T. C. İStanbul 13. AĞIr ceza mahkemesi


Duruşmaya saat 13:30’a kadar ara verildi



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə3/7
tarix25.06.2018
ölçüsü0,61 Mb.
#51112
1   2   3   4   5   6   7
Duruşmaya saat 13:30’a kadar ara verildi.

Duruşmaya kaldığı yerden devam olundu.

Bu arada tutuksuz sanık Nusret Senem ile bir kısım sanıklar müdafileri Av. Burak Bekiroğlu, Av. Ümit Şahin, Av. Gönül Kerinçsiz, Av. Rıfat Yılmaz, Av. Mehmet Tolga Akalın ve Av. Hüseyin Buzoğlu’nun da geldikleri görülmekle huzurdaki yerlerine alındı.

Sanık Hikmet Çiçek söz istedi verildi: “Sayın Başkan bu dava başladığında 86 sanıklı ve 46 tutuklu bir davaydı. Bugün 1. Ergenekon ana davasının 17 tutuklu sanığı kaldı. Hatırlarsınız bu dava başladığında Ergenekon yalanlarını sıkça tekrar eden AKP yanlısı medyada 1 numaradan bahsedilirdi. 1 numara kim sorusu sorulurdu. Sanıyorum bu 1 numara işte bu kalan 17 kişiden biri çıkacak bu gidişle. Ben 25 Mart 2008 günü Avukat Nusret Senem ile aynı gün neredeyse aynı saatte gözaltına alındık. Aynı gerekçelerle tutuklandık. İddianamede ikimiz hakkında da İşçi Partisi genel merkezinde bulunduğu iddia edilen ancak arama tutanaklarında bir türlü gösterilemeyen sözde 4 CD’deki belgeler suç delili olarak gösterildi. Gene iddianamede aynı maddelerden bizim hakkımızda ceza talep edildi. Şöyle ki, tutuklandığımız maddeden ceza istenmiyor ceza istenen maddeden de tutuklu olmadığımız bir garip durumla tutukluluğumuz devam etti. Geçtiğimiz Nisan ayında Nusret Senem bilinen gerekçelerle suçun vasıf ve mahiyeti vesaire ile tahliye oldu. Ancak benim tutukluluğum devam etti. Hala da ediyor. Bugün 3 yıl 3 ayı doldurdum. Nusret’in tahliyesinden sonra telefonda kızımla konuşurken baba dedi Nusret amca da tahliye oldu seni niye etmiyorlar acaba dedi 1 numara sen misin? Valla kızımın bu sorusuna mantıki, hukuki, akli bir yanıt veremedim. Ama bu 3 yıl, 3 yıl sonrasında İşçi Partililerden Sayın genel başkan Perinçek ile ben kaldığıma göre herhalde diye düşünüyorum şimdi bu 1 numara ya Sayın Perinçek çıkacak sonunda ya ben çıkacağım. Mahkemeye sunulan iddianamede işte Hikmet Çiçek’te evinde, işyerinde bulunan belgeler, deliller vesaire hepsini biliyorsunuz tekrar etmeme gerek yok. Ama ben Sayın savcıların gözden kaçırdığı asıl suçumun delilini mahkemenize söylemek istiyorum. 10 Ocak 1999 tarihli Aydınlık dergisinin kapak haberi Fethullah emniyeti ele geçirdi idi. Bu haberin altında benim imzam vardı. Hala gururla, onurla, keyifle okuduğum bir haberdir ben heyetinize savunmam sırasında bu gazetenin kupürünü de sunmuştum. Bu 10, 11 yıl sonra emniyet teşkilatı içindeki cemaatçi örgütlenmeye ilişkin bütün kitaplarda Saygı Öztürk’ün, Zübeyir Kındıra’nın, Ahmet Şık’ın bütün kitaplarda Aydınlık dergisindeki bu 10 Ocak 99 tarihli habere atıfta bulunulur. Bu haberden sonra içişlerinde emniyet içinde açılan başbakanlık takip kurulunun açtığı soruşturmalardan söz edilir. Yani ben bu haberle emniyet teşkilatı içindeki bu tarikatçı örgütlenmeyi can evinden vurmuşum. Benim 3 yıl 3 aydır tutuklu olmamın asıl nedeni budur. Benim suçumun adı asıl delili de budur. E ben ondan sonra da emniyete emniyet içindeki bu örgütlenmeye ilişkin çokça haber yaptım. Bundan sonra da ömrüm yettiğince bu haberleri daha da güzelleştirerek yapmaya devam edeceğim. Ha, bu haberleri cezaevinde de yapabilirim, tahliye olduktan sonra da yapabilirim. Benim için fazla fark etmiyor. Ama gene de adet yerini bulsun diye tahliyemi talep ediyorum arz ederim.”

Mahkeme Başkanı: "Buyurun.”



