düşünmeyi ‘reprezente’ eden, stilize eden bir zırh. Benjamin’in
politikikanın estetikleştirilmesi hakkında söylediklerinin, ente
lektüel etkinlikteki tezahürü. Bir sinizm zırhı.
Defter
’in istediği, bu değildi.
3
‘Dünyayı değiştirmeye inanan’ bir kuşağın karşı karşıya kaldı
ğı açmazlar, sorunlar üzerine düşünmek...
“Aydın olma”nın ezelî-ebedî sorunsalı: Angajman/bağlanma
sorunu, bilgi-sevgisi ile politik kaygıyı telif etme meselesi...
‘80’den önce, sol camia(lar), özgürleşimci-radikal içerimleri ve
açılımları olacak olsa bile, ‘salt’ entelektüel ilgiyi fuzulî görür,
hatta kınardı. Bu kadarı o kadar mahzurlu olmayabilirdi belki;
asıl sorun, “apolitik”, “işlevsiz” sayılan lüzumsuz entelektüel
ilginin, bir düşünsel içerikten ziyade düşünce sahibinin/taşıyı
cısının kimliğine, “duruşuna” bakarak tanımlanmasıydı. Çün
kü aydınlar, düşünsel katkılarından çok, “kitle” nezdinde meş
ruiyet, popülarite sağlamaları bakımından muteberdiler (“tey
ze, amca bir imza ver...”). Gramscici terimle organik aydın bu
değildir oysa. Organik aydın, sınıfsal çıkarı/tercihi temsil etiği
varsayılan politik özneye tabiyetiyle, o gel deyince gelip git de
yince gitmesiyle, belirli anlarda “duruş” göstermesiyle tanım
lanmaz; zaten durduğu yerde yapmakta olduğu işin, düşünce
ve kültürel anlam üretimindeki, yeniden-üretimindeki katkısı
nın politik ve sınıfsal göndermeleriyle tanımlanır.
1980 sonrasında, sol politik öznelerin (parti, örgüt) dağılma
sı veya büyük güç kaybına uğramasıyla, sol aydınlar bir göreli
özerklik edindiler. Dahası, gerek belirli kişiler, çevreler olarak
gerekse anonim ve mutasavver birileri olarak “sol aydmlar”m,
bir politik özne ikamesi konumuna yerleştirildiklerini söy
leyebiliriz. ’80-sonrasının mâhut depolitizasyon koşulların
sındaki güçsüzlüğünü kabul ederek işe başlamak zorunda artık.” (a.g.y., s. 11)
Bu konumuyla yüzleşmeyen, güçsüzleşmeyi kabul etmeksizin, hatta artık gö
rünürdeki tevazuya da fazla pay bırakmaksızın kibrini koruyan bir deneme sti
li de oluştu.
da angajmansız olmanın anlam bunalımını ve ezikliğini yaşa
yan, dolayısıyla göreli özerkliğin hayrını gördüğü söyleneme
yecek olan sol “tandanslı” aydınlar, özellikle 1980’lerin orta
larında çok hararetli olan bu davete icabet ettiler. Çoğunluk
la, sol politik kültürde “hareket”-aydm ilişkisinin bahsettiği
miz yapısını yeniden üreten bir ortamın oluştuğundan söz ede
biliriz. (Belki, “aydınlar”m itibarı daha yüksekti şimdi.) Buna
karşılık, “hareket”-aydın ilişkisindeki, bir yakın işbirliği hava
sının ardında gizlenen inorganikliğini giderme tasasını duyan
lar da vardı. “Metin yazarı” olarak hizmet etmekle, “gündeme”
ideolojik replik yetiştirmekle değil, teorik-politik gündem kur
m akla
uğraşmak gerektiğini düşünenler vardı (ki organik ay
dın, öyle olur!).
Biraz abartıyla, şöyle de söylenebilir mi?: ’80 öncesinde sol
politik hareket, aydınları angaje ediyordu; ‘80’lerdeyse, sol ay
dınlar angaje edecek sol hareket aradılar.
