M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 199
müjde (mübeşşirât) veren kişinin bu müjdesi Kur’an’ın zâhirine uymuyorsa,
hemen reddedilmemelidir. Zira belki birinci, belki de yedinci bâtınına uygun bir
müjdedir.
72
Mısrî, bu sözüyle aslında bu âyetin tefsiri bağlamında Haseneyn’in
peygamberliğine dair yaptığı yorumlara meşrûiyyet kazandırmaya çalışmakta-
dır.
Mısrî, bilginin zâhir-bâtın katmanlarının mevcûdiyetini ispatlamak üzere
eserlerinde Musa-Bilge kul (Mısrî’nin ifadesiyle Hızır) kıssasına pek çok yerde
atıfta bulunmaktadır. Mesela ona göre zâhirî ve bâtınî ilimler, birbirini tamam-
layan unsurlardır. Bunlardan her biri, ancak diğeri ile birlikte daha güzel ve daha
anlamlı bir hale gelir. Bu iki ilim, ruh ile beden gibidir. Bunun içindir ki Hz.
Musa’ya Hızır’ı bulması ve ondan bâtınî ilimleri öğrenmesi emredilmişti ki bu
sayede “Dünyada en bilgin insan, benim” zannı ve gururu ortadan kalksın.
73
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’ın çeşitli yerlerinde bu kıssaya atıfta bulunmanın yanı sıra
elli sekizinci sofrayı tamamen bu kıssanın bâtınî/enfüsî yorumuna ayırmıştır.
Buradaki açıklamalarına göre kıssada geçen “iki deniz”den maksat, şeriat ve
hakikat denizidir. Hızır’ın “iki denizin buluştuğu yerde (mecmeu’l-bahreyn)
olması, onun her iki ilme sahip bulunmasına, Allah’ın Hz. Musa’yı Hızır’a gön-
dermesi, insanın kemâlinin ancak ledünnî ilimle tamamlanacağına, birinci ilim
her ne kadar ülü’l-azm peygamberlerde, ikinci ilim rütbe itibariyle onlardan
aşağıda olanlarda ise de, ikincisinin aranması gerektiğine ve ledünnî ilim sahibi-
ne Allah’a ibadet edecek kadar şeriat öğrenmesinin kâfî olacağına işaret etmek-
tedir.
74
Divan’ındaki şu beyitler de Musa-Hızır kıssasına yaptığı atıflara örnek
verilebilir:
Belki Mûsâ’yı telemmüz eylese itmez kabûl
Hızr ile hem-râh olan kes eylemez çün ü çerâ
Dersi aklundan alursan bil sana olmaz delil
Dersüni var Hakdan al kim ilmün ola reh-nümâ
75
Mısrî’nin, Mevâidu’l-İrfân’da alıntıladığı bir beyitte mana sır gelinine, lafız ise
peçeye benzetilmektedir.
76
Aslında bu benzetme, genelde sûfîleri, özelde de
Mısrî’nin, lafız ve manaya, bir başka ifadeyle zâhir ve bâtına bakışını da yansıt-
72
Bkz. Mısrî, Tefsîru Âyeti ‘İnnâ Arazne’l-Emânete’, Pertev Paşa no. 261/9, vr. 36.
73
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 31a; İrfan Sofraları, s. 120.
74
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 39b; İrfan Sofraları, s. 146.
75
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 16.
76
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 21b; İrfan Sofraları, s. 85.
200 | OSMANLI TOPLUMUNDA KUR'AN KÜLTÜRÜ VE TEFSİR ÇALIŞMALARI -II-
maktadır. Bu bakış açısına göre asıl olan Kur’an’ın lafzı değil, o lafzın bir peçe
gibi gizlediği manadır. Şu halde sûfînin vazifesi ve rolü, lafız (zâhir) peçesini
kaldırıp onun arkasında gizlenmiş olan mana (bâtın) gelinine ulaşmaktır. Bunun
için de “damat” olmak, yani o peçeyi kaldırmaya ehil olacak kıvama ulaşmak
gerekir ki bunun yolu da seyr u sülûktür. Nasıl ki evlilik, istemeyle başlayan
uzun bir süreç ise, bâtınî ilme mazhar olabilmek için de önce manevî olgunluğu
ve manayı isteyen (mürîd) kişi durumunda olmalıdır. Sonra da uzun ve yorucu
bir düğün yolculuğu (seyr u sülûk) ve hazırlığı yapılmalıdır. Bunun sonucunda da
manevî birleşme (vahdet-i vücûd) anında gelinin (mana/bâtınî ilim) duvağı (la-
fız/zâhirî ilimler) kaldırılıp güzelliği temâşâ edilir.
33. Kur’an’ın Sonsuz Mana Derinliği
Hemen her sûfî gibi, Mısrî de Kur’an’ın sonsuz mana derinliğine sahip bir ki-
tap olduğunu düşünmektedir. Ona göre “Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık
bir kitapta bulunmasın”
77
âyetindeki “apaçık kitap”, Kur’an’dır. Dolayısıyla
Kur’an’da her şey mevcuttur.
