25
NİKOLAY KARAMZİN
insanı unutuyorum, lanet okumaya hazırım ama dilim dön-
müyor. Ona bakıyorum ve gözyaşlarım dökülüyor yanağıma.
Ah! Neden roman yazmıyorum da bu hüzünlü gerçek olayı
anlatıyorum ki?
Evet, Erast savaşa gidiyorum diye Liza’yı kandırmış mıydı?
Hayır, aslında gerçekten de ordudaydı ama düşmanla savaş-
mak yerine kumar oynamış ve çiftliğini kaybetmişti. Kısa süre
sonra barış antlaşması imzalanmış ve Erast da bir sürü borçla
Moskova’ya dönmüştü. Durumunu düzeltmek için tek çaresi
vardı, çoktandır ona âşık olan zengin yaşlı bir kadınla evlen-
mek. Sevgili Liza’sına elveda deyip kadının evine yerleşmeye
karar verdi. Ama bütün bunlar onu haklı çıkarabilir mi?
Liza öyle bir durumda buldu ki kendini sokakta, hiçbir
kalemin gücü anlatmaya yetmez. “Beni kovdu? Başkasını se-
viyor? Mahvoldum!” İşte, onun düşünceleri ve duyguları! Ağır
bir baygınlık bu düşüncelere ara verdi. Yoldan geçen iyi bir ka-
dın, yerde yatan Liza’nın başında durdu ve kendine getirmeye
çalıştı. Zavallı kız gözlerini açtı, o iyi kadının yardımıyla ayağa
kalktı, teşekkür etti ve nereye gideceğini bilmeden yürüdü.
“Bana yaşamak haram,” diye düşünüyordu. “Haram!.. Keşke
gökyüzü üstüme yıkılsa! Keşke toprak yarılsa da içine girsem!..
Hayır! Gökkubbe düşmez, yer de yarılmaz. Vay başıma!” Şe-
hirden çıktı ve birden kendini, daha birkaç hafta önce onun
heyecanının sessiz tanığı olan eski meşelerin gölgesi altındaki
o derin göletin kıyısında buldu. O hatıralar ruhunu derinden
sarstı, yüreğindeki korkunç acılar yüzüne yansıyordu. Ama
birkaç dakika sonra bir dalgınlık kapladı. Çevresine bakındı,
yolda giden komşunun kızını (on beş yaşındaki kızı) gördü,
yanına çağırıp cebinden çıkardığı on tane onluk imperyali kıza
verdi. “Sevgili Anyuta, sevimli arkadaşım! Bu paraları anneme
götür. Çalıntı olmadığını söyle. Kızının onun karşısında suçlu
26
RUS ÖYKÜLERI
olduğunu ve insafsız bir adama olan aşkını ondan sakladığını
söyle. Adı E..., neyse adını ne yapacak? Onun beni aldattığını
söyle, beni affetmesini rica et, Tanrı onun yardımcısı olacaktır.
Şimdi ben nasıl öpüyorsam seninkini, sen de onun ellerini öp,
zavallı Liza’nın öpmeni istediğini söyle, ona benim...” Sözünü
bitirmeden suya atladı. Anyuta bağırdı, ağladı ama onu kurta-
ramadı, köye koştu. İnsanlar toplandı, Liza’yı çıkardılar ama
artık ölüydü.
İşte böyle sonlandı hayatı o güzel ruhun. Biz de öbür dün-
yaya geldiğimizde, seni bulacağım sevimli Liza.
Onu göletin yanına, iç karartıcı bir meşenin altına gömdü-
ler ve mezarına tahta bir haç diktiler. Burada sık sık Liza’nın
mezarına dayanıp düşüncelere dalarım, gölet gözlerimin önün-
de oynaşır, üstümde yapraklar hışırdar.
Kızının korkunç ölümünü duyan Liza’nın annesinin kanı çe-
kildi, gözleri sonsuza kadar görmez oldu. Kulübe bomboş kaldı.
İçinde rüzgâr uğulduyor. Bu uğultuları duyan batıl itikat sahibi
köylüler, “Orada ölü inliyor, orada zavallı Liza inliyor!” derler.
Erast hayatının sonuna kadar mutsuz oldu. Liza’nın yazgısını
öğrenince kendini affedemedi, onun katili saydı kendini. Onun-
la ölümünden bir yıl önce tanıştım. Bu hikâyeyi kendisi anlattı
ve beni Liza’nın mezarına getirdi. Şimdi, belki barışmışlardır!
