M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 221
Mısrî’nin bu açıklamalarının da tutarlı hiçbir yanı yoktur. Zira bu âyette ge-
çen ًź ْijَĜ kelimesinin, Hasaneyn’in peygamberliğine delâlet ettiğini, İslâmî ilimle-
rin hiçbirisinde bir bilgi kaynağı olarak kabul edilmeyen
184
ebced hesabına
dayandırmasının yanlışlığı bir tarafa, Mısrî, burada yaptığı hesaplamalar, ebced
hesabına göre doğru da değildir. Mesela ebced hesabında “kâf”ın rakamsal
değeri 100 olmasına rağmen
185
Mısrî’nin bu hesaplamasında 80’dir. ًź ْijَĜ kelimesi-
nin ebced hesaplamasındaki rakamsal değeri 137’dir. Ancak onun 118 ve 128
rakamlarını tutturabilmek için tamamen keyfî ve tutarsız bir takım basit cam-
bazlıklar yapmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Mısrî’nin bu hesabına göre
bu kelime, adı Hasan ve Hüseyin olan herkesin peygamberliğine işaret edebilir.
4- “…Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut
imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imanı asla fayda ver-
mez…”
186
Mısrî’ye göre âyette geçen ğِّÖر ِتÓĺآ ُăْđَÖ ifadesinin ebced sistemindeki ra-
kamsal karşılığı 108’dir. Buna bir müdğam ismin rakamsal karşılığı olan 10 ilâve
edilirse “Hasan” adının rakamsal değeri olan 118 çıkar. İki müdğam isim, yani 20
ilâve edilirse “Hüseyin” isminin rakamsal değeri olan 128 çıkar. Mısrî, bu âyetin
bu kısmının ebced hesabına göre Haseneyn’e delâlet ettiğini söyledikten sonra
da âyette “imanıyla hayır kazanmamak” ifadesinden de Hasaneyn’in peygamber-
liğine iman etmeyenlerin imanlarının makbul olmadığına işaret çıkarmakta-
dır.
187
DİA
’daki “Niyâzî-i Mısrî” maddesinde, Mısrî’nin aslında hiç te’vîl kabul et-
meyen bu görüşü, zorlamalarla te’vîl edilmeye çalışılmakta ve şöyle denilmekte-
dir:
“Nebilik görüşünde onun, İbnu’l-Arabî’nin teşrîî nübüvvetle (bağlayıcı bir
şeriat getiren peygamberlik) genel nübüvvet (velâyet) ayırımını dikkate aldı-
ğı anlaşılmaktadır. Teşrîî nübüvvetin Resûl-i Ekrem ile sona erdiği bütün
Müslümanların kabul ettiği bir husustur. Nitekim Niyâzî-i Mısrî de kendi
inancını dile getirirken buna açıkça işaret eder. Ancak bağlayıcı bir şeriat ge-
tirmeden ‘hükümlerin gerçek anlamına ilâhî bildirimle varmak’ manasındaki
184
Bu konuda detaylı bilgi için bkz. İsmail Yakıt, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı
ve Tarih Düşürme
, Ötüken Yay., İstanbul 1992; Mustafa Uzun, “Ebced”, DİA, X, 68-
70.
185
Bkz. Yakıt, Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, s. 36; Uzun, “Ebced”, DİA, X, 69.
186
En’âm 6/158.
187
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 41a, 50a; İrfan Sofraları, s. 152.
222 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
genel nübüvvet, yani velâyet sona ermemiştir. Niyâzî-i Mısrî’nin Hz. Hasan
ile Hüzeyin’i bu anlamda bir nebÎ saymış olabileceği, genel görüşlerinden çı-
kan zorunlu bir netice sayılmalıdır.”
188
Mısrî’nin bu görüşüyle Haseneyn’in aslında nebî olduklarını değil velî olduk-
larını ifade ettiğini savunan bu görüşe katılmak mümkün değildir. Zira şu
sebeplerden dolayı Mısrî’nin onların velîliğinden değil peygamberliklerinden
söz ettiği net bir şekilde anlaşılmaktadır:
1- Mısrî’nin yazdığı Türkçe risâlelerde nebî veya velî kelimeleri değil, doğrudan
“hak peyğamber” kelimesi kullanılmıştır.
