TÜRK
İ
YE'DE ÇA
Ğ
DA
Ş
LA
Ş
MA
tatların geçimini sağlayacak geniş bir iş alanı yine de bırakılmış oluyordu. Os-
manlı sisteminde meslekler imtiyazlı, beratlı loncalardı. Hattatların hoşnutsuzlu-
ğuna yol açan gerçek nedenin, matbaacılığın başlamasıyla yeni bir beratlı mesle-
ğe müsaade edilmesinden ileri gelmiş olması muhtemeldir. Çünkü matbaacılık
başladığı zaman müsaade yalnız İbrahim ve Sait Efendiler'e verilmişti. Matbaa
padişah vakfına cüz başına bir akçe resim ödemek zorunluluğunda
olduğundan mühürsüz yani resmi ödenmemiş kitap satamazdı. Başka biri
basımevi açarak ona rekabet de edemezdi. Basılacak kitap sayısını, fiyatını da
matbaacı değil, hükümet tayin ederdi. Matbaa açma hakkı beratla, tek ya da
müşterek "malikâne", yani daha sonraki terimle "gedik" olarak verilirdi. Çok
muhtemel olarak matbaaya tayin edilen ulemânın bir vazifesi de bu işlere
bakmaktı. Gedik, bir mülk olarak sahibinin mirasçısına geçer. Demek oluyor ki,
yeni çıkmış bir müesseseyi eski Osmanlı esnaf sisteminin yöntemine
bağlamışlardı. Matbaacılığın daha sonra gelişememesinde asıl bunun büyük rolü
olmuştur. Basımcılık II. Mahmut dönemine kadar devletçe verilen bir tekel olarak
kalmıştır ve ancak gazeteciliğin başlamasından sonra özel bir girişim işi
olabilmiştir.
Bunlardan çıkaracağımız sonuç şudur: Matbaacılığa karşı konan sınırlamalar
şeriattan değil, Osmanlı devlet sistemine özgü lonca sınırlamalarından gelmiştir.
Basma sanatının Yahudi, Ermeni ve Rum dillerinde gelişmesine karşılık, Osmanlı
dilinde gelişmemesinde bunun rolü olup olmadığı tarihçilerin belgelere dayanarak
incelemesi gereken bir konudur. İyi bir gelişme sayılan bu iş "şeriat tarafından en
gellendi" diyerek yargı vermek kolay, fakat her zaman doğru olmayan, bilime ay-
kırı bir tutumdur.
,
r
İbrahim, basma sanatının gerekliliği üzerine yazdığı raporda bu sanatın Tür-
kiye'de çok eskiden beri bilindiğini yazmakla birlikte, Arap harfleriyle kitap 'basıl-
dığını, bunların yanlışlarla dolu olduğunu söyler. İhtimal ki, ortalama olarak 250
yıllık bir gecikmenin din değil, devlet nedenlerinden ileri geldiğini bildiğinden bu
konuyu kurcalamaya kalkmamıştır. Basma sanatının Türkiye'de ondan önce (en
aşağı 234 yıl kadar önce) Osmanlıca'dan başka bir dilde, 218 yıl kadar önce Arap
harfleriyle Avrupa'da; 130 yıl kadar önce İstanbul'da, küçük bir ihtimalle, Os-
manlıca olarak basıldığı biliniyor. Avrupa'da Arap harfleri dökümcülüğü de başla-
mıştı. Bu konuların tarihi gereği gibi incelenmemiştir. Şimdilik bilinen, İstanbul'un
alınışı tarihinden az sonra matbaacılığın, bu sanatla Avrupa'da da çok erkenden
ilgilenen Yahudilerle başladığıdır. Fatih'in basımcılıkla ilgilendiği yollu bir söylenti
varsa da, belgelendirilinceye kadar bu zayıf bir ihtimal olarak kalacaktır.