1792
Çeviren
Uğur Büke
27
A
LEKSANDR BESTUJEV-MARLİNSK
İ
Korkunç Bir Fal
Petr Stepanoviç Lutkovskiy’e
1
ithafen
Dik başlı akıllar çoktan
Vazgeçtiler karanlığın ruhundan;
Büyüleyici bir şeye tüm kalbinle,
Dostlar, kimler inanmadı ki?..
...
O
zamanlar âşıktım, hem de deli gibi âşık. Nasıl
da aldandılar, güzeller arasında alaylı gülümseyişime, dalgın
bakışlarıma ve özensiz konuşmalarıma bakıp beni soğuk ve
umursamaz sayanlar. Derin duyguların, yalnızca derinde oldu-
ğu için çok seyrek ortaya çıktığını bilmiyorlar, ruhumun içine
bakabilseler, onu görüp anladıklarında dehşete düşerlerdi! Şa-
irlerin gevezelik yaptıkları her şey, kadınların hoppaca oyun-
ları, âşıkların bütün nazları içimde erimiş bal gibi kaynıyor ve
akacak yatak bulamayanlar ateşler içinde kavruluyordu. Ama
ayran gönüllü yapmacık âşıklar her zaman bana acıyacak ka-
dar gülünç gelirler; hele o ezberlenmiş açıklamaları ve o soğuk
heyecanlarıyla kart zamparalara nefret edecek kadar acırım.
1
Petr Stepanoviç Lutkovskiy (1800-1882) Rus amiral, Dekabrist, Marlinski-
lerin aile dostu. (ç.n.)
28
RUS ÖYKÜLERI
Onlardan birisi olmak benim için dünyadaki en korkunç şeydi.
Hayır, böyle biri değildim; aşkımda tuhaf, mucizevi hatta
vahşi bir sürü şey vardı; anlaşılmaz olabilirim ama asla gülünç
olmadım. İhtiras dolu büyük bir tutku lav gibi yuvarlanıyor,
karşısına çıkan her şeyi kendine çekiyor ve yakıyor, bir yandan
kendini yok ederken diğer yandan engelleri küle çeviriyor ve bir
anlığına da olsa buz gibi denizi bile kaynar suya döndürüyordu.
Yani seviyordum... Hadi, adına Polina diyelim. Bir kadının
uyandırabileceği her şey, bir erkeğin hissedebileceği her şey,
uyandırılmış ve hissedilmişti. Polina başkasına aitti ama bu,
yalnızca onun karşılık bulma değerini artırıyor ve umutla ye-
tiştirip büyüttüğüm kör tutkumu daha fazla artırıyordu. Eğer
onu susturarak kapatsaydım kalbim patlayabilirdi, sevdiğim
kadının önünde dolu bir kâse gibi kalbimi devirdim; ateşle,
coşkuyla konuşuyordum ve konuşmam onun kalbinde kar-
şılığını buldu. Sevildiğimi hatırladığımda vücudumdaki her
damar bir tel gibi hâlâ heyecanla titreşiyordu, dünyevi saadet
keyfi seslerle ifade edilebilseydi ancak bu seslerle dile gelirdi.
Dudaklarımla onun eline ilk sokulduğum anda ruhum bu
dokunuşla yok olup gitmişti! Sanki bir yıldırıma dönüşmüşüm
gibi gelmişti: Öyle hızlı, öyle ulvi, öyle ateşliydi ki bu duygu,
eğer bunu duygu diye adlandırmak mümkünse.
Ama mutluluğum kısa sürdü: Polina olağanüstü olduğu
kadar sertti de. Beni seviyordu, o zamana kadar hiç böyle se-
vilmemiştim ve hiçbir zaman da sevilmeyeceğim: Sevecen, tut-
kulu ve kusursuz... Istıraplar karşısında benden daha çok göz-
yaşı dökmesi benim için çok önemliydi. Benim âlicenaplığıma
öyle safça direniyor ve serzenişlerden kendini kurtarmak için
öyle içten yalvarıyordu ki güvenine ihanet etmek namussuzluk
olurdu.
