öykü derlemesi için, “anlatılanlar içinde bir sürrealist çizgi giderek
büyüyor; mor bir köpek koşarak bütün metinleri bir baştan bir başa geçiyor” şeklinde
bir yargıda bulunuyor. Kutlu’ya göre, “eskiden iyi-kötü sokağa çıkan, ‘halktan
kişiler’e sevgi ile yaklaşan yazar büsbütün odasına kapanmış gibi”. Yani “ ‘sosyal
içerikli’ işlerin iyice ötesinde, belki Pera’da, eski bir levanten evinde, eski dantelalar,
[. . . ] arasında, menteşeleri paslandığı için rüzgarda sallandıkça garip sesler çıkaran
bir pancurun gerisinde oturmuş sokağa bakıyor” (6). İlginçtir ki Kutlu’nun bu sözleri
Uyar’ın bu kitabındaki bir öykü kişisine söylettiklerine çok benziyor. Yine de
aradaki amaç farkının ayırdında olmakta yarar var. “Dondurma” adlı söz konusu
öyküde Seniha Hanım, kimsenin kıymetini bilmediği inceliklerine hayıflanırken bir
yandan da terkedilmişliğin ağırlığı altında ezilmektedir. Sıkıntısını dindirmek
amacıyla şimdi yazar olan eski okul arkadaşına telefon etmeye karar verir.
Böylelikle gece gördüğü rüyayı ona anlatarak ilham vermeyi de hedeflemektedir.
Üzücü olan, geçen yıl hiç kitap yayımlamaması. Bence konu sıkıntısı
çekiyor. Yalnız yaşayan bir kadının içine kapanması, gitgide dış
dünyayı, insanları gözlemleyememesi normal.[. . . .] Sumru’ya
53
telefonda dün gece gördüğüm rüyayı anlatabilirim, bildiğince
işlemesine, değiştirmesine izin verdiğimi belirtirim.[. . . .]Bakalım
romanı kaç sayfa tutacak? Anlattıklarımı nasıl değiştirecek? Neleri
atlayacak? Sonucu nasıl getirecek? Roman yazmak boşuna bir
çabadır bence: hayatı değiştiremezsiniz. (25)
Tomris Uyar, 1990 yılına geldiğimizde, toplumsal gerçeklerden kaçmayan
ama metin-içi zenginliklerin farkına varmış bir yazar olarak karşımıza çıkıyor.
Yeteneğini ve birikimini öyküsü için kullanırken dünya edebiyatındaki ilerlemeleri
de yakından izliyor. Böylelikle kişisel sesini öyküsüne sindirirken, düşleri ve
fantazileri malzeme ederken, belirsizliklerin olanaklarını kullanırken, eskisine oranla
daha cesur davranabiliyor. Çünkü çağın yaşam tarzı ve öykü sanatı bu çabalara izin
veriyor. Kaldı ki Kutlu’nun “sosyal içerikli işlerin iyice ötesinde” (6) bulduğu bu
öyküler, başka bir eleştirmenin sosyal içerikli bir yazısına kaynaklık edebiliyor.
Dilek Doltaş, “Feminizm Açısından Sekizinci Günah ve Bir Cinayet Romanı”
başlıklı makalesinde, Tomris Uyar’ın bu kitaptaki kimi öyküleriyle günümüz kadın
sorunlarına ışık tuttuğunu belirtir. Sekiz öyküden oluşan Sekizinci Günah’ın,
“Kişisel Sorgulamalar”, “Kelepir”, “Dondurma” ve “Yapayalnız Bir Gök” başlıklı
dört öyküsünün baş kadın kahramanları, “yalnızlık ve çevreyle uyum
sağlayamamaları” (88) ile Doltaş’ın dikkatini çekerler. Bu öykülerde eve
kapanmışlıklarıyla gösterilen, Doltaş’ın deyişiyle “evcilleşmeye” (84) zorlanmış bu
kadınlar, ya “Kişisel Sorgulamalar” ve “Dondurma”da olduğu gibi kendilerini
kandırıp bu düzene sözde ayak uydururlar ya da “Yapayalnız Bir Gök” ile
“Kelepir”deki gibi yenilgiyi kabul edip hayata küserler. Her iki durumda da kadının
kendisine dayatılan çıkmazlarla baş etmesi olanaksız gibidir. Doltaş’a göre, Uyar,
belki de yalnızlığa yaptığı bu vurguyla, “bilinçlenmesine fırsat verilmeden erkek
Dostları ilə paylaş: |