Sanık Doğu Perinçek söz istedi verildi: “Efendim tahliye talebinde bulunuyorum. Gerekçelerim şunlardır. 1, iddianamede ileri sürülen kanıtlarla ilgili olarak hatırlayacaksınız bu duruşmaların yeni başladığı tarihlerde sorgumdan sonra bir talepte bulunmuştum. Mahkeme kabul etti ve savcılara 10 isnadı hakkında açıklamada bulunmasını istedi ve savcılıktan bu konuda cevap geldi. Bu cevapta bizim ileri sürdüğümüz gerçekler ya kabul edildi veya biz zaten bu konuda bir isnatta bulunmadık denildi. Sonuç itibariyle bana yönelik bu iddianamedeki bütün temel iddialar bizzat savcılığın yazılı mahkemenize yolladığı o yazı ile çürümüş oldu. İddia makamı iddialarını geri almış oldu. Maddi gerçekleri kabul ederek veya isnatlarından vazgeçerek. Arkada hiçbir şey kalmadı. Esası, nedir iddia? Efendim, Türkiye’de bir darbe olacaktı. Benim durumum ve konumum şudur, benim arkada 40, 50 yıllık bir devrimci hayatım var. Ben emekçi halkın devrimcisiyim, devrimciyim ben ve programımızı 40 yıldır Atatürk devrimini tamamlamak diye belirlemişiz. Yani 40 yıl önce milli demokratik devrimi önümüzdeki hedef olarak saptamışız ve 40 yıldan beri hatta 40 yılı aşan, 45 yıl diyelim. 45 yıldan beri diyoruz ki biz Atatürk devrimini tamamlayacağız. Türkiye’nin milli demokratik devrimini taa Namık Kemal, Mithat Paşalardan başlayan Atatürk ile en büyük atılımını yapan devrimi yarım kalmıştır tamamlayacağız. Ben hayatım boyunca darbeciliğe karşı çıkmışım, darbecilik bana karşı çıkmış. Her darbede hapse atılmışım. Formül çok basittir Türkiye’de. Komutanlar Amerika ile işbirliği yapar Amerika’nın programlarına evet derlerse darbe olur. Yani komutanlar artı Amerika eşittir darbedir. Türk ordusu milletiyle işbirliği yaparsa Kurtuluş Savaşında olduğu gibi 1908 devriminde olduğu gibi o zamanda devrim olur. Yani ordu ya milletiyle beraber olacaktır oradan Atatürkler çıkar, hürriyet devrimi çıkar 1908. Amerika ile birleştiği zamanda darbe olur. İşte bunun örnekleri 1971’dir. 1980 Amerikancı darbeleridir. O darbelerin ilk hedef aldığı örgütlerin liderlerinden biri de kimdir ve hapislere attığı Doğu Perinçek’tir ve bugünde bir Amerikan darbesini yaşıyoruz. 2002’den beri Türkiye bir Amerika darbesi yaşıyor. Buna sivil darbe diyorlar o kavramı çok yanlış buluyorum sivil falan değil arkasında Amerikan ordusu var. Amerikan ordusu Türk ordusunu çatır çatır bastırdığı, ezdiği, dağıttığı, hapse tıktığı için o Amerikan ordusunun gücüyle bu darbe uygulanmaktadır ve Doğu Perinçek yine içeridedir. Türkiye’de Türkiye bugün hepimizin kaygılandığı durumlara düştüğü zaman yani Atatürk devrimi tehdit altında olduğu toprak bütünlüğü Türkiye’nin egemenliği tehdit altında olduğu zaman ordunun içinde ülke nereye gidiyor diye konuşmaların olması doğaldır kaçınılmazdır. Benim bu Ergenekon, Balyoz, Kafes vesaire bütün bu iddianamelere baktığım zaman gördüğüm gerçek şudur. Vatansever subaylar ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, Cumhuriyetimiz yıkılıyor, vatanımız parçalanıyor bu suç değildir. Bunlar konuşulur. Konuşulmazsa hepimizin korkması lazım. Bunun bir hazırlık aşaması da yok eylemi de yok. Kendim açımdan söyleyeyim ben o konuşmalarında kenarında, kıyısında, ortasında, uzağında değilim. Bununda bütün delilleri dosyada mevcuttur telefon konuşmaları bizim İşçi Partisi yöneticileri arasındaki telefon konuşmalarında askeri müdahale darbe hep bunları size sundum delilleriyle ve bütün telefon konuşmalar lehimizedir hiçbirini inkar etmedik, hiçbirini reddetmedik. Bizim dışımızda çeşitli sanıkların veya sanık olmayan kimselerin telefon konuşmalarında da ne vardır? İşçi partisi ve Doğu Perinçek bütün bu olayların dışındadır. Onlarda konuşmuşlardır. Neden çünkü onlar emekçi halkın devrimcisidir. Ordu, ordu demiyorum komutanlar Amerika ile işbirliği yaparsa önümüzde de diyelim böyle bir tehlike vardır onun karşısında yine İşçi Partisi ve Doğu Perinçek olur. Ama o Amerikan tehdidi karşısında ordu milletiyle birleşirse o zaman devrim olur ve öyle olacaktır görünce yaşayacağız bunu. Türkiye bu bölünme, parçalanma ve yıkım sürecine bir devrimle cevap verecek onu hepimiz yaşayacağız. Bununda dikkate alınması lazım. Şimdi Türkiye bir seçime gidiyor. Ben İşçi Partisi genel başkanıyım ve İzmir 2. bölgeden bağımsız adayım. Şimdi Türkiye’de seçimler benim yaşadığım seçimler 1971 seçimi, 1971, 73 seçimi milletvekili genel seçimi. Hapisteyim. 1980, 1977 milletvekili genel seçimi tutukluluk kararı var hakkımda. 1983 milletvekili seçimi hapisteyim. 1987 milletvekili seçimi tahliye olmuşum ama yasaklıyım. 1991 genel seçimi 1990’da Diyarbakır cezaevine atılmışım cezaevinden yeni çıkmışım seçim oluyor. 1995 seçiminde dışarıdayım. 1998 erken genel milletvekili seçimi Haymana hapishanesindeyim ve bugün 2008, 2011 genel seçimi 2008 yılında hapse atılmışım yine hapisteyim. Şimdi böyle bir demokrasi olabilir mi? Bir taraf Amerika ile işbirliği halinde Türkiye’nin bütün zenginliklerini yağmalıyor. Bir hortumcu dolar vurguncusu bir sülükler sistemi kurmuş karşısında olan namuslu, vatansever, emekçi halkın temsilcilerini hapse tıkarak seçim yap bu mu demokrasi? Bu da benim bir tahliye gerekçemdir. Zaten suçsuzum hiçbir suçum yok. Hiçbir kanıt yok aleyhimde ve hapse atılıyorum. Şimdi bakın Ergenekon’u tertipleyenler seçim kampanyası başladı ben hapisteyim ama onlar seçim kampanyasına başladı. Bakın nereden gösteriyorum şu kamera ha şöyle, bugünkü gazetelerden örnekler. Bağbars, Kışla’nın infaz talimatını Perinçek verdi. Ahmet Taner Kışlalı benim en yakın arkadaşlarımdan, kitaplarını okuyun en sevdiği insanlardan biri Perinçek’tir kitaplarını okuyun en çok kaynak gösterdiği gönderme yaptığı insanlardan biri Doğu Perinçek’tir. Efendim dün gene birisi getiriliyor buraya ve diyor ki, ben cevap bile vermedim ve gene vermeyeceğim. Başkasına cevap veriyorum. Efendim bana Semih Tufan Tekirdağ cezaevinde dedi ki, ben onun yalancısıyım efendim Doğu Perinçek’i, Doğu Perinçek bir astsubaya gidin Ahmet Taner Kışlalı’yı öldürün dedi. Seçim faaliyetini Ergenekon tertibi örgütü başladı. Bakın beni hapiste tutuyorsunuz ama karşı taraf seçim kampanyasını yürütüyor. Nereden yürütüyor? Bu salondan yürütüyor. Ben mahkemenize kaç kez arz ettim dedim ki çöplükten delil toplamasın kimse. Buraya çöplükten deliller kimse getirmesin. Herkes kendi delilini kendi faziletine kendi erdemlerine ahlakına uygun deliller seçer. Ben ne dedim size bizim delilimiz Atatürk’tür. Bizim kanıtlarımız Namık Kemal’dir, Mithat Paşa’dır, Talat Paşa’dır, Nazım Hikmet’tir, bizim delillerimiz bunlar. Hazreti Muhammed’dir Muhammed-ül Emin, Güvenilir Muhammed. Bizim delillerimiz bunlar tarihte güvenilir insanlar. Uyuşturucudan bilmem şurdan anasını satmıştan ablasını bilmem öldürmüşten efendim bunlardan delil getirmeyin. Yeğenini satanlardan delil getirmeyin bunları çöplüklerden bulup bulup buraya getirmeyin. Şimdi bu manzara şimdi ben buna çok sevindim. Bu Ergenekon tertibinin aczini, zavallılığını ve yenildiğini gösteriyor. Bu onların üstünlüğü değil. Bu onların yenildiğini gösteriyor. Eğer çıkıp Ahmet Taner Kışlalı’yı Doğu Perinçek öldürttü derseniz, bunu diyenler altında kalır. Çünkü gerçekleri bu kadar cepheden savaşılmaz. Hani öyle bir noktaya gelmiştir ki efendim bir dönem dediler ki, Uğur Mumcu’yu Doğu Perinçek öldürttü abisi Ceyhan Mumcu geldi bizim partinin genel başkan yardımcısı. Uğur Mumcu benim 1957’den beri en yakın arkadaşlarımdır. Ha şimdi nereye geldi iş? Kanuni Sultan Süleyman gibi 2 tane oğlum var Doğu Perinçek oğullarını öldürttü diyecek. Yani Kanuni Sultan Süleyman şehzade Mustafa ile şehzade Beyazıt’ı kendi oğlunu boğdurttu ya. Ha bu saçmalıklarla, bu yalanlarla, bu tertiplerle nereye varılacak? Fakat sizin mahkemeniz açısından şudur şimdi diğer gazeteler. Ergenekon tanığı. Kışlalı’ya suikast emri Perinçek’ten. Akşam. Yenişafak, Kışlalı’nın infaz emri Perinçek ve Şahin’den. Tabi Şahin aday olmadığı için hemen arka plana düşmüş Doğu Perinçek ile seçim savaşı yapıyorlar. Sabah gazetesi. Böyle bir demokrasi böyle bir seçim böyle şey olmaz. Türkiye buradan feraha çıkmaz. Burada mahkemenizin artık bu sürece faziletli kendisine yakışan bir tavır göstermesi gerekiyor. Bakın o gün konuştuk harp akademileri komutanı tutuklandı. Bugün şey tutuklamada var ama hava harp okulu komutanı tutuklanıyor. Genelkurmaydaki karargahtaki generalden çok Silivri’de, Hasdal’da komutanlar var. Düşman operasyonu bu Sayın yargıçlar bu bir düşman operasyonu. Bir düşman operasyonu. Tarih bunu böyle yazacak. Göreceksiniz tarih bunu bir düşman operasyonu diye yazacak. Beni bırakın. Ben bunu kendi adıma değil Türkiye’miz adına beni bırakın. Bırakın bu Türkiye’ye yönelik bir mafya tarikat anayasası getiriliyor şimdi. Görüyoruz Türk milleti anayasadan çıkartılacak. AKP bunu açıkça savunuyor. En son CHP anayasa açıklaması yaptı o da Türk milletini anayasadan çıkartıyor. Avrupa özerklik şartı anayasaya sokuluyor. Tarikatlar, cemaatler yasallaştırılıyor. Diyarbakır’a şeyh Sait heykeli dikildi. Dersim’e Seyit Rıza heykeli dikildi. Bir ülkede hem Atatürk hem şeyh Sait olmaz. Biri birini yıkar. Ya o olacaktır ya bu olacaktır bir millet böyle ikiye bölünmez. Biri Atatürk devrimi diyecek çağdaşlık diyecek biri hayır ortaçağ şeyhler şıhlar çelebiler müritler bu 2 kuvvet ortaçağla, modern çağ demokratik devrim bir arada yaşamaz. Bu bir savaş başlangıcıdır ve bunun arkasında Amerika vardır. Bırakın Doğu Perinçek’i bunun mücadelesini versin. O mafya tarikat anayasasının karşısına bir cephe kuralım. Bir Atatürk cephesi oluşturalım. Bunu önleyelim, Türk milletini böldürtmeyelim. Türk milletini anayasadan çıkarttığınız zaman Türkiye dağılır. Türk milletini anayasadan çıktığınız, çıkarttığınız zaman Kürt de perişan olur. Kürt’ümüz Türk milletinin bir parçasıdır. Çünkü Türk milleti bir ırk değildir. Türk milleti siyasi bir kavramdır. Ta Göktürklerden beri siyasi bir kavramdır ve Türkiye kaosa gitmektedir. Bunun karşısında bir direnme odağı oluşturalım bir direnme cephesi oluşturalım. Bu gerekçelerle de hem hukuken hem hukuken hukuken izah ettim. Yıllardır hukuku anlatıyoruz. Ama hukukun dışında Türkiye’nin ihtiyaçları açısından da Türkiye’mize ödeyeceğimiz borçlar bir aydın olarak bu milletin ekmeğini suyunu içmiş yemiş insanlar olarak milletimize olan borçlarımızı ödememiz içinde tahliyemi talep ediyorum. 5 Haziran günü Bornova meydanında benim mitingim var. Pazar günü saat 17’de. 5 Haziran Pazar saat 17’de. Bırakın ben buradan gideyim o mitingde çıkayım ve milletime söyleyeceklerimi söyleyeyim, çağrılarımı yapayım. Buradan duvarların arasından parmakların arkasından seslendirtmeyin bana Türk milletine. Türk milleti göreceksiniz Atatürk devrimi arkasında toplanacak. Bu hayasız akım püskürtülecek bozguna uğratılacak. Bırakın oradaki görevlerimizi yapalım. Bu açıdan da özellikle tahliyemi talep ediyorum. Bırakın miting konuşmamı gideyim Bornova meydanında o İzmir’in güzel insanlarına, aydınlık insanlarına yapalım. Atatürk Erzurum’dan başladı doğuda bir istinatgah kurarak İzmir’i kurtardı Kurtuluş Savaşının stratejisi buydu. Doğu işgal edilmemişti ve arkasında bir cephe gerisi vardı Sovyetler. O doğuya dayandı Erzurum, Sivas, Ankara, İzmir, şimdi Türkiye’nin aydınlık birikimi bağımsızlık birikimi çağdaş Türkiye o kıyılarda toplanıyor ta Akdeniz’den başlayıp dönerek Marmara ve Ankara’da bir kıyıdır yani modern Türkiye çağdaş Türkiye. Türkiye’nin önümüzdeki büyük devrimi de İzmir’den başlayacak Hakkari’yi, Hopa’yı hepsini birleştirecek. İzmir’de bir dayanak yaratacağız ve Hakkari’sini, Artvin’ini, Edirne’sini hepsini birleştireceğiz. Kürt’ümüzü bağrımıza basacağız ve Amerika’ya kaptırtmayacağız. Bırakın bu görevleri yapalım. Arz ediyorum bu gerekçelerle tahliyemi talep ediyorum. Benim bugün 40. kitabım çıktı Türk ordusu kuşatmayı nasıl yaracak. Bu aynı zamanda savunmamın bir parçasıdır yani bu yaşadığımız süreci, Türk ordusuna karşı yabancı devlet operasyonunu ve bu operasyonun nasıl bozguna uğratılacağını stratejik planda tartışan bilimsel bir kitaptır. Bunu da savunmamın bir parçası olarak hem mahkemeye sunuyorum hem de 1 adet savcılık makamının incelemesine sunuyorum. Bunlarında dava dosyasına konulmasını talep ediyorum. Saygılarımla teşekkür ederim.”

Mahkeme Başkanı: "Buyurun.”