– Canım! Ayıptan uzak duruyoruz, diyordu, ama daha ne
29
ALEKSANDR BESTUJEV-MARLİNSKİ
kadar dayanabiliriz ki? Çok dikkat eden çabuk tökezler; müm-
kün olduğunca daha az görüşmek zorundayız.
Onunla her türlü karşılaşmadan kaçınacağıma söz verdim
gönülsüzce.
İşte Polina’yı görmeyeli tam üç hafta oldu. Seversk Süvari
Alayı’ında görev yaptığımı size söylemeliyim, o zamanlar Orel
vilayetindeydik... İzninizle, tam yerini söylemeyeceğim. Benim
bölüğüm, Polina’nın kocasının çiftliğine yakın bir yerde ko-
nuşlanmıştı. Tam svyatki
2
başladığında alayımız Tula vilaye-
tine intikal emri aldı, ben de vedalaşmadan gitme konusunda
oldukça kararlıydım. İtiraf etmeliyim ki, tevazudan ziyade,
başkalarının yanında sırrımın açığa çıkma korkusu beni dur-
duruyordu. Onun saygısını kazanmak için aşktan vazgeçmek
gerekiyordu ve ben de başardım.
Çevredeki tüccarların veda yemeği davetleri de, orada gö-
nül ilişkisi kurmuş birçok arkadaşımın baloya davetleri de bo-
şuna oldu, sözümden dönmedim.
Yeni yılın arifesinde üçüncü etap yürüyüşü bitirmiş ve bir
gün mola vermiştik. Bacasız, penceresiz kulübede, sefer ya-
tağımda yapayalnız uzanıyordum, kafamda kara düşünceler,
içimde ağır bir kasvet. Dostlarımın arasında bile çoktandır
öyle içten gülmüyordum: Konuşmaları dayanılmaz geliyor, ne-
şeli halleri midemi bulandırıyor, ilgileri sırnaşık bir kızgınlığa
dönüşüyordu; öyle oldu ki tek başıma kaldım, çünkü bütün
arkadaşlarım bir yerlere gitmişlerdi, ne kadar surat asarsam o
kadar içim kararıyordu, dolayısıyla da ne dışardan bir neşe kı-
rıntısı girebiliyordu ne de tesadüfi bir eğlence.
2
Svyatki: Kutsal günler. Hıristiyan Slavlarda İsa’nın doğumu ile vaftiz edil-
mesi arasında geçen süre. Kökleri pagan kültüre uzanan bu günlerde çeşitli
oyunlar oynanır, şölenler düzenlenir, fallar bakılır. (ç.n.)
30
RUS ÖYKÜLERI
İşte arabacı, eski ev sahibi Knyaz
3
Lvinskiy’deki akşam için
dostumun davetini getirdi. Acilen gelmem isteniyordu: dağlar
gibi yiyecek içecek, gökteki yıldızdan çok güzel kız, bir sürü
genç adam ve sel gibi akan şampanya.
Notta, sanki öylesine, Polina’nın da orada olacağını yaz-
mıştı. İçim tutuşuverdi... Ayaklarım titredi, yüreğim küt küt
atmaya başladı. Uzun süre kulübede dolaştım ve sanki sıtma-
dan bayılmış gibi uzandım kaldım ama kanımın hızlı akışı du-
rulmadı, yanaklarım içimdeki yangınla kıpkırmızı yanıyordu,
kalbim güm güm atıyordu.
Bu akşama gitmeli mi, gitmemeli miyim? Onu bir kez daha
görmek, onunla aynı havayı solumak, onun sesini duymak,
ona veda etmek! Bu arzuların karşısında kim durabilir? Kıza-
ğın koşumlarına atıldım ve geriye, Knyaz Lvinskiy’in köyüne
doğru yola çıktım. Yola çıktığımda saat öğleden sonra ikiydi.
Yirmi versta kendi kızağımla gittikten sonra istasyondan
posta troykasını aldım ve kolaylıkla yirmi iki versta daha git-
tim. Bu istasyondan sonra anayoldan dönmem gerekiyordu.
Güçlü atların üstündeki genç, boylu poslu arabacı, beni on se-
kiz versta uzaklıktaki Knyaz’ın köyüne bir saatte ulaştıracağını
söyledi.
Oturdum ve yürü dedim!