4
Topluma entelektüelleri ve düşünceyi sürekli baş düşman ola
rak gösteren bir devlet; onunla bu düşünce düşmanlığını sık
sık paylaşan ya da en iyi durumda düşünceyi ‘kültür de lâzım’
diye ancak bir aksesuar olarak ciddiye alan bir medya serma
yesi; ‘altta kalanın canının çıkacağını’ gayet iyi bildiği için böy
le ‘ağır işleri hiç göze almadan hızla, oyalanmadan 12’den vur
maya çalışan bütün bir toplumsal ruh hali... (...) ...-düşünce
düşmanı bir şiddet ortam ında- akıntının tam ters yönünde git
mek demek bir düşünce dergisi çıkarmak...
Anti-entelektüalizm in, ‘8 0 ’ler ve sonrasında zamanın ruhu
nun temel özelliklerinden biri olduğuna kuşku yok. Anti-en-
telektüalizm, sadece aydın düşmanlığı değildir. “Gerçek” so
runlara kayıtsız, memleketine/milletine/halkma yabancı, so
rumsuz, hedonist, “yoz” bir aydın karikatürünün aşağılanma
sı önemlidir, ama mesele sadece o değildir. Anti-entelektüaliz-
mi, “kültür”ü bir prestij işi olarak plase eden seçkinci (Kema
list veya liberal) bakışın diliyle, “sanata ve kültüre düşmanlık”
ile de sınırlayanlayız. “Sanat ve kültür” olarak tecrit ve muha
faza edilen rezervasyon alanının, ’80-sonrasında dokunulmaz
lığından çok şey kaybettiği doğrudur. Ancak anti-entelektüa-
lizm, bundan fazla bir şeydir.
Neo-liberalizm çığırının anti-entelektüalizmi, düşüncenin
İktisadî akim emrinde sınırsızca ve belirtik olarak araçsallaşma-
sını ifade eder. Bu dönemin düşünce üretiminin ideal modeli,
think-tank’
lerdir. Entelektüel arkaplanın varlığını “sezdirerek”
ya da “aksesuar o la ra k ” göstere göstere kullanarak opsiyon de
ğerlendirmesi sunan pratik bilgi notu, düşünceyle alışverişin en
rağbet gören formatıdır. Neo-liberalizmin eşitsizlikleri derin
leştiren, tutunamayanları dışlayıp kriminalize eden sert dün
yasında, reaksiyoner (milliyetçi, faşizan) popülizmler de, “in
ce düşünme”yi hakaret kabul eder, “erkekçe” tavır koyan te-
ferruatsız sözler isterler. Sıradan/küçük adamı, o mahrumiye
ti, darlığı, ince düşünecek hali olmayışı içinde yücelten, güzel
leyen söylemiyle anti-entelektüalizm, faşist ideolojinin ana ge-
çitlerindendir.
Anti-entelektüalizmin, entelektüellerce de güdüldüğünü bi
liyoruz - hatta belki ‘has’ anti-entelektüalizm, odur. Dikkate
değmezler yanında kimi dikkate değer “tezler” de yazan, ama
onları da vahiy benzeri, buyurgan, şahsîleştirici, ahlâkîleştirici,
faşiza n
bir dille yazan Yalçın Küçük’ün D efter’i aşağılayışı ör
nek verilebilir buna. Küçük, “mırıldanma” diye horluyordu ba
zı Defter yazarlarının söyleyişini. Müphem, mütereddit, ürkek,
usulca konuşmak, sesli düşünmek - utanılacak bir şeydi ona
göre. “Düşünce alanını soysuzlaştıran” hallerdi; bunlan, “has
talık” ve “kir” metaforlarıyla değerlendirebiliyordu ancak - ki
onda bu metaforlar, metafor olmakla düz anlamın sınırında du
rurlar.3 “Entelektüel şiddet”, Yalçın Küçük muhitinin ‘80’ler-
3
Yalçın Küçük, “Bir Kir Teorisi”, Hepileri, sayı 18, Aralık 1998, s. 14 vd. “Kir
teorisinden on yıl kadar evvel, Nurdan Gürbilek, hastalık metaforlannın kul
lanımının ardındaki anlamı analiz eden, bu arada solda -v e bu arada bilhassa
Yalçın Küçük muhitinde- bu metaforlara itibar edilmesini sorgulayan bir ya
zı yazmıştı De/ter’de! ( “İktidarın Sağlığı”, Sayı 8, Şubat/Mart 1989, s. 38-45. Bu
makale Vitrinde Yaşamak’ta da yer almıştır.)
Dostları ilə paylaş: |