mz fennim...” faslından...! AKP’nin neoliberalizme tutkulu ve
agresif angajmanı, en geniş İslamcı kamuoyunda politika-dı-
şı ve mevzu-dışı olurken, kapitalizmin tabiileşmesine de yük
lü bir katkı sağlıyor. Kemal Unakıtan, istisnaî ve tesadüfî bir fi
gür değildir! Dolayısıyla, Fırat Mollaer’in romantik anti-kapi-
talizmi vurgulayan Topçu okuması, hayırhahlık zaafıyla bera
ber ‘hayırlı’ da bir provokasyondur. “Müslümanlık iddialarıyla
isimlerini hacı lâkaplarıyla süsleyen zenginler, Müslüman tüc
car ve sermaye sahipleri”ne, “ikbal hırslarıyla yanıp da yoksul
ları göremeyen kör gönüllerin gafleti[ne], zenginlerin âlemi
kendi iştihalarına lokma sayan duygusuzluklarından utanma
yan ruhlar”a buğzedişini (A hlâk Nizamı, s. 176 ve 173) unut-
turmamakta fayda vardır. Birikim 'in “İslamcılar ve kapitalizm”
dosyasının (sayı 99/Temmuz 1997) üzerinden 10 yıldan fazla
geçti. Bu gündemi güncelleştirmek için “normalleşme” bekle
mek de, bir başka kahredilesi durumdur!
Tekrar: Ne lüzum, ne fayda?
Riski iyice tartmış olarak, toparlayalım. Sol, sosyalist bir roman
tik anti-kapitalizm, nesnesini büsbütün dışlaştıramayacağım,
kendini ondan yalıtamayacağını bilecektir elbet. Kapitalizmin
romantik eleştirisinin gözde kavramlarından biri olan şeyleşme
hakkında şu söylenenlerden ders çıkararak gidelim: “Şeyleşme
deneyimi onu yaratan, algılayan öznenin bilincini hesaba kat
madan anlaşılamaz, şeyleşme karşısındaki endişe gerçeklik ile
onun temsili arasındaki ilişkinin durağan ve donuk bir biçim
de anlaşıldığını gösterir, şeyleşmeye karşı duyulan endişe bizzat
şeyleştiricidir.” “Şeyleşme ânı ona uyanma ânıyla eşzamanlı ya
da ondan ayrılmazdır.” “Şeyleşmeden özgürleşme, hem şeyleş
meye yönelik endişeyi hem de şeyleşmenin demodeliğinin ka
bulünü gerektiren bir süreçtir...”17 Sözün özü: Şeyleşmenin dı
şında kalmış özsel bir kimlik varsaymakla, onu idealleştirmek
le; şeyleşme ne anlaşılabilir, ne onun tahribatıyla baş edilebilir,
17 Timothy Bewes, Şeyleşme - Geç Kapitalizmde Endişe, çev. Deniz Soysal, Metis,
İstanbul 2008, s. 16, 126, 308.
ne de şeyleşme böyle ‘aşılabilir’. Şeyleşmeyi bu şekilde mutlak
laştırıp dışsallaştırmak, bizzat şeyleştiricidir.
Kapitalizmin nüfuz gücünü kılcallaş tır dığı bir zamanda ya
şıyoruz - bunun bir görünümünün “bütünsel şeyleşme” oldu
ğu da söyleniyor. Hardt ile Negri’nin vurguladıkları gibi, bu
aynı zamanda egemenliğin içkinleşmesidir.18 Hiçbir şeyi açık
ta bırakmayan bu içkinleşme, aynı zamanda kapitalizmin ken
di “ötesi”ni hazırlamasıdır - hiçbir zaman olmadığı kadar.19 Bu
bilinç olmadan, ‘anti’-kapitalizm, sosyalist vasfını yitirecektir.
O zaman sorulmaz mı: Böylesine her yerde hazır ve nazır,
böylesine içe işlemiş bir kapitalizm karşısında rom antik bir
tepkinin imkânı var mı, âlemi var mı? Bunun basit ve n aij ceva
bı şudur, gibime geliyor: Bu içe işleme hali, -yukarda ara mu
hasebede de değindik-, kapitalizmi yine hiçbir zaman olmadı
ğı kadar doğallaştırdığı gibi, ‘fark edilmez’ de kılıyor. Romantik
anti-kapitalizmin ‘zaafı’, malûm, kapitalizmin işleyişi/dinamiği/
analizinden ziyade onun görünümlerine odaklanması, o görü
nümlerdeki kötülüğü, oradaki mutsuzlukları teşhir ve ajite et
mesi. işte tam da bu zaaf, kaderleşen kapitalizmin ‘ayırdma var
maya’, bir adım geri çekilip bu insanlık durumuna bakmaya ya
rar. Romantik anti-kapitalizmin bir başka zaafı, malûm, gayrı-
tabii-yoz olduğuna inandığı kötü realite karşısında bir ‘doğal
lık’ imgesine sahip olması, işte tam da bu zamanda, kapitaliz
min reel-doğallaşmasma meydan okuyan bir ‘doğallık’ imgesi,
bir direnç ve dayanak noktasıdır. Hele, bu doğallaşmış-kapita-
lizmin, gerçekten de kendi ötesinde başka bir ‘doğa’yı mümkün
kıldığının bilincini taşıyorsa...
Ayrıca yürek soğutmadan, buğzetmekten söz ettik ki, o da
lâzımdır!
Birikim 228, Nisan 2008
18 im paratorluk, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı, İstanbul 2001, s. 335 vd.
19 Aras Özgün, Can Gündüz, Özgür Gökmen, Toplum ve Bilim’in Ulus Baker’in
yol izlerinde hazırlanmış 111. sayısındaki “Dünyanın tüm savaşları” yazısında
bunu ‘güzel’ anlatıyorlar.
Söz,
'Akıl', Medya
D
e f t e r
Ş erhİ
1980 sonrası entelektüellerin durumunu, ‘entelektüellerle ilgi
li durumları’, Defter Dergisi tecrübesi üzerinden düşünebiliriz.
Zira Defter, 1980 sonrasının bir entelektüel girişimi; bu döne
min entelektüel meşguliyete dönük tesirlerini sorun etmiş bir
girişim.
Asıl önemlisi: Kapanmış bir tecrübe, Defter. 1987’de baş
layan yayınına, 2 0 0 2 başında, 45. sayısıyla beraber son ver
di. D efter’in kapanışı ve kendini kapatırken, kapanma nedeni
olarak söyledikleri de, 1980 sonrasında entelektüellerin duru
muyla ilgili çok şey anlatıyor.
Defter'
in yayıncısı Semih Sökmen’in son sayıdaki veda yazı
sı, sözünü ettiğimiz girişimle, ’80-sonrasınm anti-entelektüaliz-
miyle
başetme tecrübesiyle ilgili bir muhasebedir. İsim/kimlik
haliyle değil sıfat haliyle entelektüellerin ’80-sonrasmda edin
mekte ve taşımakta gitgide zorlandıkları bir metanetle yapılmış
bir muhasebe.
Semih Sökmen’in sözlerinden hareket edip düşünmeyi sür
dürerek, onunla konuşarak söyleyeceğim ne söyleyebilecek
sem. Altını çiziyorum: Onun üzerine konuşarak değil, onun
üzerinden
konuşarak, onunla konuşarak...*
(*) Aşağıda göreceğiniz alıntılar Semih Sökmen’in sözkonusu yazısından alınmıştır.
Dostları ilə paylaş: |