Avludan çıktığımızda hava kararmıştı ama sokak tıklım
tıklımdı. Kadife şapkalı, mavi kaftanlı genç delikanlılar, arka-
daşlarının bellerine sarılmış dolaşıyorlardı, tavşan kürkleri ve
Çin işi parlak kumaştan giysileriyle şarkılar söylüyorlardı, her
taraftan bayram şarkıları duyuluyordu, her pencerede bir ışık
yanıyor ve kapıların önlerini alev alev yanan çıralar aydınlatı-
3
Knyaz: Rusya’da bir soyluluk unvanı. Knyaz’ın eşine Knyaginya, kızına da
Knyajna denir. (ç.n.)
31
ALEKSANDR BESTUJEV-MARLİNSKİ
yordu. Kızağın önünde oturan benim becerikli arabacı gururla
bağırıyordu: “Yoldan!” Üstüne başına çekidüzen vererek onu
tanıyanlara selam veriyor ve arkasından duyulan, “İşte bizim
Aleha uçuyor! Hey şahin, nereye?” gibi sözlerden memnuni-
yetini saklamıyordu. Kalabalıktan çıkınca bana dönerek yarı
uyarı, yarı bilgi verircesine,
– Ee bey, sıkı tutunun! dedi. Sağ eldivenini sol koltuğu-
nun altına sıkıştırdı, çıplak elle dizginleri tuttu, bağırdı ve atlar
rüzgâr gibi ileri atıldı! Onların hızından az kalsın kalbim dura-
caktı: Bizi âdeta uçuruyorlardı!
İki yandaki kızaklar da, alışkın bir mekik gibi zıplıyor, oy-
nuyor, koşturuyorlardı, önündeki tahtaya ayağını dayayan ve
koşumları büyük bir güçle çeken benim arabacı ahırda epeydir
dinlenmiş atların öfkesiyle didindi durdu uzun süre ama gem-
lerinin çekilmesi onların kızgınlığını daha da artırdı. Başlarını
oynatarak, dumanlı burun deliklerini rüzgâra vererek ileri atı-
lıyorlar, kızağın üstünü tipiye boğuyorlardı. Bu anlattıklarım
hepimiz için sıradan olaylardı zaten, ben de kızağa yayılıp sa-
kince uzanıyor ve hatta yolculuğun bu hızının keyfini çıka-
rıyordum. Hiçbir yabancı, kudurmuş bir troykada uçarcasına
gitmenin vahşi hazzını ve dolayısıyla da bu kasırga gibi uçuşta
kendini unutmanın rehavetini bilemez. Hayallerim beni çok-
tan baloya götürmüştü. Tanrım, Polina’yı nasıl da endişelendi-
receğim ve sevindireceğim beklenmedik gelişimle! Bana kıza-
caklar, gülecekler, ben de onunla uçarcasına dans edeceğim...
Bu arada havanın ıslığı bana müzik, görünüp kaybolan çitler
ve orman ise çılgın valse katılan konuklar gibi geliyordu...
Arabacının yardım isteyen çığlığı beni büyüden uyandırdı. İki
dizgini yakalayıp ortadaki atın başını öyle çektim ki az daha
kızağın okunu kıracaktı. Sonunda yorgun koşucular ayakları-
nı direyerek, burunlarından dumanlar fışkırtarak durdular ve
32
RUS ÖYKÜLERI
atların üstünde oluşan kırağı bulutu dağılıp rüzgâr da buharı
dağıtınca, o sırada yırtılmış kolanı çeken ve koşumları düzelt-
mekle uğraşan arabacıya,
– Nerdeyiz? diye sordum.
Arabacı çekingence etrafa baktı.
– Tanrı bilir beyim! diye cevapladı. Bizim doruları terletip
nefeslerini açalım diye çoktan döndük anayoldan ve bu çitleri
de hiç mi hiç hatırlamıyorum. Proşkina’nın turpluğu mu de-
sem, Andronov’un kireçliği mi?
Onun topografik bilmecelerinin bir milim bile ötesine ge-
çemiyordum, bir an önce gitme isteği beni ele geçirmiş yerim-
de duramıyordum; bu arada benim genç yolu bulmaya çalışı-
yordu.
– Eee, ne oldu?
– Kötü beyim! dedi. İyi zamanda konuşmalı, kötü zamanda
susmalı. Kara Göl’e daha gelmemişizdir.
– Daha iyi ya birader! Hani derler ya, gitmek dert değil, bin
atına kamçıla!