Sanık Oktay Yıldırım söz istedi verildi: “Efendim birkaç gün sonra benim burada 4 yıllık tutukluluk sürem dolacak. 48 ay birkaç gün sonra dolmuş olacak. Buraya çıkmadan önce her defasında oturup düşünüyorum acaba söylenmemiş ne kaldı anlatılmamış ne kaldı ne söylesek ne anlatsak mahkemeye diye. Birkaç konu başlığından kısaca bahsedip konuşmamı tamamlamak istiyorum. Efendim biz kaldığımız cezaevlerinde bilgisayar kullanamıyoruz. Lütfen ama lütfen bize yardım ediniz. Kurum bize şöyle demektedir. Mahkeme yardımcı olunması diye yazmış onun bağlayıcı bir anlamı yok o cümlenin bizim yaptığımız yardımcı olunması anlamını dolduruyor. Memurlarla pazarlık yaparak yarım saat daha boş yok mu diyerek. Haftada 3, 4 saat nasıl kullanırızın telaşına düşmüş durumdayız. En azından bize 4 nolu cezaevindeki imkanları sağlayabilirler. Orada her gün en azından kısıtlı saatlerde de olsa çıkıyorduk. Bunun altında yatan sebep nedir bunu anlayabilmek çok zor? Yani çalışacağız ki 1 yıl hazırlanmış bir bilirkişi raporu 700 sayfa, 800 sayfa çalışacağız ki buna cevap verelim Sayın Başkanım. Kurum bu cümle diyor yardımcı olunması bizim için bizim yaptığımızı karşılıyor yeterince bağlayıcı değil. Lütfen çok rica istirham ediyorum. Anlayabilecekleri gibi yazın. Her gün çıkarın bunları deyin veya çalışabilecekleri kadar deyin veya 4 noludakinin aynısı deyin hangi lisandan anlıyorlarsa. Biz burada yargılamaya başladığımızda birkaç şeyi birden soruşturuyorduk. 1 tanesi Ergenekon diye bir örgüt var mı onu soruşturuyorduk. Danıştay saldırısının veya Danıştay saldırısını yapan sanıkların buradaki sanıklarla bir ilişkisi var mı onu sorguluyorduk. Aradan 48 ay geçti yargılamada daha az zaman geçti toplam tutukluluk da bu kadar zaman geçti. İşte yaklaşık 30 ay civarında bir zaman geçti. Efendim Ergenekon diye bir örgüt olduğunu biz burada mahkemede tespit edemedik. Devletin kurumları tespit edemedi. Danıştay davası sanıklarının buradaki sanıklarla herhangi bir bağı irtibatı olduğunu tespit edemedik. Aksine o eylemle doğrudan ilişkisi olabilecek insanların tanık olarak dinlenmesine şahit olduk burada onları tanık olarak dinledik. Hiçbir şey çıkmadı ortaya çıkmamışta hiçbir şey kalmadı. Şimdi bir bilirkişi raporu var ben onun üzerinde birkaç şey söyleyeceğim ki bu davanın konusu değildir bu mahkemenin konusu değildir askeri mahkemedeki yargılaması devam etmektedir. Mahkemenin verdiği görevsizlik kararını Askeri Yargıtay bozmuştur yeni orada duruşmalar tekrar başlayacaktır bunlar bir daha orada tekrar yapılacaktır. Ama her nedense buradaki bilirkişi raporunun içerisinde diğer bütün şeylerle birlikte ayrıca yapılmamıştır çünkü diğerleriyle birlikte onların özelliği perdelenmiş karman çorman bin sayfalık bir raporun içerisinde önümüze konmuştur. Buradan da bunları anlatmaktan da çabamız şudur; buranın konusu olmasa da en azından tarih önünde biz hukukumuzu savunabildiğimizi söyleyelim. Niye? Çünkü burada Danıştay davasının bütün ayrıntıları ortaya çıkmış olmasına rağmen burada efendime söyleyeyim bir örgüt olmadığı ortaya çıkmış olmasına rağmen net bir karar henüz verilemediği için. O kararında verilmesi yoldan geçen her tanığın her canı çekenin her müebbede mahkum olmuşun bende bir şeyler biliyorum der demez burada muteber tanık olarak dinlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bizim hukukumuz çiğnenmektedir bizim hukukumuz siyaset arenalarında siyaset sırtlanlarının ağzında çiğnenmektedir Sayın Başkanım. Her gün televizyonlarda gazetelerde çeşitli işte meydan toplantılarında Danıştay davasını ima eden Ergenekon örgütü diye bir örgütü ima eden bu örgütün PKK’yla bağlarını ima eden utanmaz konuşmalara biz ne yazık ki katlanıyoruz Sayın Başkanım. Ve bu davanın uzaması o sanıkların gelmesi işte yeni yeni Osman Yıldırımlar yeni yeni bilmem kimlerin çıkması da o adamların konuşma marjını olabildiğince arttırmaktadır, seslerini olabildiğinde yükseltmektedir. Biz Osman Yıldırım’la bir toplantı yapmış mıyız Sayın Başkan var mı bunun bir kanıtı? Biz bunlardan herhangi birisine bir eylem emri vermiş miyiz? Bir telefon bağlantımız mı olmuş, bir karşılaşmışlığımız mı olmuş, bu örgüt ne yapmış, daha kaç gizli tanık dinlenmesi gerekiyor? Siz belki geçen dünkü konuşmalarda fark etmediniz. Dün burada konuşan adı neydi Engin Bağbars şöyle bir şey söyledi bakın; Cumhurbaşkanın atadığı rektörün önünü kesen bayan hakimin kirli pazarlığını biliyorum. Buyur cümleye bakar mısınız cümle bu. Cumhurbaşkanının atadığı rektörün önünü kesen bayan hakimin kirli pazarlık yaptığını biliyorum. Nerede, bir otelde adı ne bilmiyor ne pazarlığı yapmış bilmiyor basından okumuş. Ama biliyor işte Sayın savcılarımız soruyorlar silah menevişli miydi beyaz mıydı, şarjörlü müydü ormanda ateş etmiş ya toplu muydu, şeritli miydi yandan çarklı mıydı? Sipariş vereceğiz belki o silahtan. Yalvaran gözlerle bakıyoruz savcıya bitir artık biran önce sor bitir de bizde soralım 15 dakika daha verinde bitsin 3 sanık daha soracak bu iş bitsin bu adam. İşte önümüz 12 Haziran işte Danıştay davasıyla ilgili hala verebildiğiniz bir karar yok atacaksınız bilmem kaç ay ileriye. Bütün seçim döneminde yine ağızlarında sakız gibi çiğnemeye devam edecekler Sayın Başkanım. Artık yani her gün kaç general tutuklanıyor kuvvet komutanı mı tutuklanıyor o mu bununda artık hesabını kimse yapmıyor herkes kanıksadı artık. Yani ben bu konuda bir açıklamada da bulunmak istemiyorum ama artık hakikaten şirazesinden çıkmıştır dava dava olmaktan çıkmıştır, bomba konuşalım ben size bomba, bomba konuşalım. Mahkemenizin konusu olmayan askeri mahkemenin konusu olan bir konuyu konuşalım bu bilirkişi raporunda şu çıkmıştır Sayın Başkanım. Eldeki malzeme hiçbir patlayıcı gücü olmayan içlerinde patlayıcı madde bulunmayan patlayıcı madde kalıntılarından ibarettir çıkan sonuç budur. Bilirkişi heyetinin bütün çabalarına rağmen bütün ayrıntılarına boğmayacağım sizi ama sizden istirham ediyorum lütfen bunu okuyunuz Sayın Başkanım. Çünkü bunu yapmak çok zor oldu bunu yapmak için her gün 4 tane 20 yaşında gardiyana dil dökmek zorunda kaldım 1 saat daha fazla çalışabilmek için müdürlere her gün 2 defa 3 defa dilekçe yazmak zorunda kaldım lütfen okuyunuz. Bilirkişi heyetinin bütün gerçekten iyi niyetli olmayacağını söyleyeceğimiz çabalarına rağmen ortaya çıkan şey budur. Oradaki malzemelerin hiçbir tanesinin patlayıcı gücü yoktur kalıntılardan ibarettir. Bilirkişi de tıpkı iddianame gibi bazı sayfalarda birbiriyle çok çelişen açıklamalar yapmıştır. Bu açıklamalardan dolayı zaten bu çabasını teşhis ediyorum. Mesela basit bir örnek vereyim size; 39 ve 52 sayfalar arasında resimli olarak göstermiştir bütün materyalleri. Bunların patlayıcılık niteliğinin olmadığını içlerinde patlayıcı dolgu maddesi olmadığını bütün fotoğraflarıyla göstermiştir. Fakat Muzaffer Tekin’in bu konuyla ilgili sorduğu soruya raporun 280. sayfasında şöyle demiştir; Ümraniye’de ele geçirilen 27 adet el bombasıyla ilgili hazırlanan inceleme raporuna göre, yani polisin hazırladığı rapora göre el bombası gövdelerinde patlayıcı dolgu maddelerinin mevcut olduğu fünye gruplarının herhangi bir tadilat veya tahribata uğramadığı göz önünde bulundurularak sağlam ve çalışır vaziyette oldukları tespiti yapılmış. Bir inceleme raporunda böyle bir cümle yoktur bilirkişi neye dayanarak bunu Sayın üye hakimimde onlarla birlikteydi inceleme raporunda böyle bir cümle yok. Sağlam ve çalışır olduklarının tespit edildiğine ilişkin bir cümle yok. Bunu neye dayandırarak inceleme raporuna atfetmiştir bilmiyorum. 2, inceleme raporunun tespit ettiği bir doğruyu kendi tespiti olarak kendi raporuna ne maksatla yazmıştır onu da bilmiyorum, onu da takdirlerinize sunuyorum. Halbuki soru çok basittir şuanda gördüğün şeyin patlayıcı niteliği var mı? Soru budur, soru budur. Mesela işte 280. sayfada söyle diyor; diyor ki bilirkişi inceleme raporuna göre patlayıcılık niteliği vardır diyor ben görüyorum yoktur ama inceleme raporuna göre vardır diyor. Bu sonuca ulaşabilmek için bu maşa gruplarının tadilat veya tahribata uğramamış olduklarını söylüyor 280. sayfada. 284. sayfada da şöyle diyor; bu malzemelere nasıl muamele edildiği bilinmediğinden kurcalanmış veya tuzaklanmış olabileceğinden yani hem kurcalanmamış olduğunu için sağlam hem de kurcalanmış ve tuzaklanmış olduğu için imha ediliyor. Bu bilirkişinin beyanı bunlar bilirkişi imha edilme gerekçesini haklı çıkarabilmek için bunlar kurcalanmış olabilir o yüzden imha edilmiş diyor bunlar şuanda patlayıcı mıdır cevap ver sorusuna; evet patlayıcıdır cevabı verebilmek içinde, bunlar diyor herhangi bir diyor kurcalamaya ve tahribata uğramamışlardır diyor bilirkişi. Geçiyorum hızlı hızlı Sayın Başkanım. Burada tarafsız bir tespitten nasıl söz edilebilir? Ama yine de o fotoğrafları çektiğinde 39 ve 52. sayfalar arasında kaçınılmaz gerçek orada gün ışında durmaktadır. Mesela bir örnek daha vereyim numara tutarsızlıklarıyla ilgili burada ayrıntılı bir açıklama yapmıştım Sayın Başkanım bilirkişi numara tutarsızlıklarının nedenini bize şöyle açıklamış. Özetle söylüyorum; olay yerindeki imkanlarla gözle görülebildiği veya okunabildiği kadar yazıldı. Daha sonra inceleme raporu yazılırken de mercek ve mikroskopla incelenerek yazıldı ancak inceleme raporundaki yanlışlıklarda sehven yazıldı. Yani mikroskop ve merceklerle incelemeden yapılan yazımlar mercek olmadığı için okunabildiği kadar yazıldığı için yanlış mercekle yapılan raporda yazımlarda sehven yanlış. Her kapı sehvene çıkar. Ama her nedense bilirkişi bizim askeri heyetin düzenlediği tutanakla ilgili buradaki beyanlarımızı dikkate almamıştır neden acaba? Şuanda mesela önümde 6 tane farklı numara durmaktadır arz edeceğim raporda bulunmaktadır 25 Haziran 2007 tarihli askeri heyet tutanağında yazmaktadır onlara da bir cevap verilmemiştir Sayın Başkanım. Cumhuriyet Gazetesiyle ilgili numara farklılıkları konusunda şöyle demiş; aynı