189
Ayrıca Haseneyn hakkında nebî ve
nübüvvet
kelimelerinin yanı sıra rasûl ve risâlet kelimesini de kullanmaktadır.
190
2- Mısrî’nin, Haseneyn’in nübüvvetine delil getirdiği ilk iki âyet, onun neyi kas-
tettiğini açıkça göstermektedir. Zira her iki âyette de geçen
طﺎﺒﺳﻷا
kelimesi-
nin atfedildiği şahısların tamamı peygamberdir. Bu âyetlerde, tıpkı Hz.
Nuh’a, Hz. İbrahim’e, Hz. İsmail’e, Hz. İshak’a, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya va-
hiy gönderildiği gibi (Hz. Yakub’un) torunlarına da gönderilen vahiyden
bahsedilmektedir. Mısrî de tıpkı bu adı zikredilenler gibi Haseneyn’in de
nebî olduklarını söylemektedir. “Mısrî’nin burada nebîlikten kasdı velîliktir”
denilirse, o zaman aynı şey bu âyette adı zikredilenler için de söylenmelidir.
Bu ismi anılan kimseler, nebî değil de sadece velî midirler!
3- Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’ın altmışıncı sofrasında Hz. Hüseyin’i Hz. Yahya ile mu-
kayese etmekte ve şöyle demektedir: “Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’e (a.s.)
‘Ben, Zekeriya oğlu Yahya için 95.000 kişi öldürdüm. Senin kızının oğlu Hü-
seyin için ise bunun iki misli insanı öldüreceğim’ diye vahyetti” şeklinde ri-
vâyet etmişlerdir. Bu, onun nebiliğine ve resulluğune delildir. Çünkü veli,
peygamber rütbesine eremez. Halbuki Hz. Hüseyin, onun iki misline çıkmış-
tır.”
191
Görüldüğü üzere sadece bu ifadeler bile, Mısrî’nin kasdının velilik de-
ğil peygamberlik olduğunu göstermeye kâfîdir.
4- Mısrî, Sıbteyn’in Risâletlerini İnkâr Edenlerin Durumu Hakkında Bazı Soru-
lar ve Onlara Verilmiş Cevaplar’dan oluşan bir risâlede, “Madem Hz. Hasan
ve Hüseyin peygamberdi de niçin peygamberlik iddiasında” bulunmadılar?”
şeklindeki bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Onların peygamberlik iddiasın-
188
Ekrem Demirli, “Niyâzî-i Mısrî/Tasavvufî Görüşleri”, DİA, XXXIII, 169.
189
“Bu âyet şehâdet eder ki Hasan ve Hüseyin hak peygamber olduklarına.” (Mısrî,
Risâle-i Haseneyn
, v. 26).
190
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 42a; İrfan Sofraları, s. 159.
191
Mısrî’nin kendi ifadesi şöyledir:
:ħĥø و įĻĥĐ ųا ĵĥĀ ïĩéĨ ĵĤإ ĵèوأ ّģä و ّõĐ ųا نأ َى ِوُر ħà
’
و ًÙùĩì ÓĺóĠز īÖ ĵĻé
َ
ĻِÖ ُÛĥÝĜ ĹĬإ
.ī
ْ
ĻÜ
ّ
óĨ ğĤذ َر ْïĜ ğِÝĭÖ ِīÖا ِīĻùéĤÓÖ ّīĥÝĜŶ و ،ًÓęĤأ īĻđùÜ
ĹĤijĤا ّنÍĘ ،įÝĤÓøرو įÜّij×Ĭ ĵĥĐ ٌïİÓü اñİو
ĥ×ĺź
įْĻĥáِĨ َēĥÖ ijİو ،Ĺ×ĭĤا َÙ×ÜóĨ ē
.
(Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 42a; İrfan Sofraları, s. 159).
M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 223
da bulunmamalarının sebebi, hased ve münkirlerin artmasından endişe etme-
leridir.”
192
Burada niçin iddia edilmediği söylenen şeyin, velilik değil peygam-
berlik olduğu açıktır. Zira velilik, iddia edilmesi beklenen bir şey değildir.