78
Ona göre Kur’an’da mevcut olan herşeyi bulma-
nın yolu da hatt-ı Kur’an’dan, yani cifr hesabından geçer:
Gösterüp her muciza’tı evvelâ bildirdi
Bunca yazılan ki mana bikr-i Kur’ânun ola
Bir bilinmez emr irişmedi dahi bu yüzde kim
Hatt-ı Kur’an şekli söyler sana bir bir asliyâ
79
Mısrî’ye göre Kur’an’daki her harfin binlerce manası vardır. Bunu şu beyitle
ifade eder: “Kemâl-i devlet istersen okı âyât-ı Kur’ânı/Ki her harfin içinde var
Niyâzî bin dürr-i yektâ”.
80
Ona göre Kur’an’da sırlar içinde nurlar, yani mana
içinde mana gizlidir: “Nedür Kur’an’un esrârı nedür esrârun envârı”
81
Nitekim
hâtırâtında da Kur’an’ı “sonsuz hazine ( kenz-i lâ yefnâ)” şeklinde nitelemekte-
dir.
82
77
En’âm 6/133.
78
Bkz. Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 22b; İrfan Sofraları, s. 88.
79
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 17.
80
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 14.
81
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 165.
82
Bkz. Mısrî, Mecmûa, vr. 16a; a.g.mlf., Niyâzî-i Mısrî’nin Hâtıraları, s. 53.
M. AY · NİYÂZÎ-İ MISRÎ’NİN KUR’AN VE TEFSİR ANLAYIŞI | 201
B
B. İşârî Tefsir Anlayışı
1. Bilgi ve Yorum Kaynağı Olarak Keşf
Mısrî, peygamberlere gönderilen vahye benzer bir yolla âriflere de ilham ve-
rildiğini ve bu sayede onların vâsıtasız doğrudan Allah’tan bilgi aldıklarını
düşünmektedir. Meselâ Divan’ında, Necm suresinde geçen “O, kendi hevâsından
konuşmaz. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir”
83
âyetle-
rine telmihte bulunarak, kâmil insanların sözlerinin de ilham vahyine müstenit
olduğunu belirtmektedir:
Sûre-i Necm’i okı anlagil vahy-i Hakk’ı
Bilesin ol mantıkı nefesidür kâmilün
84
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân’ın ‘dokuzuncu sofrası’nda, yaptığı yorumların herhangi
bir kitaptan veya şahıstan alınmadığını, doğrudan Allah’tan ilham yoluyla
kendisine verildiğini söylemektedir. Bu durumu, şöyle ifade etmektedir:
“1076 senesi Şevvâl ayının onuncu günü idi. Ricası benim yanımda farz dere-
cesinde olan ihvandan biri, tarikat ve hakikat erbâbı nokta-i nazarından bu
âyetin (Bakara 2/148) işâretini açıklamamı rica etti. Şifâhen bu ricayı kabul
ettikten sonra bütün kemâlleri zâtında cem eden Allah’a yöneldim. Araştırma
yapmadım. Hiçbir kitaba da bakmadım. Tamamen O’na yönelip ilhamını
bekledim. Nihayet Yüce Allah, sırrıma bu sofrayı indirdi. Yedim, içtim ve bize
lütfettiği nimetlerden ve hidâyetinden dolayı Allah’a hamd ve şükrettim.”
85
Mısrî, Mecmûa’sında da Mevâidu’l-İrfân’ı hiçbir kitaba bakmadan ilham ile
yazdığını şöyle ifade etmektedir:
“Ol risâlenün ismi, Mevâidu’l-İrfân ve Avâidu’l-İhsân’dur. Elli sekiz mâidedür.
Elli yedi yaşumda başladum. Elli sekiz yaşumuzda elli seküzde kaldı ve ol
risâleyi böyle ilham olındum idi ki asla bir kitaba bakup bir şey yazmayam ta
gicede ya gündüzde vâridât-i ilâhî geldükçe onı yazam gayrı bir şey yazma-
yam. Bir sene tamam oluncaya dek ol kadar şey yazmak müyesser oldı.
Vâridâttan bir vâizin sermayesüdür.”
86
Nitekim Divan’ında da sözlerinin aslında kendisine ait olmadığını, Allah tara-
fından söylettirildiğini, kendi rolünün sadece O’ndan gelen ilhamları kaydetmek
olduğunu şu mısralarla ifade etmektedir: “Bu Niyâzî inüp gökden bir mana
83
Necm 53/3-4.
84
Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Divanı, s. 116.
85
Mısrî, Mevâidu’l-İrfân, v. 7a; Mısrî, İrfan Sofraları, s. 35.
86
Mısrî, Mecmûa, v. 104b; a.g.mlf., Niyâzî-i Mısrî’nin Hâtıraları, s. 157.
Dostları ilə paylaş: |