numaralar değil ama aynı yıl üretilmiş oldukları için aynı olabilirde, olmayabilirde. Bilirkişi birbirinden tutanaklarda birbirinden farklı numaralar içinde bu mantığa göre şöyle demesi gerekmez miydi Başkanım? Bunlar birbirinden farklı bombalar olabilirde, olmayabilirde ama orada bilirkişi şöyle diyor; bu sehven yazılmıştır diyor. Konu Cumhuriyet Gazetesi olduğu zaman bir ihtimal oraya koyarak olabilirde olmayabilirde diyor. Burada da aynı numarayı taşımadığı ki taşısa da bir anlam ifade etmediği ortaya çıkmıştır dahası bilirkişinin sehven açıklamasının soruşturma Ergenekon olduğu zaman hakimi de savcıyı da sinkaf ederim diyen bir heyetin bir grubun iyi niyetinin mahsulü olabileceğini kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü o grubun iyi niyet taşımadığı konuşmalarıyla ortadadır. Efendim biz mesela demişiz ki niye kardeşim bu delil değil mi siz bu kanıtları nasıl yok edersiniz, niye üzerinde parmak izi incelemesi yapmazsınız hani mercekle incelemiştiniz? Mercekle incelemiş mikroskopla bakmışta o yüzden doğru yazmış niye biyolojik inceleme yapmamışsınız? Cumhuriyet Gazetesinde bunların hepsini düzenli olarak yapmışsınız. Soru mesela sormuşum demişim ki; fünyesi çıkarılmış bir bombanın uygun depolama koşullarında dikkat edeniz Sayın Başkanım kasıtlı dış müdahale olmaksızın olmadan patlama ihtimali var mıdır? Allah aşkına bu soruya verilecek bir cevap vardır evet veya hayır Sayın Başkanım. Kasıtlı dış müdahale olmadan cevap bakın. Mekanik veya elektrikli kapsül kullanarak hazırlanmış bir ateşle düzeneği ile bir. Niye düzenek hazırlıyorsun ben kasıtlı dış müdahale olmadan diye soruyorum sana ne işin var düzenekle senin duran bombayı gidip parmaklıyorsun, düzenek atıyorsun ona. 2 uygun bir tape temin edilerek irtibatlamak suretiyle. 3, sempatik dediği bir şeyle o da yine bir başkasının patlamasıyla ki onunda patlaması için ilk 2 maddenin oluşması gerekiyor. Ve 4, ısı ve şoka maruz kalmasıyla onun içinde yine başka bir harici patlayıcının çalışması gerekiyor. Yani her defasında evet kesin patlar sonucuna ulaşmak için bütün kasıtlı dış müdahaleleri saymış. Ama aynı zamanda bizim sorumuza da cevap vermiş kasıtlı dış müdahaleleri sayarak kasıtlı dış müdahale olmadan böyle bir infilakın olmayacağını da söylemiş, söylemiş oluyor. Doğal olarak bunun suç eşyası yönetmeliğinin 10. maddesine aykırı davranılarak karartılması bu delillerin bir amaca hizmet ettiği de ortaya çıkmış oluyor. Bir çelişkiyi mesela örnek vereyim bir çelişki bu konuda sadece Sayın üye hakimimde burada olduğu için. 281. sayfada şöyle bir cümle kullanmış aynı konuda birbirinden gövdelerin ve maşaların ayrılması konusunda umarım sıkmıyorumdur ayrıntıyla sizi. Patlama riski devam etmekte olup patlaması halinde ortaya çıkacak basınç ve şok etkisinin diğer fünye gruplarına veya el bombası gövdelerine de aynı depoda bulunan diğer tehlikeli maddelere de sirayet ederek tehlikeli olma olasılığını sürdürecektir diyor. 309. sayfada aynı konuda şöyle diyor bak aynı konu fünyeyle gövdenin ayrılması; fünye ve gövde birbirinden ayrıldığında fünyenin ana imla hakkını patlatma riski azalır kazaen veya çevresel şartlar nedeniyle meydana gelebilecek bir patlamada fünyenin infilakı ana imla dolgusunu ateşlemeyeceğinden etki sadece fünyenin patlamasıyla olacak etkidir. Ne bu? Bu şu; bir yerde fünye ve gövde ayrılsa bile tehlike devam eder diyor başka bomba gövdeleri de patlatır diyor başka bir yerde de diyor ki; fünye ve gövde ayrılırsa patlamaz. Sebep şu; sorulan sorulara olumsuz cevap vermeye çalışıyor sorular farklı ama bahsettiği konu aynı, aynı konuda kendisi o sorulara olumsuz cevap verebilmek için 3 önceki, 4 önceki sayfayla derin bir çelişkiye düşüyor. Ve şuanda milyonlarca depolamanın devam ettiği kendileri de şuanda gittiler bir depodan aldılar kontrol ettiler hala depolamaya devam ettiler bütün bunlar gösteriyor ki; bu kanıtlar karartıldı bunlar saklanabilirdi. Mesela şunu yapamayacağız artık; 7 tane tamamen imha edilmiş, tamamen yok edilmiş bu 7 tanesinin Zir Vadisi veya başka bir yerde bulunan yabancı menşeliler olup olmadığını artık tespit edemeyeceğiz. Çünkü 13’ünde imha kararını almış hakimden hakimi savcıyı sinkaf ederim diyen polis o kadar rahat ki bir daha kimse kontrol edemeyecek onu. O ne yazarsa o, o ne yazarsa o kutsal yazı gibi. Bir daha hayır yeniden şunu yapalım denemeyecek bu rahatlıkla yapılmış bunlar. Efendim bu konuda da ortaya çıkan bilirkişi raporunda ortaya çıkan sonuç şudur, size suç eşyası yönetmeliğinin 10. maddesini okumayı tekrar gerek görmüyorum ama buraya yazdım siz zaten biliyorsunuz. Bunların imhası kesinlikle yasalara aykırıdır eğer böyle bir imha işlemi yapıldıysa ki o da büyük şüphelidir onu da ayrıca burada inceledim. O konuda da 2 3 kelam edip bırakmak istiyorum artık. Polis bize şöyle demişti Sayın Başkanım tutanaklarında; ben bunları aldım fünyeleriyle gövdelerini ayırdım patlattım demişti. Bizde burada 12. celsede ayrı ayrı patlattım demişti 12. celsede bu işlemin imkansız olduğunu harici patlayıcı kullanması gerektiğini söylemiştik. Ayrıntılı anlatmıştık bunu. Sonra aradan zaman geçti Sayın Başkanım polis bize bir yazı gönderdi o yazıda dedi ki. Ben dedi ayırıp değil de birleştirerek patlattım dedi biz yine çıktık Sayın Başkanım 129. celsede yanlış hatırlamıyorsam ve burada yazılı ve diğer celselerde dedik ki; bu da doğru değildir böyle bir imha işlemini yapamaz boşaltmış olması gerekir dökmüştür yani dökerek başka yolu yoktur toz imha toz TNT imha etmesinin dedik. Bugün bilirkişi şöyle diyor; ancak boşaltılarak imha edilebilir diyor kendisi de zaten boşaltıp yakıyor. Bende size anlatmıştım ateşe atarsanız yanar. Niye peki polis böylesine zorlayıcı beyanlarla böylesine imkansız beyanlarla bir şeyi zorluyor şunun için şunu ispat çabasıydı o. Biz içlerinde bir şeyler olan el bombaları bulduk bunları da imha etik bunların içinde de patlayıcı madde vardı onlarda patlıyordu bunu ispat edebilmek için polis bunları söylemiş. Ve bilirkişi raporuyla ortaya çıkmıştır ki böyle bir imha işlemi de yapılamaz boşaltmıştır onu. Sayın Başkanım sonuç olarak şunu söylemek istiyorum; bunların nasıl bulunduğuna ilişkin hiçbir görüntü kaydı yoktur nasıl imha edildiklerine ilişkin hiçbir görüntü kaydı yoktur. Eldeki görüntü kaydı üzerinden numara tespiti yapmak mümkün değildir. Eldeki görüntü kaydı sadece polislerin düzmece tutanak düzenlediklerini ortaya çıkaran ses kaydından ibarettir. İmha kararının 13’ünde alınmış olması polislere canları istedikleri gibi inceleme raporları düzenleme olanağı yaratmıştır. Çünkü 2. bir düzenleme olanağı yoktur. Askeri heyete verilmemiştir üzerlerinde parmak izi incelemesi yapmak isteyen polislere verilmemiştir, onlardan kaçırılmıştır, onlara dokundurulmamıştır. Askeri heyetin düzenlediği tutanak üzerinde bilirkişi inceleme yapmamıştır ve gerek Ümraniye’den önce gerek Ümraniye’den sonra ki vakıalarla tam bir zıtlık vardır doğrudan özel uygulama yapılmıştır hiçbirisinde takip edilmeyen yöntemler takip edilmiştir onları da ayrıntılarıyla yazdım. Burada seri bir delil karartma işlemi vardır Sayın Başkanım seri bir saklama işlemi vardır olay yerinde inceleme yapılmamıştır. Mercekle inceledik diyor şuanda bilirkişi raporunda mercekle incelediyseniz nasıl parmak izi incelemesi yapmazsınız bir sürü soru var. Mesela burada sizinde dikkatinizi çeken bir şey vardı sorgulamada Ali Yiğit sorgusunda kırmızı çizgilerden bahsetmişti tebeşir çizgilerinden sizde şey demiştiniz; çok dikkat ettin galiba sen aydınlık mıydı demiştiniz yok yok fenerle gördüm demişti. Ben bilirkişiyi incelerken o bölüme özellikle baktım Sayın Başkanım bilirkişi, ancak üzerlerini ıslak bezlerle silerek kutunun, sandığın altındaki izleri okumaya çalışırken ben o kırmızı tebeşir izlerini fark ettim orada. Yani bilirkişi ıslak bezle sildi ve o kırmızı tebeşir izlerini gördü, o kırmızı tebeşir izlerinin karanlıkta görülmesinin imkanı yoktur Sayın Başkanım imkanı yoktur, bunu da dikkatlerinize sunuyorum. Onu ancak onu ancak onu çizen bilir onu çizen bilir ancak. Bilirkişi bir imha işlemi yapmış garip burada gerekçelerinde şöyle demişler; bunların artık depolanması tehlikeli demişler gerekçelerinde fakat kararda şöyle yazıyor; test için imha ediyoruz yazıyor Türkçeleştirerek söylüyorum yani gerekçe başka neden anlayamadım onu da eğer test için imha ediyorsanız niye böyle bir gerekçe konuyor? Gerekçe eğer depolanamamasıysa diğerleriyle arasında fark ne, niye böyle bir karar çıkıyor bu da ilginç geldi bana. Bilirkişi zaten o işlemi yaparken aralarında şöyle konuşuyor; bu da kayda değer bir cümle burası patlamadan orası yanmazsa demesin yani diyor oraya da bakalım hiçbir şey kalmasın son çare o kaldı diyor bilirkişi son çare o kaldı bilirkişi çare arıyor. Sonuç olarak şudur; usul kuralları görmezden gelinirse Sayın Başkanım yahut da en küçük ihlaller dahi mazur görülürse yapılan yargılamanın hukukiliğinden söz edemeyiz ve hukuka aykırılık yasalara aykırılıktan daha büyük bir ihlal olarak demokrasiye ve onu hedefleyen anayasaya aykırılığı da meşru kılar. Bu noktada; doğru ve yanlış birbirine karışır sizin kestiğiniz parmak hukuk dışılığın katliamına dönüşür. Bilirkişi raporu ortaya koymuştur ki; Ümraniye’de bulunduğu iddia edilen bombalarla ilgili yapılan işlemlerin tamamı hukuk dışıdır ve usul kurallarına aykırıdır. Orada bomba bulunup bulunmadığı hala karanlıktadır orada imha işlemi yapılıp yapılmadığı hala karanlıktadır. Orada ne gibi kanıtların olduğu hala karanlıktadır. Bundan dolayı savcılığın silah niteliği taşıdığı iddiasıyla ortaya koyduğu iddiaların hiçbir tanesi iddia olmaktan öteye geçmez ve polisin düzenlediği düzmece tutanakları doldurmaktan öte bir anlamda taşımaz hukuk nezdinde. Benim bu aşamada söyleyeceklerim bundan ibaret beni dinlediğiniz için sabırla teşekkür ediyorum bunu da okumanız dileğiyle size takdim ediyorum düzenleyip vereyim.”