Mısrî, şimdiye kadar niçin hiçbir âlimin, müfessirin veya muhaddisin böyle
bir şeyi söylemediği sorusuna özetle şu cevabı vermektedir: Haseneyn’in pey-
gamberliklerinin ilânı, Hz. İsa’nın nüzûlüne yakın bir zamanda gerçekleşmesi
gerekmekteydi. Dolayısıyla artık Hz. İsa’nın nüzûlünün yakın olması gerekir.
Ayrıca ona göre rivâyetlerde Hz. İsa’nın iki elini iki meleğin kanatları üzerine
koyacağından bahsedilmektedir. Bu hadiste bahsedilen iki melek, Hz. Hasan ve
Hüseyin’dir.
193
Şu hususu da belirtmek gerekir ki Mısrî, Haseneyn’in peygamberliklerini sa-
vunurken, Hz. Muhammed’in (a.s.) “hâtemu’l-enbiyâ” sıfatının farkındadır.
Dolayısıyla bazı tevillerle onların peygamberliklerinin, Hz. Muhammed’in (a.s.)
“hâtemu’l-enbiyâ” sıfatına zarar vermediğini düşünmektedir. Meselâ Hz. İsa’da
nüzûl ettiğinde bir peygamber olarak gelecektir, ancak Hz. Muhammed’in (a.s.)
getirdiği şeriatı değiştirmeyecek ve böylece onun “hâtemu’l-enbiyâ” sıfatına
halel getirmeyecektir. Haseneyn’in peygamberlikleri de böyledir.
194
cc. Tasavvuf Ehli İçin (Seyr u Sülûk İçin) Âyetlerden İşâretler Çıkarmak
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’ın yirmi yedinci sofrasını Kadir suresi’nin yorumuna
tahsis etmiştir. O, bu surenin tamamen tasavvuftaki mücâhede ve fenâyı anlattı-
ğını düşünmektedir. Özetle aktarmak gerekirse ona göre, “kadir gecesi”,
mücâhede ve fenâya işâret etmektedir. “Kadir gecesinin ne olduğunu sen nere-
den bileceksin!” âyeti, “Allah’ta mücâhedenin kadrini Allah’tan başka kimse
bilmez. Çünkü mücâhede eden kişi, sülûkünün başlangıcında iken, mücâhede
sonunda kendisine ne gibi maârif ve müşâhede verileceğini bilmez” manasına
işaret eder. “Kadir gecesinin, bin aydan hayırlı olması”, marifetin elde edilmesiy-
le neticelenen Allah’ta mücâhedenin, kişinin, dolap beygiri gibi eseri (kendisine
ait olduğunu zannettiği ibâdetler) etrafında dolaştığı bin aylık ibâdetten hayırlı
olduğuna işaret eder. “Melekler ve ruhun, o gecede her emri yüklenerek inmele-
ri”, bu manevî mücâhede esnasında, müşkil olan her hususta kendilerine melekî
192
Mısrî, Sıbteynin Nübüvvet ve Risâletlerini İnkâr Edenlerin Misâli Hakkında Risâle, Pertev
Paşa no. 262/11, v. 37.
193
Bkz. Mısrî, Sıbteynin Nübüvvet ve Risâletlerini İnkâr Edenlerin Misâli Hakkında Risâle, v.
37-38.
194
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 53a; İrfan Sofraları, s. 153.
224 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
ilhamların, Rabbânî vâridâtın inmesine işaret etmektedir. “Şafak atıncaya kadar
selâmet” ise, bir mürşid-i kâmilin murâkabesi altında yapılan sülûkî mücâhede-
nin hakikat güneşi doğuncaya kadar her türlü manevî engellerden selâmette
olmasına işaret etmektedir.
195
“Savaştan geri kalan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, bütün ge-
nişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmış,
böylece Allah’(ın azabından) yine O’na sığınmaktan başka çare olmadığını
anlamışlardır...”
196
meâlindeki âyeti, şeyh-mürid ilişkisi bağlamında yorumla-
makta ve âyette geçen “Yeryüzü, bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş”
ifadesini, “şeyhi kendisinden râzı oluncaya kadar müridin ızdırabının dinmeme-
si” olarak yorumlamaktadır. Yine âyette geçen “savaştan geri kalanlar”ı da
“mücâhededen geri kalan ve ‘Allah, erhamu’r-râhimîndir, kendinizi fazla yorma-
nıza gerek yok’ diyerek başkalarının da mücâhededen geri kalmasını isteyen
tembel müridler”e benzetmektedir.
