EĞITIM
Kapsamlı Kişilik
İlim adamlarımızdan rical tabakatına dair eser telif etmiş
olanlar, “Filan kişi, kendi kategorisi içerisinde eşsiz birisiydi”
diye yazarlar. Bununla kasdettikleri şudur: Kendisinde bir ara-
ya gelmiş olan ilim ve amel üstünlükleri, onu, bunca üstünlük-
lerin bir araya gelişi bakımından kimsenin benzeri olmayacak
şekilde ayrıcalıklı hâle getirmiştir.
Biz de şuna inanıyoruz ki, nimetleri sonsuz olan Yüce
Allah’ın, diğerlerinden farklı bedenî ve aklî özellikler, iman ve
ihsan kabiliyetleri bağışlamadığı hiçbir kulu yoktur. Bundan
dolayı eğitimin, bireyleri bir fabrikanın ürettiği mal gibi birbiri-
nin aynı olan bir nesil üretmesi imkânsızdır. Bu sebeple bizler
de “kapsayıcı kişilik (mecmû’)” lafzını ve mefhumunu mahfuz
tutuyoruz.
Bedevilik
Bedevilik, bedevilerin bir niteliğidir. Bu lafzın bir sözlük
anlamı vardır. Bedevi (Arap) kelimesi sözlükte, çölde yaşa-
yan Araplar anlamına gelir. Aynı şekilde bu kelimenin, İslâmî
ve Kur’ânî bir anlamı da vardır. Kur’ân ve sünnette bedevi-
ler, Müslüman olmakla birlikte, Rasûlullah sallallahu aley-
hi ve sellem’in yanına hicret etmeyen ve Evs ve Hazrec’in
kendisine yardım ettikleri gibi yardım etmeyen kimselerdir. O
Nebevî Yöntem
86
hâlde Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadiste bedeviler; muhacirler ve
ensar mukabilinde kullanılan ve gerek kaldıkları yer, gerekse
de imanları itibariyle Müslüman cemaatin kenarlarında duran
Müslüman bir topluluktur.
Müslüman cemaat ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem zamanında muhacirler ve ensar idi. Bizler, Nebevî cihadın
siretinden, onların İslâm’daki paylarını ve önceliklerini biliyo-
ruz. Tevbe sûresini okurken de bedevilerin, samimi birtakım
Müslümanlar ile böyle olmayan münafıklardan, yerlerinde
oturan ve savaşa çıkmayıp cihaddan geri kalan başkalarından
ve Allah’ın ahdine hainlik eden başka birtakım kimselerden
oluşan karışık bir kesim olduklarını öğreniyoruz. Bizim şimdiki
su üstündeki köpükleri andıran hâlimiz de içinde salih kimse-
lerin de bulunduğu, böyle olmayanların da olduğu bir karı-
şımdır. İnsanları kendi zamanımızda ve daha sonraki zaman-
larda tasnif ederken, herhangi bir kimseyi tekfir etmek ya da
dalalette olduğunu söylemek noktasından hareket etmiyoruz.
Ancak Allah tarafından hakkında elimizde kesin delil bulunan
apaçık bir küfür görmemiz durumu müstesnadır. Fakat bizler,
samimi ve doğru olanları da ayrı tutuyoruz. Böylelikle cihadın
hakikatleri bakımından “Lâ Havle” çekip duranların sayısının
bir fayda sağlayacağını düşünmemiş oluruz.
Allah’ın Erlerinin Mertebeleri
Allah’ın kullarından birinin Allah nezdindeki değerinin ne
olduğunu, ancak Allah’ın bize emretmiş olduğu iyi zan bes-
lemekle bilebiliriz. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “De ki:
Haydi, amel edin. Allah, Rasûlü ve mü’minler de ame-
linizi görecektir.”
39
Yüce Allah’ın, kullarının dereceleriyle
39
Tevbe 9/105.
Eğitim
87
ilgili bildikleri O’nun nezdinde bir gaybdır. Fakat biz, Allah’ın
erlerine, gördüklerimize ve onların cihad alanındaki yetkinlik
ve katkılarına dair değerlendirmelerimize göre mertebeler ve-
ririz ve kulu da Rabbiyle başbaşa bırakırız. Bizler, mertebeleri
çoğaltmaya ihtiyaç bulunmadığı görüşündeyiz. Aynı şekilde,
her mü’minin sorumluluk yerini bilmesi ve yapılanma iskeleti
içerisindeki ve uygulama basamaklarındaki sorumluluklarının
düzeyini bilmek zorunluluğu bulunmasaydı, kesinlikle rütbe-
lere de ihtiyaç bulunmazdı. Öncelikle, İslâmî ölçüleri bulun-
mayan bir toplumdaki, genel bir İslâm’dan başlayarak eğitil-
mesi mümkün olan ve kendisini öne çıkaran kimseleri eğitir
ve sınarız. Nihayet onun artık davanın bir yardımcısı hâline
geldiğinin göstergeleri ortaya çıkınca biz de ona “yardımcı
üye” adını veririz. Yardımcılığa katkıları artıp da ilmi, ameli,
ahlâkı ve uygulama alanındaki üstünlükleriyle seviyeli bir du-
ruma gelmesi hâlinde ona “muhacir üye” adını veririz. Bunu
da Yüce Allah’ın nezdindeki bu şerefli iki lakabın (ensar ve
muhacir) güzel ve hayırlı alametlerini göz önünde bulundu-
rarak veririz.
Yardımcılık ve hicretten sonra ise ihsanları ve eğitilmiş
yeterlilikleri ile ayrıcalıklı mü’minlerin varlığı da zorunlu olur.
Bunlara da “nakib” adını veririz. Bunların yükümlülükleri ise
mü’minleri eğitmek ve düzene koymaktır. Her bir mertebe için
kazanılması gerekli ilmî birtakım ölçeklerin belirlenmesinin bir
faydası yoktur. Fakat yardımcılıktan hicrete, oradan nakibliğe
basamak basamak yükselecek şekilde iman, güç ve emanetin
derecelerinde mü’minde on haslet toplanmadığı sürece toplu-
luk (kapsamlı kişilik) elverişli bir kişilik olamaz. Üyeliğe ve bir
üst mertebeye aday gösterilen bir kimsenin elverişliliğine de
mü’minler meclisi karar verir. Yardımcılık ve hicret mertebe-
leri için şube meclisi, nakiblik rütbesi için de o cihetin meclisi
karar verir. Bu şekilde İslâm devletinin kuruluşundan sonra