Mahkeme Başkanı: “Buyurun.”



Sanık Muzaffer Tekin söz istedi verildi: “Sayın Başkanım Değerli Üyelerim, sunumuma meslektaşınız bir ağır ceza reisinin ifadelerini aktarmakla başlayacağım. Bundan böyle kolu kanadı kırılmış bağımlı ve cüce bir yargının mensubu olarak siyasi iktidarın robotu haline getirilmek istemiyorum diye başlıyor. Devamında şu yargı reformu bitince biz hakimlere kafa gerekmeyecek çünkü hür fikre, hür vicdana, hür irfana ihtiyacımız kalmayacak. Bizim yerimize her fikre, her vicdana, her irfana sahip birileri çıkıp adalet adına karar verecek. Tek bir centerden alınmış fikir marka gömlek vicdan desenli kravat irfan tarzı ceket ve yeni nesil cübbe hakimlere yetecek. Zira boynumuzdan yukarısı bize lazım olmayacak olsa da kıldan ince olacak. Oysa fikri hür vicdanı hür irfanı hür nesiller yetişmesini ne çok istiyordu o. Yetiştiler işte bu gidişle fikri hür vicdanı hür irfanı hür hakimler var ya kıyıda köşede kalan biraz kül biraz duman Kerem misali yanan o biziz işte. Ben bu savunmamı bu salonda tarif ettiği hakimlerin olduğuna inandığım için devam ediyorum. Sayın Başkanım eleştiri hakkını sınırlayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10/2. maddesiyle Anayasanın 26/2. maddesinin dar yorumlanması gerektiği konusunda yargıda ve doktrinde fikir birliğine varılmıştır. Hakaret kabul edilen sözler nesnel bir açıklamayla desteklendiğinde asılsız kişisel saldırı olarak görülemez. Eleştirinin doğasından olan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü değildir, sert incitici ve kırıcı olması doğaldır. Eleştirinin ve tenkitlerin ağır, incitici, sert, kırıcı, sarsıcı, kışkırtıcı, rahatsızlık ve kaygı verici olması suç olduğu anlamına gelmez. Türk Ceza Kanununun 26/1 maddesinde de hakkını kullanan kimseye ceza verilmez hükmüne yer verilerek eleştiri hakkını kullanan kişiye ceza verilemeyeceği belirtilmiştir. Anayasamızın 90/5 maddesi uyarınca iç hukuk haline gelmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında ve yüksek mahkemenin içtihatlarında eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğünün yalnızca iyi karşılanan veya rahatsız ediciliği bulunmayan sakıncasız bilgi ve fikirler için değil, bir derece abartmayı içeren görüşler ile sert, keskin, incitici, rahatsızlık ve kaygı verici, sarsıcı, saldırgan ve hatta kışkırtıcı söylemler içinde geçerli olduğu görüşüne yer verilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Aydın (1 kelime anlaşılamadı) Türkiye 02.05.2006 ve Arslan Türkiye 08.07.1999 tarihli kararlarında yukarıda belirlenen anlayış işlenerek muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabileceğini öngörebilmekte iddia ve savunmanın gerekliliğiyle orantılı olmak şartıyla bu şekilde ortaya çıkan eylemin hukuka uygun sayılacağı doktrinde hakim görüştür. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Bir serbestli davanın aydınlığa kavuşmasına hakkın meydana çıkmasını sağlayarak adalete ve hukuka hizmet eder. Gerek doktrinde gerekse yüksek mahkeme uygulamasında uyuşmazlıkla ilgili olarak söylenen sözlerde öfke ve gazap haliyle sınır aşıldığı takdirde kusuru ortadan kaldıran bir unsur olarak görülmektedir, der. Şimdi Sayın Başkanım Napolyon ordusuyla bir dizi muharebelerden sonra düzenli ordugaha geçmiş. Gece kalkmış nöbet mahallerini dolaşırken bir nöbetçi uyuyor usulca eğilmiş uyandırmadan silahını almış ve nöbet mahallinde nöbete devam etmiş. Daha sonra gelen nöbetçi heyeti Napolyon’u bu manzara içinde görünce şaşırmışlar hayretle affetmeyeceği çok ağır bir suçun karşılığında nöbet mahalline geçmiş o eri uyandırmadan nöbetine devam ediyor. Susun demiş bu kadar muharebelerden sonra bu demiş neferin uyamak ta hakkı. Bunu niçin arz ettim? Şimdi insanlar çok küçük kendilerini inciten, rahatsız eden konularda bulundukları makam ve memuriyetin gerektirmeyeceği tarzda tepkiler gösteriyorlar. Örneğin; Haliç Konferansında konuşma yapan devlet adamı muhatabı siyaset adamına ben bu kadar edepsiz, bu kadar ahlaksız, bu kadar alçak değilim derken karşısına onun bunları taşıdığını bu vasıfları söyleyebiliyor. İlk savunmama başladığım günlerde, mahkemenize olan güvenimi özellikle de aile ve askeri terbiyemizde burada nasıl davranmamız gerekliliğini haddini aşan sözlerimiz karşısında da kimseyi hedef almadığımızı arz ettim. Fakat ben bu salonda tanık ve gizli tanıklardan veya üstüme atılı suçları aklamaktan ziyade mahkeme salonunda iddia makamının şahsıma suç ve suçlu yaratma konusundaki gayretinden yoruldum. Ve ben bunları her seferinde çok dikkatli okuyarak tutanaklarda hata yapmamak için birebir huzurunuza getirdim. Geçen celse başladı bu celse devam edeceğim bazı hususlar var. Bunları niye yineliyorum? Ki bilinen konular bunları tekrarlamamın nedeni bunların tutanaklardan, tutanaklardan hukuki olarak ne kadar haklı olup olmadığının sizler tarafından bir kez daha test edilmesi adınadır. Şimdi bunun en son örneğini Sayın Başkanım, Değerli Üyeler dün burada yaşadık. Huzurunuza bir gizli tanık getirildi şimdi bu gizli tanık daha önce dinlenmiş ve özel yetkili savcılık tarafından bunun ifadelerine itibar edilemeyeceği resmi evrakla teyit edilmiş. Fakat hissi kablelvuku olsa gerek, hissediyorum yani her gün acaba yeni ne çıkacak ben 4 senedir içerdeyim birçok olayla irtibatlandırılmama rağmen kimse gel Muzaffer Tekin şu konuda sana yapılan atfı cürüm karşısında ne diyeceksin diye sormadı. Çünkü çok affedersiniz ama yine geçmiş celselerde dedim ki; Başkanım bizi atsanız arenaya aslanlarla öyle veya böyle çarpışırız ama bizi lağım farelerinin içine attınız üfleyerek kemirerek oramızdan buramızdan götürüyorlar. Şimdi dün gelen lağım faresinin de bütün gayesi medyaya seçim öncesi Sayın Başkanında arz ettiği üzere bir malzeme vermekti ama bu ilk değil ki. Geçmişte ev tespitinde de yapıldı gitti ama Yüce Allah zaten olmayan bir şeyi Lavezya Kanunu yoktan hiçbir şeyi var edemezsiniz vardan da hiçbir şey yok edemezsiniz o imkan medyaya sağlanmadı. Ama bugün bilmiyorum basını takip ettiniz mi o kadar kişiliğimizi hedef alan tamamen Allah’ı kendine referans edilip yalanyolu denilen bir kanalı şey yapacağım örnek vereceğim. Dinsiz dincilerin, Muzaffer Tekin’in işte Engin Bağbars’la uyuşturucu pazarlığında tanıştığı vesair gibi darbe yapacağı bir sürü söylemler yer aldı. Şimdi sizin acaba şundan haberiniz var mı mutlaka var hissettim dedim Engin Bağbars bir ihbar mektubu yazıyor Sayın Başkanım Değerli Üyeler, onun o ihbar mektubu üzerine 1 yıl süre içerisinde Gökhan Başoğlu’nun da bulunduğu 11 kişi Muzaffer Tekin ve Alparslan ile ilişkileri konusunda. Bakınız özel Ergenekon operasyonu kapsamında teknik takibe alınıyor 1 yıl ve 9 Mayıs 2011’de bu 11 kişi operasyonda gözaltına alındı Sayın Başkanım, Değerli Üyeler. 10 Mayıs 2011’de sekizi savcılıktan, üçü mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Ergenekon kapsamında yapılan bu soruşturmadan savcıların haberinin olmaması mümkün mü? Peki, bu bilginin mahkemeden saklanması hangi amaca hizmet ediyor? Savcılar burada getirdikleri o çok itibarlı tanıklarına iddialarına çok ciddi diye nasıl soru sormaya devam edebiliyorlar? Ve ben burada fırlıyorum, öfkeleniyorum, kabullenemiyorum. Savcı bey diyor ki bana; siz diyor yönlendirici soru soruyorsunuz. 18’inde verdiği ifade de Muzaffer Tekin’in tek bir ismi geçmiyor ve tamamen bir emniyet müdürüne bağlı İstanbul’da belli bir operasyon yapacakları, bunun kapsamlı toplantısının olacağı söyleniyor. 