197
d
d. Zâhirî Tefsire Eleştiriler Yöneltmek
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’da bir âyetin tefsirini yaparken bazen âyetin nasıl anla-
şılması gerektiğine dair bir soru sorar ve bu soruya önce zâhirî tefsirlerde yapı-
lan bir açıklamayı verir. Hemen ardından da bu yorumu isabetli ve tatmin edici
bulmaz ve keşfe dayalı olduğunu söylediği kendi yorumunu verir. Buna şu örnek
verilebilir: “Onuncu sofra”da “O, yaptıklarından ötürü sorgulanmaz”
198
âyetini
açıklamasına Beydâvî’nin bu âyetle alâkalı yorumunu vererek başlamaktadır.
Buna göre Beydâvî, Allah’ın niçin yaptıklarından ötürü sorgulanamayacağını
şöyle açıklamaktadır: “Azametinden, yetkisinin kuvvetinden, ulûhiyet ve zâtî
saltanatında tekliğinden dolayı yaptıklarından sorulmaz.”
199
Mısrî, bu yorumda
apaçık bir “zulüm kokusu” olduğunu belirtir. Zira ona göre şayet sormak-
tan/sorgulamaktan korkmak, Allah’ın bu anılan sıfatlarından kaynaklanıyorsa
bu, şu anlayışı zımnen barındırır: “Aslında Allah’ın yaptıklarını sorgulamak
mümkündür, ancak O’nun azametinden dolayı sorgulanmaz. Ya da Allah yasak
kıldığı için sorgulamamak gerekir.” Mısrî, bu düşüncelerin, kendi zevkine uygun
olmadığını belirtir ve şöyle der:
195
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 19a-20a; İrfan Sofraları, s. 78-80.
196
Tevbe 9/118.
197
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 28a; İrfan Sofraları, s. 109.
198
Enbiyâ 21/23.
199
Beydâvî’nin bu yorumu için bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 68.
M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 225
“Bu fakirin zevkine göre O, yaptıklarından sorulmaz. Çünkü O, her şeyi hik-
metiyle yapar. Fakat bu hikmeti keşf ehlinden başkası anlayamaz. Ne zaman
ki Hak Teâlâ’nın “O, yaptıklarından ötürü sorgulanmaz” hikmeti insanlara
açılırsa, ancak o zaman anlayabilirler. Çünkü (bu mertebeye ulaşınca) soru-
lacak soru kalmaz ki. Zira O’nun hikmeti, bütün mahlûkâtına olan rahmetini,
sehâsını, keremini ve lutfunu eksiltmez. Şöyle ki, Allah Teâlâ, mahlûkâtı ya-
ratmış, her şeyi tam yerli yerince koymuştur. Bir kul, Allah’ın fiillerinden
kendi ilmine, zevkine ve doğasına aykırı olan bir şeyi sormak isterse Allah
Teâla, onun basiret gözünü açar ve kul, Allah’ın o şeydeki hikmetini görür.
Bu suretle kul, zarurî olarak, kalbinden “niçin ve nasıl?” sorularını çıkarır ve
artık ondan hayret etmez. Onu yerine lâyık görür. Artık hiçbir şeyin, sinek
kanadı kadar fazla yahut eksik tarafını dahi Rabbine sormayı kendine yakış-
tıramaz. Elbette bir hastalığın, bir kusurun, bir eksikliğin, bir fakirliğin, bir
zararın, bir cehlin, bir küfrün kaldırılmasını doğru bulmaz. Allah’ın insanlara
ezelde taksim ettiği rızkı, eceli, kudreti, aczi, tâati ve masiyeti değiştirmeyi
istemez. Eşyayı olduğu gibi görür. Bunların hepsini, içinde hiç zulüm olma-
yan, sırf adâlet ve eksiksiz sır kemâl, hiç bozukluğu, eğriliği-büğrülüğü olma-
yan tam doğru kabul eder. Her şer sandığının altında bir hayır vardır ve her
zarar sandığı şeyin sonunda bir fayda vardır.”