– Neresi iyi beyim, bu alamet kim bilir nereye götürür, diye
itiraz etti arabacı. Benim amcam burada denizkızı görmüştü,
duyuyor musun, kütüğün üstünde oturmuş hem de sallanı-
yormuş, saçlarını tarıyormuş, saçları desen deniz, kendisi güzel
mi güzel, bakmaya doyamazsın. Üstelik çırılçıplak, avucumun
içi gibi.
– Eee öpmüş mü güzeli? diye sordum.
– İsa korusun beyim, böyle şaka mı olur? Bizi dinliyor, bir
çarptı mı feleğin şaşar. Amcam korkudan bırak amin deme-
yi ve kışkışlamayı, ağzını bile açamadan, denizkızı onu görür
görmez bir kahkaha patlatıyor, ellerini çırpıyor ve hop suya
atlıyor. Beyim, bundan sonra amcam gün boyu, ora senin bura
benim dolaşıp duruyor, eve döndüğünde ağzını açıp bir şey-
33
ALEKSANDR BESTUJEV-MARLİNSKİ
ler söylemeye çalışıyor ama yalnızca hayvanlar gibi böğürü-
yor! Vaftiz babam Timoşa Kulak da bir ara gulyabani görmüş,
dinliyor musun, domuz kılığında koşuyormuş hem de tozu
dumana katarak! Neyse ki Timoşa kötü ruhlarla baş etmeyi
iyi bilir, hemen sırtına atlayıp kulaklarına yapışmış, gulyaba-
ni onu sırtında dolaştırmaya başlamış, bir yandan da canhıraş
çığlıklar atıyormuş ta horozlar kalkana kadar, onu ancak saba-
ha karşı güzeller güzeli kızı olan Gavrüşka’nın evinin ordaki
yokuşta bulmuşlar. Yani neler oluyor neler!.. Şaşı Seryoga’nın
anlattığına göre...
– Masallarını başka zamana sakla, diye itiraz ettim. Gerçek-
ten buna zamanım da yok, bunlardan korkmaya halim de!..
Denizkızının seni ölene kadar gıdıklamasını ya da buz tutmuş
battaniyenin altında sabaha kadar tir tir titremek istemiyorsan
en iyisi git de yolu bul.
Diz boyu karın içindeydik. Şansımıza bir de gökyüzü ta-
mamen kapalıydı ve pamuk gibi bir kırağı yağıyordu, ayı göre-
mediğimiz için de ne taraf doğu, ne taraf batı bilmek mümkün
değildi. Orman açıklığındaki aldatıcı pırıltılar biz kâh o tarafa
kâh bu tarafa döndürüyordu. İşte, işte yol orada, diye düşünü-
yorsun... Yaklaşınca oranın ya bir çukurun eğimi ya da bir ağa-
cın gölgesi olduğunu fark ediyorsun! Karın üstünde yalnızca
gizemli kuş ve tavşan izleri vardı. Kızağın okundaki çan bezgin
bezgin çalıyor, her ağır adımda zorlanan atlar başlarını silke-
leyerek yürüyorlardı. Yüzü kireç gibi bembeyaz arabacı, kötü
ruhların bizden uzak durması için dualar ediyor, korunmamız
için üstümüzdeki kürkleri ters giymemiz gerektiğini mırılda-
nıyordu. Kara iyice batmıştım, kızgınlıktan kendimi kaybetmiş
bir halde her şeye ve herkese yüksek sesle saydırıp duruyor-
dum. Nerede bu lanet yol?! Böyle bir duruma düşmenin tam
zamanıydı, sinirlerimin tepeme çıkmasının tam zamanıydı,
34
RUS ÖYKÜLERI
hem de âşıkken hem de baloya yetişmeye çalışırken... Aslında
tehlikeli olmasa, epeyce gülünç bir durumdu.