24’ünde alınan ifadesinde ise; yine emniyet müdürüne bağlı olarak toplantının yapıldığını vakit geçmemesi için okumuyorum ve yine iddia edilen bütün o şeylerin yani AKP devrilecek, darbe şu bu filan o toplantıda yapıldığını söylüyor. Ama Sayın savcı o toplantıyı emniyet müdürüne bağlı yapılıp yapılmadığını sormaktan imtina ediyor. Amaç burada Muzaffer Tekin’le bu kişiyi irtibatlandırmak. Şimdi yine size arz etmiştim hapishanelerdeki bu insanların ahlaki, vicdani olamayan bu insanların tek çıkıp kapısı Ergenekon operasyonuna medyadan, kitaplardan topladıkları malzemelerle kendileri için zaten belli bir dönem yattıktan sonra halüsinasyon filan görüyorlar. Çıkış kapısı devamlı yazıyorlar çıkış kapısı. Şimdi bu çok itibarlı yine iddia makamının buraya huzurumuza getirdiği ve hepsinin de terminolojisi aynı Muzaffer Tekin işte dini kitaplar dedi yok dini içerikli konuş dedi hep aynı. Adam öldürmek cürümleri, çıkar amaçlı suç örgütleri. Yine çıkar amaçlı suç, resmi belgede sahtecilik, kanuna 6136 muhalefet, uyuşturucu madde kullanmak, uyuşturucu madde kullanmak. Ve bu huzurunuza gelen zatın açılışına Başbakan çelenk gönderiyor 4 tane AKP milletvekili gidiyor ve onlarla irtibatlı sormuyor savcımız ya Muzaffer Tekin’e hukuktan önce siyaset düşman Başkanım. İlk günden itibaren siyaset düşman buradan bir ilinti ara ilişki ara soramıyor. Ama diyor ki; adam ben diyor Muzaffer Tekin’in bürosuna gittim inandım geldiğine hakikaten doğru söylüyordur soruyorum ilgisi yok ama, ama diyor ki şeyin üstünde plaketler var işte basında boy boy çıktı var plaket. Tek oda diyor 2 oda girdiği zaman görür resim yok diyor bayrak burada bayrak var girdiği zaman görür gönderli Türk bayrağı, Kıbrıs bayrağı. Ama Savcı Bey diyor ki; bak bu resim ha Rafet Arslan zaten adam kendi kendini şey yapıyor açığa veriyor ben diyor televizyonda izledim diyor Muzaffer Tekin’i savunan bir kişi vardı ondan sonra burada resim gösterince de o şey oluyor delil oluyor. Darbe konusu, bunu mahkemenize sunacağım Sayın Başkanım 21 Mayıs 1963 olaylarında 2. Zırhlı Tugay harekatı Değerli oğlum Zafer Tekin’e aile arasında ve yakın çevrelerim Zafer kullanır 3 Haziran 2003 Secaattin Kuloğulları Tuğgeneral 2. Zırhlı Tugay Komutanı o dönem halen emekli korgeneral 70 yılında kaleme almış bundan sonra vefat etti. Şimdi o dönemde tugay ele geçiriliyor tugay İstanbul'daki en güçlü birliklerden birisi ve tugayı ele geçiren yarbay tugay komutan makamına oturmuş telefon ediyor Secaattin Kuloğulları generale. Sayın paşam diyor ben sizin öğrencinizim severiz ama bu diyor bir şeydir diyor ihtilaldır tugaya gelirseniz vur emri verdim. Siz kazanırsanız bizim kellemiz gidecek biz kazanırsak şey diyor ki biz meşru hükümetin gücüyüz aklınızı başınıza alın ve daha öncede bunu okuyacaksınız teferruatını arz etmiyorum tugaydan tayinini yaptırmış. Tugaya girmek için ilk aynı zamanda rahmetli pederim hem merkez komutanı hem tabur komutanı hem de kamp komutanı beraber tugaya giriyor onu anlatıyor. Vur emri vermişler gelen kıtanın önüne atladı son şeyini okuyorum Binbaşı Salih Tekin diyor sessizliği bozdu bu gözü pek binbaşı birden bire yerinden fırlayarak yanıma geldi önüme geçti. Komutanım siz bu tugaya lazımsınız diye önümde tam bir boy siperi vererek dimdik ayakta olduğu halde tugay komutanıyla beraber ben tugay merkez komutanıyım diye gürledi. Bu kahramanlık timsali subayın bu pervasız ve asil hareketini ömrüm boyunca unutmam. Biz böyle bir aileden, gelenekten geldik Sayın Başkanım. Buraya getirdiğiniz, getirilen şu tanıkların yapmak istedikleri itibar infazlarıyla hiçbir zamanda bir şey kaybetmediğimiz gibi onları kullananlar çok şey kaybettiklerinin farkını bir gün mutlaka varacaklardır. Zamanım dolduğunda kesebilirsiniz Başkanım çünkü bilmiyorum biraz her geçen gün kendimle ilgili çok konu çıktığı için yetemiyorum avukatımın da problemi var orada bırakırım. 183. celsede tamamlayamadığım sunumuma devam etmek istiyorum; konuşmamın insicamı bozulduğu için önemli gördüğüm hususları kısaca tekrar da fayda görüyorum. Duruşma zabıtlarından birebir arz ettiğim metinlerde şahsım ve Türk yargısıyla ile nasıl dalga geçilmek istendiğine zorla suç ve suçlu yaratılma çabalarına tanıklık edeceksiniz 10.3.2011 tarihli 176. celsede, namusu ve şerefi üzerine yemin edip ifade veren Esra Feride Gökçimen’in 12.4.2011 tarihli 178. celsede bu ifadelerini reddedip şahsıma atfı cürümde bulunmasını sorgulamayan Üye Hakim Hasan Hüseyin Özese söz alarak; biraz önceki Engin Bağbars’la ilgili bir konuyu unuttum Sayın Başkanım onu da dikkatlerinize arz ediyorum. Dün burada ifadesi bittikten sonra özel harekatın arabasıyla gittiğini biliyor musunuz? Onu da bilgilerinize sunuyorum. Başkanım salondaki sanıkları göstermek suretiyle teşhis yapılmasını talep ediyorum Mustafa Bey gösterir misiniz? Bakar mısınız sanıklar şuan ekranda gözüküyor aralarında tanıdığınız var mı? Tanık Esra Feride Gökçimen: Muzaffer Tekin’i görmüştüm orada söylemiştim de cevabını verdi. Sayın Özese de yani şuanda ekranda gözüken Muzaffer Tekin ve sorusunu bir kez daha sorarak onun beni tanıdığını netleştirdi. Hiçbir adil mahkemede yarım saat, 1 saat soru sorduğum insana böyle bir teşhis işlemi yaptırılabilir mi? Soru soruyorum Başkanım hatta tereddüt ettim dedim ki; içerde odada görmüyor galiba beni görüyor dediniz. Mustafa kim bilmiyorum Sayın üyeme çevirse ekranı ben hasbelkader burada sanığım zorlu sanığım zorla ama bende derim ki Sayın Özese bu tanımak mıdır? Osman Yıldırım 3. bomba atılması olayında baz istasyon raporlarıyla olay mahallindeki rolünü ortaya koyduğunda ve ısrarla söylüyorum defalarca Sayın savcılar dediler ki siz bu bilgilere nereden eriştiniz? Dosyada var. Konferans yapmış çok önemli bilgi koyduğumda orada Osman Yıldırım’ın lehine yaptığı Sayın üyemin katkıyı da unutmadım. Mahkemeden de buradan salondan tepki çıktı arabada mıydın? Çünkü her an durum ve vaziyete şarta göre şey yapıyor cevap veriyor beni aramışlardı şu… Halbuki devamlı Erhan Timuroğlu’nu aramış saat yelkovanı istikametinde dolaşmış Kadıköy’e de gitmemiş. Necat Uysal’ın burada doğru bir hiçbir şeyde gizli kalmıyor Başkanım savcılarımda o soruyu sorduğuna bin pişman oldu. Şeyin Alparslan Arslan’ın Doğuş Factoringe kimin tarafından götürüldüğünü açık net ben götürdüm diyor. Üye Hakim diyor ki; Teoman Ekşioğlu söylemedi. Sayın Başkanım adam ben götürdüm diyor Teoman Ekşioğlu ne bilir onun götürüp götürmediğini. İspat mecburiyetinde bırakıldı o zaman dedi ne zaman gittik işte vekalet aldıysa tarihi şu bu filan. Şimdi nerede adil yargılama Başkanım yani devamlı Muzaffer Tekin’e yedi düvel üstüne geliyor. Ya şurada bir dedik adalet limanı huzur bulayım buldurmadılar. Yine Savcı Nihat Taşkın Osman Yıldırım’ı sorgularken benden talimat aldığı konusunu kendisine dikte ettirmiş. Fakat sizin müdahaleniz ile buna muvaffak olamamasına rağmen Osman Yıldırım’a final sorusunda her şey ortaya çıkmasına rağmen diyorsunuz ki; talimatı Muzaffer Tekin mi verdi? Önce şaşırıyor filan sonra düzeltiyor hayır diyor. Parayı hayır her şey bitti Sayın Başkanım final sorusu; peki Muzaffer Tekin size böyle bir teklifte bulunduğuna göre bunu size kendi adına mı teklif etmiştir nedir buradaki Muzaffer Tekin’in rolü diyebilmiştir. Bakınız geçmişte de söyledim bu çifte standart sorgulamaya çok önemli bir örnek arz edeceğim. 18.11.2008 15. celse tarihli; Sayın Savcı Nihat Taşkın savunmanızda yanlış anlaşılmadıysa Alparslan Arslan’ı sürekli olarak Hüseyin Görüm’ün yanında gördüğünüzü, hatta kendisini ne diye bu adamı çanta gibi yanında dolaştırıyorsun ben hemen giriyorum bitmeden Muzaffer Tekin: O İbrahim Özcan yanlış anlamışsınız savcım diyorum. Cumhuriyet Savcısı Nihat Taşkın: Dediğinizi tutanaklar elimize gelmediği için aldığımız notlar kontrol edilebilir vermiş olduğunuz ben diyorum ki İbrahim Özcan’dan bahsettim Alparslan Arslan’dan değil siz müdahale ediyorsunuz düzeltebilirsiniz onu siz soruyu sorun. Muzaffer Tekin: Öyle ağzımdan çıktıysa efendim İbrahim Özcan efendim İbrahim diyor ki; benim İbrahim Özcan efendim İbrahim diyorum İbrahim Özcan efendim İbrahim. Diyor ki yani Hüseyin; benim abi okumam yazmam yok bu diyor eğitimli söylediklerimi yazar dedi ondan bahsettim. Cumhuriyet Savcısı: Ancak ben not aldım bakınız Başkanım not aldım. Hüseyin Görüm şeklinde dikkatli şekilde dinledim ve not aldım o şekilde not almışım kontrol ederiz onunda benim okuma yazmam eksik bana yardımcı olsun diye yanımda gezdiriyorum dediğinizi söylediniz diyor. Ben diyorum ki evet o zaman not aldı ikna oluyorum Özcan yanlış demek ki şey yapılmış İbrahim Özcan. Savcı: Bu beyanınız önceki ifadelerinizde bulunmamaktadır tabi Hüseyin Görüm’le ilgili söylendiğini kabul ederek soruyorum bu ifadenizden Hüseyin Görüm ile Alparslan Arslan’ın çok sıkı ilişki içerisinde bulunduğunuzu ifade etmek istediğiniz anlaşılmıştır. Başkanım nasıl cevap verirsiniz buna, ne yaparsınız? Düzeltiyorum öyle sürçü lisan olmuş dikte ettiriyor. Geçiyoruz, 14. celse 14.11.2008 iddia ettiği konuya savcının, burada önemli bir ifade Sayın Başkanım diyorum sayfa 442, 443’de İbrahim Özcan, İbrahim Özcan bizim iddianamemiz içinde değil en son alınan sanıklardan biri tahmin ediyorum Temmuz veya Ağustos olabilir yalnız bu şahsın ifadesi girmiş. Bu dosyaya diyor ki Alparslan Arslan’ı benim büromda görmüş bu tamamen yalandır kendileri ile 2, 3 ay beraber oldum bana Hüseyin Görüm haricinde hiç tek başına gelmedi. Hüseyin Görüm’e hatta dedim ki bu nedir? Senin yanında çanta gibi dolaştırıyorsun bana ağabey benim okumam yazmam yok o benim bilgisayarım dedi kim haklı Başkanım? İhsası rey olmasın diye susuyorsunuz ama ben bakışlarınızdan anlıyorum güzel bakıyorsunuz ben haklıyım.”