35
İlk
matbaa Yahudiler tarafından II. Bayezit zamanında açılmıştı. İbranî harflerinin
İtalya'da 148O'de döküldüğü, İstanbul'da 1495'te İbranî basımevi açıldığı, daha
58
İ
LK A
Ş
AMA
sonra 1500, ya da 1515'te Selanik'te, 1579'da İstanbul'da başka İbranî basımev-
leri olduğu anlaşılıyor.
36
Matbaacılığın önce Yahudiler arasında, daha sonra Rumlar ve Ermeniler ara-
sında ne gibi düşüncelerle ilgi gördüğünü, ne gibi olaylara yol açtığını ayrıntılara
girmeksizin biraz araştırsak, Osmanlı devlet adamları arasında bu sanata karşı
yaşanan alerjinin nedenini ve Türkçe matbaacılığın gecikmesinde din nedenleri
değil, siyasa nedenleri bulunduğunu görürüz.
İbranice kitap basımının, İspanya'da zorla Hıristiyanlaştırılan ve "Marrano"
denilen Yahudilerin Portekiz'de yeniden eski dinlerine dönenlerinden birçoğunun
Türkiye'ye, bir kısmının Portekiz'den Amsterdam'a, bazılarının İtalya yoluyla
İstanbul’a ve Selanik'e geldiği biliniyor. Yeniden eski dinlerine dönen
Marranolar arasında Hıristiyanlıklarından kalma inançların kaldırılması, gerçek
Yahudilik'in canlandırılması gibi düşüncelerin İbranî matbaacılığı üzerine etkisi
olmuştur. İbranî matbaacılığı, henüz daha matbaacılığı almamış olan Ortodoks
Hıristiyanlara değil, 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında yoğun bir din
propagandası başlatmış olan Katoliklere karşı direnişin de etkisi altında
kalmıştır. Matbaanın, 1655'ten önceki yıllarda başlayan Yahudi mesihçiliğinin
çıkışında da bir rol oynamış olduğunu sanıyoruz. 1648'de Sabbatay Zvi adında
İzmirli genç bir Yahudi, kavmini kurtuluşa götürecek Mesih olduğu iddiasıyla
ortaya çıkmıştı. Zvi'nin başlattığı akımın sonucu olarak, onun 1666 yılında
birçok mucizeli olaydan sonra, dünyanın en güçlü hükümdarı olan Müslüman
sultanının yerine geçerek Yahudileri adanan kurtuluşa götürecek dünya
hükümdarı olacağı inancı yayılmaya başlamıştı. Bu inancın basılan kutsal
kitapların incelenmesinden öğrenildiği iddia ediliyordu. İnanç, yalnız Osmanlı
ülkelerinde değil, Avrupa'da da yayılmış, Hollanda, Almanya, Polonya'da bulunan
Yahudiler arasında büyük bir heyecan yaratmıştı. Bu ülkelerden binlerce Yahudi
akın ediyor, birçokları dünyanın sonu geldi inancı ile mallarını satıyorlar, Mesih'e
koşuyorlardı. Bu akım Yahudi cemaatinin haham-larını ürküttü, Katolik
misyonerlerini kızdırdı, Osmanlı hükümetini de huylandırdı ve Zvi'nin iddiaları
üzerine soruşturma başladı. Zvi 1665'te padişahın önünde sorguya çekildi,
mucizelerini göstermesi istendi. Zvi, İslâm sultanını düşürerek yerine geçeceği
yollu bir iddiada bulunmadığını ileri sürerek kendini savundu; Müslümanlık'ı
kabul ederek kurtuldu.
37
Matbaanın Ortodoks Hıristiyanlar arasında yol açtığı din tartışmalarının da
siyasal sonuçları olmuştur. Bunda da sahnede yine Katolikleri görürüz. Bu olayla-
rın merkezinde bulunan Ortodoks Patriği Kiril Lukaris, Protestanlık'in (özellikle
Kalvinizm'in) etkisi altında yeni bir inanç ve kilise reformu yapmaya kalkışmıştı.
Patriğin taraftarlarından olan Nikomedus Metakses, Protestan Hollanda ve İngiliz
59