Ne var ki kızgınlık bizi ne eski yola çıkardı ne de yeni bir
yol buldurdu. Önümde dans eden Polina’nın hayali de, şimdi
şanslı biriyle dönüyor olmasının, onun tatlı sözlerini dinleme-
sinin ve belki de ona cevap vermesinin yarattığı kıskançlık da
aramalarımıza en küçük bir fayda sağlamadı. Üstümdeki ağır
ayı kürkümle artık adım atacak halde değildim, önüm açık ol-
duğundan rüzgâr içime işliyor ve vücudumdaki ter damlala-
rını anında donduruyordu. Hafif dans çizmeleri giydiğim için
ayaklarım iyice ıslanmış ve neredeyse donmuştu, öyle ki iş,
baloyu düşünmekten ziyade şu bozkırda ölmemek için hayatta
kalmayı düşünecek hale gelmişti. Çevreyi boşuna dinleyip du-
ruyorduk; ne teselli verecek bir ışık, ne bir insan sesi hatta ne
bir kuşun uçuşu ya da bir hayvanın hışırtısı. Yalnızca atlarımı-
zın mırıltıları ya da ayaklarının sabırsız sesleri ya da çok seyrek
de olsa sallanan çanın çınlaması etraftaki sessizliği bozuyordu.
Bizi çepeçevre saran ve sanki kardan kefenine bürünmüş
çam korusu donmuş ellerini bize uzatmış gibi somurtkan so-
murtkan duruyordu; topak topak karla iyice eğilmiş çalılar
tarlanın solgun yüzeyine gölgelerini sermiş gibi uzanıyorlardı;
yanmış zayıf kütükler beyaz saçlarını dağıtarak hayal âlemine
dalmış gibi duruyorlardı; ama bütün bunların hiçbirine bir in-
san elinin ya da ayağının değmediği de belli oluyordu... Çevre-
de boşluk ve sessizlik hâkimdi!
Yola uygun giyinmeyen ve soğuğun iyice içine işlediği be-
nim genç arabacı ağlamaya başlamıştı.
– Ne günah işledim de Tanrım, böyle bir ölümle cezalandı-
rılıyorum, dinsiz bir Tatar gibi öleceğim! Daha hayatın tadını
bile almadan güzelim dünyadan göçüp gitmek çok zor, oruçta
35
ALEKSANDR BESTUJEV-MARLİNSKİ
olsa neyse, hem de bayramda. Yaşlı anam feryat figan içinde
kalacak! Tanyam gözyaşlarına boğulacak!
İyi kalpli gencin naif şikâyetleri içime işledi; benim yaşamı-
mın da böyle cazip, böyle güzel olması için, aşka ve bağlılığa
böyle içten inanabilmek için neler vermezdim. Ancak onu sa-
ran uykuyu dağıtmak ve hareket ederek hiç değilse biraz ısın-
mak için yeniden yola koyulmayı emrettim. Benim genç adam
sevinçle bağırana kadar yarım saat kadar daha yürüdük:
– İşte o, işte o!
– O kim? diye sordum derin karın içine atlayarak.
Arabacı cevap vermedi, dizlerinin üstüne çökmüş heye-
canla bir şeylere bakıyordu; at iziydi. Eminim, bir çuval altın
bulan yoksul bile benim gencin bu yaşama döndüren işareti
gördüğünde sevindiği kadar sevinmemiştir. Gerçekten de kısa
süre sonra işlek bir kereste yoluna çıktık. Atlar yatacakları bir
yeri hissedermişçesine kulaklarını diktiler ve kişnemeye başla-
dılar; biz de önümüzde açılan yolda rüzgâr gibi uçmaya başla-
dık. Çeyrek saat sonra köydeydik, arabacı köyü tanır tanımaz
doğruca tanıdığı bir köylünün evine sürdü.
Güven duygusu, neredeyse donan genç adama güç ve
dinçlik vermişti, ama o çivi kesen organlarını sokakta koşarak
yumuşatmadan, ellerinde ve yüzündeki karları silkelemeden
hatta atları çözmeden içeri girmedi. Benim yalnızca ayakla-
rım donmuştu, o yüzden kızarıncaya kadar çuhayla silip beş
dakika içinde balo yerine, içten ve canıyürekten ikram eden
ev sahibinin henüz toplanmamış bayram masasına, köy evine
kurulmuştum.
Beni görünce herkes ayağa kalktı ama selam verdikten son-
ra eski yerlerine oturdular ve zaman zaman birbirlerine göz
ederek ve fısıldaşarak bu beklenmeyen misafir hakkında ko-
nuşmaya başladılar. Hotozlu, boncuk işlemeli boynuz biçimli
ISBN 6059851991
9
78
60
59
85
19
92
ISBN 6059851991
9
78
60
59
85
19
92
Dostları ilə paylaş: |