200
S
Sonuç
Niyâzî-i Mısrî, hem etkileyici karizmatik kişiliğiyle hem de telif ettiği eserle-
riyle 17. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında önemli yeri olan sıradışı bir sûfî, müte-
fekkir ve şâirdir. Hayatından anlaşıldığı kadarıyla Mısrî, mala-mülke, makam-
mevkiye tamah etmeyen, son derece sade bir hayat yaşayan mütevâzî bir derviş;
doğru bildiği şeyleri padişah dâhil kimseden korkmadan söyleyebilen, hatta
gerektiğinde padişah ve vezirlerin isimlerini vererek onlara çok ağır eleştiriler
yöneltebilen cesur bir entellektüel; kendisine Allah’tan özel bilgiler geldiğine,
Mehdî ve İsa olduğuna inanan; Hz. Hasan ve Hüseyin’in peygamber olduklarını
iddia eden ve buna inanmayanların imanlarının geçerli olmadığını savunan
sapkın fikirlere sahip çok renkli ve de anlaşılması güç bir sûfî olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu sebeple onun hem bâtınî nitelikli eserleri hem de seyahatler,
sürgünler ve devlet adamlarıyla mücadeleler ile dolu çalkantılı hayatı incelendi-
ğinde, şahsiyetinin delilik ile velilik arasındaki çok ince bir sınırda konumlan-
mış olduğu sonucuna varılmaktadır.
Mısrî’ye göre Kur’an, sadece mushafta yazılı olan harflerden müteşekkil de-
ğildir. İnsan ve topyekün kâinât da aslında Kur’an’dır. Dolayısıyla insanın
200
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 8a-8b; İrfan Sofraları, s. 39-40.
226 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
kendisi ve kâinâtta gördüğü, duyduğu her şey Kur’an’dır. Bu sebepledir ki ona
göre Kur’an’da âfâkî hâdiselerin tamamı enfüsî olarak da açıklanabilir. Mısrî’ye
göre Kur’an’ın zâhiri olduğu gibi bâtını da vardır. Zâhirî mana reddedilmemeli-
dir, ancak bâtınî mana(lar) da yok addedilmemelidir. Bunlar, birbirlerini ta-
mamlamaktadır. Sûfîlerin ve özellikle de kendisinin bazı yorumları, Kur’an’ın
zâhirine muhâlif görünüyorsa da bâtınına aykırı değildir. Zâhirî tefsir, Kur’an’ın
bütün manalarını tüketemez, onun manaları sonsuzdur.
Mısrî, başta Mevâidu’l-İrfân olmak üzere pek çok risâlesinde özetlediğimiz bu
Kur’an anlayışının âyetler üzerinde uygulamasını da yapmıştır. Onun işârî tefsir
yönteminde temsîlî/antropomorfik yorumlar çok önemli bir yer tutmaktadır.
“Âlem, büyük insan; insan, küçük âlemdir” anlayışından hareketle Kur’an’da dış
âleme dair verilen çeşitli bilgilerin insanın iç dünyası için de geçerli olduğunu
savunmakta ve pek çok âyeti bu şekilde yorumlamaktadır.
Mısrî’nin işârî yorum yöntemleri arasında dikkat çekenlerden birisi de cifir-
dir. O, özellikle Haseneyn’in peygamberliği konusunda olmak üzere bazı görüş-
lerini ebced hesabınıa dayandırmaktadır. Ancak cifir ilminin İslâmî ilimlerin
hiçbirisi tarafından bilgi kaynağı olarak kabul edilmemesi bir tarafa, Mısrî’nin
ebced hesabına dayalı yorumlarının bir kısmında, bu hesaba da uyulmadığı ve
harflere tamamen keyfî olarak bir takım rakamsal değerlerin verildiği görülmek-
tedir.
Mısrî’nin tefsir ettiği âyetler bakıldığında bunların çoğunun ya vahdet-i vü-
cûd düşüncesini ya da Haseneyn’in peygamberliğini ispata yönelik olduğu
görülmektedir. Onun bu yorumları, tamamen subjektif ve aşırı yorumlar olup
isâbetlilik ve inandırıcılıktan uzaktır.
Kaynakça
Aşkar, Mustafa, Niyâzî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara
1998.