Mahkeme Başkanı: “Zabıtların aksini kimse inkar edemez zabıtlar var ortada (1 kelime anlaşılamadı).”

Sanık Muzaffer Tekin: “İşte buna öfke duymamak mümkün mü gidiyoruz Silivri’ye.”

Mahkeme Başkanı: “Yani kaldı ki o yanlış bir anlaşılma olur yani Ahmet yerine (1 kelime anlaşılamadı).”



Sanık Muzaffer Tekin: “Ama bakın dikte ediliyor hep dikte ediliyor hep zorlanıyor. Yani Muzaffer Tekin’e suç isnat burada iddia makamına ben en ufak lehime bir şey beyan ettiklerinde o kadar içten şey yapıyorum ki teşekkür ederim diyorum. Hakikaten yani benim bir huyum var kin min filan tutmam kimin erken geç öleceği belli değil yarın vefat etsin duyayım giderim hakkımı derim helal ediyorum inanın yaparım onu. 11 Eylül 2008 tarihinde Osman Yıldırım, yani bunları niye anlatıyorum? Şunları söylememe rağmen biz hala, hala kuvvetli suç şüphesi doğuran deliller vesair gidiyor. Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesine kendi el yazısıyla vermiş olduğu dilekçede, Ergenekon Cumhuriyet Gazetesine eylem yapma işini bana verdi Danıştay suikast işini Alparslan Arslan, Ayhan Parlak, Aykut Metin Şükre’ye verdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiğim bilgilerle tarihi Danıştay saldırısını aydınlattım ve mensubu olduğum Ergenekon terör örgütünü çökertmiş bulunuyorum demektedir. 12. 3.2008 tarihinde savcılara verdiği gizli tanık ifadesinin 66. sayfasında ise Danıştay olayının arkasında Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Yusuf Ziya Arpacık var diyerek kadroda yeni bir düzenlemeye gelmiştir. Tertip heyetinin Veli Küçük ve Muzaffer Tekin ismine olan alerjileri göz önüne alındığında bugünde bizlerin burada olmasıyla her şey çok net okunabilmektedir. 27. 6.2008 tarihinde Ankara 12. Asliye Ceza Mahkemesinde duruşma esnasında Osman Yıldırım, Anadolu İslam devleti için gazeteyi bombalattım ve Danıştay cinayetini işledim demiş yaklaşık 1 buçuk ay sonra aynı mahkemenin 14. 8.2008 tarihli celsesinde söylediklerinin aksine; laik devlet yanlısı olduğunu Ergenekon’la bir ilişkisinin olmadığını söyleyebilmiştir. 12.3.2008 tarihinde savcılara vermiş olduğu ifadesinde Osman Yıldırım, ben kesinlikle Danıştay saldırısına katılmadım bu konuda bir bilgim yok demekle beraber sadece 1 gün sonra 13.3.2008’de aynı savcılara verdiği ifadesinde, Danıştay cinayeti Ergenekon işi olduğunu söylüyor. Engin Bağbars’ın 1 yıl önce Münevver Karabulut cinayetiyle ilgili çok bilgim var deyip mektuplar yazıp arkasından hiçbir tatmin edici beyanatı olmadığını mutlaka biliyorsunuz Başkanım. İşte bütün şey çaba bizlerin buradaki tutukluluk sürelerini uzatmak. Biran için tutanakları birebir arz ettiğim bu diyalogları yok sayalım Osman Yıldırım 9.11.2009 tarihli 120. celsede burada huzurunuzda Alparslan Arslan’ı kullanan Veli Küçük’tür, Muzaffer Tekin’dir bunların üstünde Şener Eruygur’dur, Hurşit Tolon’dur, Fikri Karadağ’dır bunun başka ötesi yok iftirasını attı. Fakat aynı celsede ben Ergenekon üyesi değilim Cumhuriyet Gazetesine çıkar amaçlı bomba attırdım da dedi. Bu trajikomik durumda savcılardan Osman Yıldırım, yalan beyanda bulunmanın sebebi nedir? Sorusunu hiç beklemiyordum ama en azından bu beyanlarınızda bir çelişki var kibarlığıyla vaziyeti idare edebilirlerdi. Bu dalga ortamında rol modelleri ne kadar inandırıcı olup olmadığı konusunda hala tereddüt sahibi iseniz. Avukat Zeynep Küçük Hanımefendinin sorgulamasından bir bölüm ile dalgaların hangi boyutlara vardığını gözler önüne sereceğim. 11.12.2009 tarihli 127. celse sayfa 45 Avukat Zeynep Küçük: Danıştay’a silahlı eylem talimatını kimlerin verdiğini biliyor musunuz? Sanık Osman Yıldırım: Bilmiyorum. Avukat Zeynep Küçük: Alparslan Arslan’a bu talimatı kimlerin verdiğini biliyor musunuz? Osman Yıldırım: Bilmiyorum. Avukat Zeynep Küçük: Bu konuda herhangi bir şekilde Alparslan Arslan’dan bilgi alabildiniz mi konuştunuz mu bir sonuca ulaşabildiniz mi bu konuda? Osman Yıldırım: Danıştay suikastından bahsetmedi ki yani kendisine kimin talimat verdiğini nasıl söylesin yani bu konuda tek kelime etmiyor. Ama Osman Yıldırım, Alparslan Arslan’ın beyninin içini okuyarak değişen durum ve şartlara göre azmettiriciler icap ediyor. Avukat Zeynep Küçük: 17.4 tarihli ifadenizde Yusuf Ziya Arpacık’ın da Danıştay cinayetinin arkasında olduğunu ifade ediyorsunuz ve bu ifadenizde burada huzurda doğruladınız Yusuf Ziya Arpacık’ın Danıştay cinayetinde rolü nedir? Sanık Osman Yıldırım: Onun rolünü tam olarak bilmiyorum ancak Alparslan’ın sevip saydığı birisi. Avukat Zeynep Küçük: Bunun için mi Danıştay cinayetinin arkasında olduğunu düşündünüz? Sanık Osman Yıldırım: Bunun için değil Cumhuriyet Gazetesi o süre içinde kendisini bir yerlerde gördüğümü sanıyorum. Siz Sayın yargıçları bu olaydan önce bir yerlerde görseydi herhalde sizde bir şekilde Ergenekon tiyatrosunda yer alırdınız. Uzun Başkanım bırakayım.”

