2.7.3. Yapısalcılık ve Post-Yapısalcılık
Yapısalcılık, yirminci yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan özelde dilbilimsel bir
analiz akımıyken, daha sonra sosyal ya da kültür bilimlerinde kullanılan yöntemlerin
eleştirilmesine ve bu yüzden yöntemsel değişikliği iddia eden bir düşünce akımı olarak
176
Cevizci,
Felsefe Tarihi
, s.1218–1219
177
Cevizci,
Felsefe Tarihi
, s.1211.
178
Cevizci,
Felsefe Tarihi
, s.1223; Sim, s.406; Gordon Marshall,
Sosyoloji Sözlüğü
, (Çev.: O. Akınhay-D.
Kömürcü), Bilim ve Sanat Y., Ankara 1999,
ss.592-595.
82
karşımıza
çıkar.
Yapısalcılık
kısaca,
insan
eylemlerinin
gerçekleştiği
alan/mekân/yapının insan eylemleri karşısında önceliğini ve bu insan eylemlerini
anlamanın temel şartı olarak yapı analizi gerektiğini anlatan bir yaklaşımdır.
179
Bu
haliyle yapısalcılığın, modern bir teorinin üst anlatı ya da indirgemeci özelliğini
gösterdiğini söyleyebiliriz. Buna karşın post-yapısalcılık ise, yapı gibi katı bir
belirleyiciden uzak durur. Bunun için postyapısalcı düşünürler, yapının bütünlüğünden
ziyade parçaların önemine vurgu yaparlar. Velhâsıl post-yapısalcılığa göre her şey
parçalardan oluşur ki böylece postyapısacılar, “parçalılığı/bölük pörçüklüğü
yüceltip/birörnekliliği tanımamalarının derecesi, yönelmiş oldukları görececilikle”
yapıyı parçalamışlardır.
180
Neticede, “yapısalcılar benzerlik ve karşılıklı bağlantılılığı
vurgularken, postyapısalcılar farkı ve açık uçluluğu vurguladılar. Yapısalcılık,
evrenselleştirici bir teoriydi;” buna karşın postyapısalcılar ise evrenselliği neredeyse tek
tek her insana dağıtarak bozmuşlardır.
181
Hem yapısalcılık hem de postyapısalcılık köken olarak dilbilimseldir. Bu noktada
iki akımın ortak atası olarak Saussure -ve ona itirazlar- görülmektedir. Burada Saussure,
Levi-Strauss, Barthes ve Derrida’nın fikirleri etrafında iki akıma bakılacaktır. Saussure,
dili bir göstergeler sistemi, yani yapı olarak görür ve bu yapının kendi içinde bir
mantığı, kuralı bulunduğunu söyler ki, insan bu mantıksallık ve kurallar çerçevesinde
anlamı-mesajı yakalayabilir. Bu, insan özne(si)nin yapı karşısında ikincil bir konuma
düşüşüdür. Saussure’ün dili, göstergeler sistemidir (gösteren ve gösterilen den
oluşmaktadır). Gösteren maddî olarak ses ya da yazı iken gösterilen kavramsal ya da
imgeseldir.
Gösteren
ve gösterilen arasındaki ilişki gösterge sistemini
oluşturmaktadır.
182
Bu sistem, dil yapısının temeli olduğundan özne ancak bu dil
imkânları içerisinde anlam yakalayabilmektedir. Yapısal durum bu açıdan öznenin
varlığını dilin gramerine bağlar. Anlamlar dilsel gösterge sisteminin içerisinden
çıkmakta olup, öznenin yapacağı iş, bu anlamları oluşturan sistemi kavramaktır.
Nitekim, özne ya da birey, dilsel bir mekâna doğduğu andan itibaren dünyayı anlamak
179
Marshall,
s.807.
180
Madan, s. 264.
181
Stuart Sim (Ed.),
Postmodern Düşüncenin Eleştirel Sözlüğü
, (Çev. M.Erkan-A.Utku, Ebabil) Babil
Yayıncılık, Ankara 2006, s.XII.
182
Stuart, s.406; Gordon Marshall,
Sosyoloji Sözlüğü
, (Çev.: O. Akınhay-D. Kömürcü), Bilim ve Sanat
Yayınları, Ankara 1999,
s.642
83
için yine bu dilden hareket etmek zorunda kalır, bu yüzden öznenin öncelikli işi,
kendisini bulduğu bu dilsel mekânın işleyişini öğrenmektir.
183
Kültürel veya toplumsal olayların yapısal bir zemin üzerinde anlam oluşturduğunu
savunan yapısalcı sosyal teori, her toplumsal veya bireysel deneyimi anlamak için bu
yapıya bakmak gerektiğini ileri sürer. Bu bağlamda yapısalcılığı toplumsal alanı okuma
için kullanan ya da bunu sosyal teori olarak kuran ve yapısalcılığın bir bilim olduğunu
belirten Fransız antropolog Levi-Strauss’tur. Ona göre insan, içine doğduğu kültür
çevresinin ve kavramsal ağın ürünüdür. İnsan, bir kültürel ortamın ürünü olduğu için
Levi-Strauss, insanın felsefî bakımdan varlığın merkezi niteliğine olumsuz bakarak,
“insan öznesini
Dostları ilə paylaş: |