_____, “Niyâzî-i Mısrî”, DİA, XXXIII, 166.
Aynî, Mehmet Ali, İslam Tasavvuf Tarihi, (sad. H. R. Yananlı), Kitabevi Yay., İstanbul
2000.
el-Beydâvî, Nâsıruddîn Ebû Saîd Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl,
Dersaâdet Kitabevi, İstanbul ts.
Demirli, Ekrem, “Niyâzî-i Mısrî/Tasavvufî Görüşleri”, DİA, XXXIII, 169.
Doğramacı, Baha, Niyâzî-yi Mısrî: Hayatı ve Eserleri, Ankara 1988.
M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 227
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, y.y., 1979.
Erdoğan, Kenan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, Akçağ Yay., Ankara 1998.
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, nşr. Muham-
med ed-Dâlîbalta, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut 1992.
Gölpınarlı, Abdulbaki, “Niyâzî Mısrî”, Şarkiyat Mecmûası, Cilt. VII (1972), s. 183-226.
Güzel, Abdurrahmahman, “Niyâzî-i Mısrî’nin Gözden Kaçan Bir Eseri: Risâle-i
Devriyye”, Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI/1-2 (Ankara 1983), s. 121-137.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail ed-Dımaşkî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, ed-Dâru’l-Mısriyye
el-Lübnâniyye, Kahire 1990.
Karahan, Abdulkadir, “Kendi El Yazısı Hatıralarına Göre Niyâzî-i Mısrî’nin Bazı
Mistik Görüşleri”, Türkiyât Mecmûası, Cilt. XIX (1980), s. 93-98.
Karaman, Hayrettin ve diğerleri, Kur’an Yolu, Diyânet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 2008.
el-Kelâbâzî, Ebû Bekr Muhammed b. İshak, et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, thk.
Ahmed Şemsüddîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2001.
Niyâzî-i Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, Süleymaniye Ktp. Hâşim Paşa no. 20.
_____, Mecmûa, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp. Sultan Orhan, no. 690.
_____, Kur’ân, İnsan ve Ekvândan Her Birinin Gayrı İçin Mir’ât Olduğuna Dair Risâle,
Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no.261/13.
_____, Tefsîru Âyeti ‘İnnâ Arazne’l-Emânete’, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/9,.
_____, Risâle-i Haseneyn, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/6.
_____, Eşrât-ı Sâat Risâlesi, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/5.
_____, Risâle-i Hızriyye-i Cedîde, Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 261/4, vr. 17.
_____, Sıbteynin Nübüvvet ve Risâletlerini İnkâr Edenlerin Misâli Hakkında Risâle,
Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa no. 262/11.
_____, Tefsîru Sûreti’l-Beyyine, Süleymaniye Ktp. Petev Paşa no. 261/10.
_____, Mawâidu’l-İrfân İrfan Sofraları, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat,
İstanbul ts.
_____, Niyâzî-i Mısrî’nin Hatıraları, haz. Halil Çeçen, Dergah Yay., İstanbul 2006.
Pazarbaşı, Erdoğan, “Mehmed Efendi Vanî”, DİA, XXVIII, 458-459.
er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer, et-Tefsîru’l-Kebîr li’l-İmâm Fahruddîn
(Mefâtîhu’l-Ğayb), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut 2001.
Sevim, Emine – Pekolcay, Neclâ, Yûnus Emre Şerhleri, Ankara 1991.
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-
Fikr, Beyrut 1988.
228 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
Tatçı, Mustafa, “N. Mısrî’nin Tasavvufî Bir Rüya Tabirnâmesi”, Türk Folklor Araştır-
maları
, Ankara 1989, s. 85-96.
Uzun, Mustafa, “Ebced”, DİA, X, 68-70.
Wensinck, Jan, “Niyâzî”, İA, IX, 305.
Yakıt, İsmail, Türk-İslâm Kültüründe Ebced Hesabı ve Tarih Düşürme, Ötüken Yay.,
İstanbul 1992.
ez-Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâfu an Hakâiki Ğavâmı-
dı’t-Tenzîl ve Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vücûhi’t-Te’vîl
, thk. Muhammed Abdüsselâm
Şâhîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995.
Dostları ilə paylaş: |