Mahkeme Başkanı: “Yok bir yerde kesin yani (1 kelime anlaşılamadı).”



Sanık Muzaffer Tekin: “Burada attığı iftiralar affı cürümler var Sayın Başkanım onları geçiyorum siz zaten biliyorsunuz şöyle toparlayacağım. Osman Yıldırım’ın ifadelerinin tümüne bakıldığında dalgaların baş döndürmesi sonucu ironi yapıyorum ben Sayın Başkanım buna çok şey yaptılar ama Başbakanında burada var ayrıca size takdim edeceğim. Washington Post gazetesi savcılarımızın bu iddianamesinin uyduruk ve birçok yalan beyanlarla olduğunu ifade ediyor onlar şeyimde vardı geçiyorum. Osman Yıldırım’ın ifadelerinin tümüne bakıldığında dalgaların baş döndürmesi sonucu iddia makamının sağlıklı düşünemediği sonucuna varıyorum. Yoksa ne şahsiyetleri ne meslekleri ne de Türk yargısı ile bu kadar dalga geçilmesine fırsat vermezlerdi. Washington Post gazetesinde çıkan başyazıda Türkiye’nin Müslüman Dünyasında öncü demokrasi olma iddiasının tehlikede olduğunu yazdı. Yorumda savcıların sunduğu kanıtların çoğu inandırıcı değil hatta uydurma denildi. Ben ilk günden itibaren burada burnunuzun dibinde feryat ediyorum nedense duymuyorsunuz, görmüyorsunuz. Hanefi Avcı’nın tahliye edilemez kararına Yargıç Şeref Akçay karşı çıkmıştı bir köşe yazarı ismi gibi şerefli bir yargıç için işte bu da benim kahraman yargıcım başlıklı yazı kaleme almış. Neden mi sorusunu soruyor çünkü bu yargıç insan haklarından söz ediyor ifade özgürlüğünden dem vuruyor Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini hatırlatıyor. Vicdan diyor, adalet diyor, hak diyor, hukuk diyor işte bunları söylediği için kahraman yargıç diyorum ben ona. Galiba benim açımdan bir hukuk adamının kahraman olması için her şeyden önce özgürlük türküsü söylemesi gerekir diye bitiriyor. Yargıçların asli görevleri böylesine imrenilecek bir hale gelmişse sözün bittiği yerdeyiz demek kalıyor bana. Sayın Yargıç Şeref Akçay’dan sonra bir hukuk adamının takipsizlik kararından bahsedeceğim takdir sizlerin. Ülkemizde dalgalanmalar öylesine prim yapmış olsa gerek arkasından esen rüzgarlar ile rüzgar fırıldakları ışık hızına yakın taklalar atıyorlar. Onlara bu rüzgarın bir gün tersten eseceğini de hatırlatırım. Medyada tanınmış bir bakana şikayette bulundum bizlere örgüt dedi diye kendisine örgütün mahkeme kararınca şey yapılmadı henüz tespit edilemediği hatırlatıldı. E dedi mahkeme kararıyla bu ülke yönetilseydi bayram olurdu şikayette bulundum takipsizlik kararında mahkeme kararlarının yerine hükümet kararlarıyla bu ülke yönetilseydi bayram olura çevrilmiş onu HSYK’ya ve ilgili yerlere kendi hukuk bilgimle müracaatta bulunup şey yaptım şikayet ettim. Çok az kaldı Sayın Başkanım Başbakanın dalga boyundan Türk yargısı nasibini de aldı çok kısa arz ediyorum. 18 Şubat 2008 tarihinde Başbakan yürütme ve yargı uyum içinde çalışıyor dedi. 15 Temmuz 2008 tarihinde Başbakan ben bu davanın savcısıyım dedi Nisan ayında böyle bir şey demediğini söyledi, reddetti. Ocak 2010 tarihinde Başbakan Silivri’de özel mahkemeler kurduk dedi 19 Aralık 2010 tarihinde Başbakan bizim içeriye tıktığımız bir tek aydın yok Başbakanın 1 milyar doları var diyen şimdi Silivri’de dedi. Bu davanın örgüt davası olmadığı Başbakanın sözleriyle apaçık ortada şahsi kin, öfke ve Cumhuriyet rejimine ulus devlete sahip çıkan insanlara nefret var. Diğer bir deyişle bu dava Türk milleti adına değil sanki Başbakan Recep Tayyip adına yürütülüyor. Orhan Gazi Ertekin’in yargının eşekli demokrasi ile imtihanı kitabından kıdemli bir hakimin HSYK seçimini Adalet Bakanlığı ve müsteşar yürütüyor ben şahsen Adalet Bakanlığı eşeği aday gösterse eşeğe oy veririm ifadeleri yargının düştüğü durumu anlatmaya yeter herhalde. Danıştay davasını bu davadan ayırmadığınız müddetçe üzülerek arz ediyorum eşeğe biat eden yargıçlarda herhalde çoğalacak. Şu günlerce sıkça kuvvetler ayrılığından bahseden biz yargının işine karışmıyoruz yargıda bize karışmamalı diyen Başbakan 18 Haziran 2010 günü 9 yargıca verilen ceza için bakınız neler söylemişti? Bunun kendi özel dünyalarında verdikleri karardan başka bir özelliği yoktur bu ülkede hukuk adına çok ciddi bir hukuk süreci bunun ideolojiden ayrı bir yanı olamaz. Bugüne kadar olmamış yeni kapıların açılmasına mesnet teşkil edecek bir davranıştır statükoya karşı çıkanlar gelenekçi davranıştan vazgeçemiyorlar bu şu demek; eski köye yeni adet getirmişler. Ben inanmıyorum yargıya kimsede inanmıyor yargı güvenilirliğini adeta bitirmiştir diyebilmiştir. 20 Ocak 2011 günü Başbakan TÜSİAD’da yapmış olduğu konuşmada; Danıştay’ın türban ile sınava girme yasağına Danıştay kararı hukuksuzdur, kanunsuzluktur işlerine gelen dosyayı hemen bağlıyorlar zaman aşımı anlayışı yargının iflasıdır sözleriyle Türk yargısını aşağılamış ve yok saymıştır. İhbarda bulunuyorum Başkanım hiçbir medya kuruluşunda yer almadı Diyarbakır konuşmasında Sayın Başbakan Danıştay’da türban kararını verenlerle Hopa’da taş atanlar aynı safta diyerek Danıştay’ı terörist ilan etmiştir. Danıştay’a saldırının nasıl kaynaklandığının hangi tarlalarda yeşerdiğinin bu çok güzel ifadesidir. Ergenekon soruşturma ve kovuşturma döneminde yargıya devamlı müdahil olan Başbakan masumiyet karinesini yok sayarak insanları peşinen çete örgüt mensubu ilan etmiş en son Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na örgüte üye olacaksan Danıştay 2. Dairesine git sözleriyle bir kez daha mahkememizi tanımadığını ilan etmiştir. Çeteleri, mafyaları temizledik diyerek bunu ranta çevirmek isteyenlerin ne kadar samimi olduklarının kararını Yüce Türk Milleti verecektir. Onun algısı ve yargısı hiç değişmez, bu iğrenç tertibe kadar en küçük bir soruşturma dahi geçirmeyen Muzaffer Tekin’i uyduruk Ergenekon iddianamesinin birçok yerinde mafya ile ilişkili gösterme zorlamasına giren vicdan sahibi olmayanların asıl çete başlarının üzerine gidememe konusundaki aczlerini görmekten hicap duyuyorum. Son olarak yargılama süresinde mahkemenizde yaşadığım şok dalgalar ile sunumumu tamamlamak istiyorum. Bugün bu salonda görülmekte olan kovuşturmada sizlerce davanızın temel direği olan hem sanık hem tanık hem de gizlenemeyen gizli tanığınıza bu sürecin uzatılması maksadıyla hala gizli tanık kontenjanında inatla yer vermeniz sadece beni. Buradaki sanıkları değil akıl, vicdan sahibi tüm erdem sahibi insanların hukuk, adalet, adil yargılama, yargıç, savcı, hukuk adına ne kadar kutsal olan şey varsa hepsini beyin dalgalarının anaforunda yok ettiniz. Savcılarımızın Alparslan Arslan’ın bombaları aldım dediği Süleyman Esen ve Ümit Sayın ismi ile tahliye olma ümidini kaybedip Savcı Zekeriya Öz ile yapmış olduğu pazarlık ile Gizli Tanık Anadolu’ya dönüşen kişiler için tahliye talep gerekçelerini okuyup sizlerinde tahliye kararı verdiğiz de. Hem şahsımda hem de Türk yargısıyla dalga geçildiği hissi tüm benliğimi kapsadı. Her ara kararınızda dava dosyasını kattığınız tanıkları dinlemede ki ve sorgulamadaki sabrınız, tahammülünüz, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması konusundaki hassasiyet ve özveriniz ruhumda derin dalgalanmalar yarattı. Bir yılda ağır ceza mahkemelerinde 3 ile 4 duruşma görüşüldüğü göz önüne alınırsa 180 celsenin 45, 50 yıllık yargılama karşılığı olduğu ortaya çıkar. Yalan üretme merkezlerinde imal edilmiş aleyhimizde delil olarak dava dosyasına konan tüm iddialar tek tek çürütülmüş iken; her talep sonrası mevcut delil durumu, delillerin toplanamamış olması, delillerin karartılması, kaçma ve kuvvetli suç şüphesiyle tutukluluğun devamı final cümleniz ile büyük bir huzur buluyorum. Niçin? Çünkü her şey apaçık ortada iken inanmadığım şeyleri söylemek mecburiyetinde kalmamamdandır beni sabırla dinlediğiniz için saygılarımı arz ederim.”

Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə